Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Temmuz '17

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Zanzibar - Tanzanya

Zanzibar - Tanzanya
 

Zanzibarlı bir güvercinsin, Afrika şiveni saklamazsın.


Hemen konuya gireyim, THY ile geldik buraya. İstanbul’dan kalkan uçak 7 saat kadar sonra Klimanjaro’da durdu, uçağın 5’te 4’ü indi. 10-15 kadar kişi de oradan bindi ve azınlık olarak 1 saat uçakta bekleyip, üstüne 1 saatlik uçuştan sonra adaya indik. Küçücük bir havaalanında, iki tane form doldurup, kişi başı 50 usd verdikten sonra, parmak izi alınması ve fotoğraf çekilmesi aşamalarının ardından vizeyi aldık. 90 günlük bir vize, ancak tek girişlik. Şu meşhur dedikodu konusu olan aşının ise hiç lafı geçmedi. Zaten koca adada bir kere bile bir sivrisinekle göz göze gelmedim diyeyim de iyice şaşırın.

Havaalanı, hayatımda gördüğüm en küçük havaalanı ve resmen elle yapılmış gibi. Check-in kontuarları anneannelerimizin evinde bulunan, ahşap ve çekmeceli komodinlere benziyor. Küçük bir market boyutunda duty-free’si var ve 3 adet gate var.

Uçaktan sabahın köründe indiğimiz ve az kişi olduğumuz için takside pazarlık şansımız pek olmadı. Uçağın kaptanı da sigara içerken ‘genelde 50 usd’ye götürüyorlar’ deyip üstüne ‘bize 40 verin sizi bırakalım’ diye espri yaptı ve biz de cabin crew’i geride bırakıp, 50 usd’ye, 1 saat 5 dakikalık bir gece yolculuğunun ardından Nungwi’ye vardık. Taksici otelin orada numarasını verdi ve dönüşte 35 dolara şehre bırakabileceğini söyledi, şu an 50 usd istemiş olmasının nedenini de, sabahın körü olduğu için müşterisiz geri döneceğine bağladı. Ama görüldüğü üzere, daha uygun bir saatte havaalanından adanın kuzeyine 35 usd’ye de gidebilirsiniz.

Her yerde USD geçiyor. Yine meşhur dedikodulardan birine değineyim, tarihi 2000’den eski olan banknotları, kendi para birimlerine dönerken banka ve döviz büroları daha düşük kurdan bozduğu için esnaf kabul etmemeye meyilli, ancak başka nakdinizin olmadığını söylerseniz parayı almaktan başka çareleri kalmıyor. Zaten başka bir turiste veriyorlar o eski banknotları, çünkü bizim de elimize bir 20’lik para üstü olarak verilmişti turcu beach boys tarafından. Ve evet, burada ‘beach boy’ kavramı var. Sahillerde dolanan, ‘hakuna matata’ (sorun yok), ya da ‘mambo jambo’ (merhaba, naber) gibi yöresel ve meşhur cümlelerle size salça olan, anahtarlık, tur, gideceğiniz yere taksi, ya da uyuşturucu madde satmaya çalışan kesim bu. Bazen başınızdan kovmanız zor olabiliyor, bir yerden sonra işi dalgaya vurup Türkçe konuşmaya başladık, genel olarak anlamayan gözlerle bakıp uzaklaştılar. Zaten İstanbul’un ismini hayal meyal bir yerlerden hatırlayan bir azınlık dışında Türkiye’nin yerini haritada gösterebilecek birine rastlamak çok zordu. Bir şey alacaksanız da, halkın büyük bir kısmı Müslüman olduğu için, bir ‘selamünaleyküm’ ile olaya girerek daha az kazıklanmanın kapısını açabilirsiniz.

