Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Eylül '14

 
Kategori
Öykü
 

Zamansız giden Babalar

Zamansız giden Babalar
 

Ailenin son çocuğu ve beklenen tek kızı olduğu için babası adını Sevinç koymuştu. Ama artık o günler çok geride kalmıştı. Hastanenin kuru sabun kokusu yine her yeri sarmış ve Sevinç sanki bu nahoş kokuya alışmıştı artık. Doktor son çarenin kemoterapi olduğunu, artık hastalığın son evreye geldiğini söylediğinden bu yana bir kaç ay geçmişti. Sevinç için hala inanılmaz bir kader olsada, babası sanki bu sonu kabullenmişti; ”Allah’ın dediği olur, kızım. Bana biçilen ömür neyse onu yaşarım” derken, Sevinç gözlerinden damlayan son çarenin çare olmadığını biliyordu. Ama hala acı gerçeğe alışamamıştı. Doğduğumuz günden bu yana bildiğimiz bu sonu, acı da olsa kabullenmek ve buna hazır olmak gibi bir şeyin olmadığını zorda olsa deneyimleyerek öğrenmişti. Ne olursa olsun vedalaşmak için henüz çok erkendi. Babasındaki metanete hayrandı Sevinç. Ondaki gücün ve inancın önünde saygıyla eğiliyor ama bir türlü kendinde bu gücü bulamıyordu.
Cam kenarındaki koltuktan yağan karı izlerken, bir kış babasıyla yaptıkları kardan adamı anımsadı. Havuçtan burnu, siyah taşlardan gözleri ve dişleri vardı. Babası boynundan yeşil atkısını çıkarıp kardan adamın boynuna takmıştı. Sevinç babasının yeşili umudun rengi diye çok sevdiğini biliyordu. Sonra yerde bulduğu kırık çubuğu ortadan kırıp kardan adamın ağzına sigara diye koymuştu babası. Çocuk aklıyla sanki kardan adamın babasına benzediğini düşünmüştü. O gün ne kadar eğlendiklerini anımsadı.
Bugün de Ankara’nın sıradan kışlarından biriydi işte. Sevinç çocukken iliklerine kadar işleyen soğuğu, babasının hastalığını öğrendiğinden beri, artık hissetmiyordu. Sanki üşüten kara kış babasının sayılı günlerinden bir parça olduğu için çok kıymetliydi. Zaman geçmese ve kış hiç bitmeseydi keşke. Sayılı günlerdi ellerinde kalan. Ne kadar inanmak istemese de artık sindirmeliydi bu gerçeği. İnsan kendini nasıl hazırlaya bilirdi ki? Nasıl hazırlaya bilirdi yanında olmasını istediği varlığı kara toprağın altına koymaya? Nasıl alışa bilirdi ki gölgesinde bile huzur bulduğu babasının yokluğunun ebediyetine? Parmağındaki tek taşlı yüzüğü hafif oynattı. Düğünü olduğunda babasının koluna girip yanında olmayışını nasıl açıklayacaktı kendine? Ya ilerde anne olduğunda, çocuklarının dedesinin olmayışını nasıl adil göre bilirdi? İşte bu düşüncelere daldığı an son çareleri olan göz yaşlarını tutamıyordu. Ama bugün biraz daha güçlü olmalıydı. Abisinin doğum gününü hastanede kutlayacaklardı. Biliyordu, babasının katılacağı son doğum günüydü. Babası doğum gününü kutlamaları için ısrar etmişti; kendisi olmasada hayata kaldıkları yerden devam etmeleri gerektiğini, yoksa toprak altında huzurlu uyuyamayacağını söylemişti. “Bana yattığım yerde huzur vermek istiyorsanız, arkamdan ağlayarak üzülerek gidişimden ötürü bana vicdan azabı çektirmeyin. Sizi hayattan alıkoyarak çok huzursuz olurum ben oralarda,” demişti. İnsan dal olduğu ağaçtan düşercesine yaşamdan koparken bunları söyleye biliyorsa, onun da ağlamaması gerekiyordu.
Abisinin kapıyı tıklatmasıyla düşünceleri bölündü ve Sevinç elindeki yeşil mendille göz yaşlarını sildi. ”Kimsenin vicdan azabı olmamalıyım” diye düşünürken, hemşire refakatçı odasına geldi ve ikisine bakarak kısık bir sesle “başınız sağ olsun” dedi. Sevinç’in mendili elinden düştü. Babalar çoğu zaman çocuklarından önce giderdi ve onları unutmak zordu ama zamansız gidenleri unutmak dahada zordu. Kimi Sevinç’lerin zamansız hüznüydü bazı vedalar. Zamansız giden babalar ağzında sigarayla eriyen kardan adam gibiler. Akciğerleri gözleri gibi kapkara oldu diye vicdan azabı çektirilmemesi gereken bir kardan adamdır bazı babalar.

Not: Rahmetle andığım değerli Cafer Tuncer'in anısına.

 
Toplam blog
: 25
: 797
Kayıt tarihi
: 28.04.14
 
 

Sorgulamadan geçen bütün fikirler yazılmalı.  ..