- Kategori
- Deneme
Zaman / Zülüf / Zencefil

Terazi ölçmeli, biçip , tartmalıydı zamanı. Zaman panZehriydi ölümün, umuda Zehir. Ölüm , Zencefil kokulu bu odada, Zülüflerine dokunurdu; Zamanın okunuşunda, zamana dokunuşunda
Yalnız saatlerin gözümün önünden, uçağın bulutlar arasından geçişini yakalayamadığı gibi insanın, öylece geçişini seyrediyorum.
Kentler vardı, kalabalık yalnızlıklardan oluşan, balıkçılar vardı; oltalarında umut takılı. Oysa umut balıkta gizliydi, balıksa – denizin o eşsiz derinliğinde saklı süslenmiş bir gelin gibi bekleyen- deniz dünyasında. Her şey tamdı; umuttu eksik olan. Beklenecek zaman vardı oysa. Balık oltaya gelseydi, işte oracıkta umut yutacaktı yumak yumak balıkçı. Gözlerinde; umudun fotoğrafını/ acının eriyişini resmedecekti. Kalpte eşlik eder miydi bu uyuma? Belki atışı; bir trenin her yaklaştığını bildiğinde duraklarda atan kalplerin hızlarına varacaktı, geçecekti ya da DURACAKTI. Mahremiyetin korunduğu yerdi kalp, savaşların çıkıp, ölenlerin hiç olmadığı ama kana bulandığı zamandı! Kırıldığında; çok değerli bir antikanın acısına ortaktı, oysa kendi kırıkları yamalıydı, tamir edilmiş gibi görünse de; eskiye dönemezdi. Kırıktı kalp, yamalıydı; oysa umut doluydu seneler öncesinde.
Kırmızı rugan ayakkabıların içinde fırfırlı umut böceği, desenli çorapların, kırmızı kelebekli tokaların, bir beden büyük de olsa; pembe renkli pileli elbiselerin zamanında umut doluydu! Umuda çamur sürülmemişken parlaktı kalp, ışıl ışıldı. Kendi tünelinde ilerliyordu durmadan. Yorulmasına fırsa verilmezdi/ paslanmazdı; ama kırılırdı, kırıktı.
Sevinçlerle yoğrulmuş ekmek hamuru misaliyken, kendinden olanı en çok sevendi. ‘Yar’ edineni koruyandı, saklayandı sırlarını, mahremiyetini… Zamanı sarıp saklayandı. ‘AŞuKa çiçeğinin ’ dallarıyla sarmaladığı gibi; ‘Aşk’ sarmalardı, insan kalbini sarardı AŞuKa çiçeğine özgü heceleriyle. AŞuKa’ da gizliydi ‘AŞK’… Hem zehri, hem panzehrini salardı yangın olan yüreklere…!
Yangın yürekleri yakardı oysa umut balıkçının; ucundaydı oltasının. Yüreğinde saklıydı. Balığa hasret olduğu kadar, evine hasretti, çocuklarını koklayıp sarışına. Acıya gebeydi olta! Her an doğum olabilirdi ama kopabilirdi de misina. Çatlardı o zaman aynalar. Umut kırıklarını toplarken ‘batardı’ ellerine; acı işte o zaman doğardı sancıyla! Hafif bir tebessüm belirirdi ‘acının yüzünde ‘ zıtlığa doğardı… İkilemsiydi, iki bilinmeyenli bir denklemin simgesiydi:
Savaştı/ barıştı,güzeldi/çirkindi, cerihaydı /yara bandıydı; korkuydu/ ümitti, balıktı/ umuttu…
Yangın aşk’ın içinde yanardı, kül olması şarab-ı gül de saklıydı. Acı hem ağlardı, gülerdi ağlayışına. Sararken, itebilirdi maşukunu. Zaman cerihalar açarken bedeninde, acı da bulaşırdı, umut da dolaşırdı -bir panzehir gibi damarlarında- , oysa zehir de panzehir vardı zaten. İkinci bir panZehir, panZehri Zehre dönüştürürdü! Üç ‘Z’ oluşurdu o an, düşerdi geceye;
“Zaman /Zülüf / Zencefil”…….
Zencefil kokardı odası, teni odasına bulanırdı, zülüfleri şakaklarından sarkardı, yakışırdı tenine… Teniyse ‘Zencefil’ kokardı! İzleri çehresindeydi zamanın. Zaman en çok gözbebeklerinin karesinde fotoğraflanırdı. Sabitti gözbebekleri, karaydı bir gece kadar.
Oysa ‘Zaman’, likitti, akardı/ akışkandı. Gözbebekleri; çukurundaki bu akışkan su’da ; ‘Zaman’da boğulurdu/ boğuşurdu. Zamanda saklıydı panzehir….
Terazi ölçmeli, biçip, tartmalıydı zamanı. Zaman panzehriydi ölümün, umuda zehir. Ölüm, 'Zencefil' kokulu bu odada, Zülüflerine dokunurdu; zamanın okunuşunda, zamana dokunuşunda...