Adanın ancak Şeyseller ya da Maldivler gibi destinasyonlarda bulabileceğiniz turkuaz denizi ve beyaz kumu, kuzey taraftaki sahillerde yoğunlaşmış durumda, ki buralar gelgitten de çok fazla etkilenmiyor. O yüzden lüks otellerin çoğu buraya konuşlanmış ve en iyi restoranlar da bu otellerin. Neredeyse her kahvaltıda garsonlar yerel şarkı ve minik danslarıyla bir konuğun doğum gününü kutluyor. Tavuk-pilav ve envai çeşit meyve var kahvaltılarda. Bizim mutfağa benzeyen ancak domates ve salatalığı sayabilirim, onların da tadı damağınızda kalmıyor hani. Öte yandan deniz ürünleri gayet iyi, babaları çıksa yiyor olmalılar, zira balıkçılık önemli zanaat. Ahşap oyma, resim, tabak çanak zanaatı da fena değildi, çarşı pazarlar bu ürünlerle dolu. Tavuklar lezizdi, zira hepsi gezen tavuk. Çarşı pazarda size söylenen fiyatın en azından yarı fiyatına her şeyi alabilmeniz mümkün. Öte yandan fakirlik had safhada olduğu için bir yerden sonra pazarlık etmek içinize sinmemeye başlıyor. Ancak kimisi iki kat yerine üç kat fiyat söylüyor, o yüzden küçük bir pazar araştırması şart.

4 gün Nungwi’deki bir otelde, 2 gün de Nungwi-Kendwa arasındaki bir otelde kaldıktan sonra, son geceyi Stone Town’da geçirdik. Öğle yemekleri, iki kişi kabaca 20-25 dolara, akşam yemekleri de 45-50 dolara geldi. Kötünün iyisi diyebiliriz, fakir ama o kadar da ucuz bir memleket değil. Magnet fiyatları mesela, 3 usd’den giriyorlar, 1.5’a indirebilirseniz şanslısınız. Mnemba Adası’nda şnorkel ise balıkların üzerinde görebileceğiniz renk skalasının genişliğini tatmanız açısından oldukça popüler bir aktivite. İki kişi 35’e anlaştık. Dönüşte balık-pilav ve karpuz-mango keyfi yapacağınız yerden ise ayrılmak istemeyeceksiniz. Prison Island, yaşlı kaplumbağaları görebileceğiniz bir yer, ama önce Stone Town’a gidip oradan deniz yoluyla ulaşmanız lazım.

Nungwi’den Stone Town’a geçerken birçok evin yarım kaldığını göreceksiniz. Burada genel olarak kendi evini kendin inşa ediyorsun ve eline para geçtikçe duvar ekleye ekleye ilerleyebildiğin için evin çatısını koyup bitirmen yıllar alabiliyor. İçinden tarla geçen, mısır koçanlarının büyüdüğü duvarlar vardı mesela. Birkaç duvar bir araya gelebilmiş, yıllarca ele yeterli para geçmemiş ve içinden mısır koçanları geçmiş...

 

Stone Town, şehrin dokusunu hissedebileceğiniz en iyi yer. Dönüş uçağı direkt İstanbul, 7 saat 20 dakika ve sabah 5.40’ta. O yüzden Ctesi 14:00 gibi şehre geldik, 30 usd’ye vasat ama temiz bir oda bulduk, çantaları bıraktık ve şehre daldık. Nungwi’deki otelde tanıştığımız bir Türk çift ile beraberdik son gün. Sahil tarafına indiğimizde şu meşhur ‘acayip ev’in karşısında, lisanslı bir tur rehberi, bizi gezdirebileceğini söyledi. Kabul ettik, 4 kişiyi, 1 saat 15 dakika kadar 20 usd’ye gezdirdi. Gayet faydalı da oldu, kendi çizdiği bir rota var ve önemli şeyleri anlata anlata gezdiriyor. Tüm dedikoduların toplandığı ‘Jaws Corner’ mesela. O küçük meydanda bir de direk var ve ‘tırmanırsan uluslararası arama yapman bedava.’ yazılı bir levhanın altında bir telefon. Telefon çalışmıyor tabii. Kapılar oldukça şık. Hint ve Arap mimarisini birbirinden ayırabiliyorsunuz. Şehirde 500 kadar Hindu var, 2 kilise, 8-9 kadar da büyük camii.

‘Zanzibar Coffee House’da çeşit çeşit kahve var. ‘Maru Maru’ isimli restoranda ise manzara şahane, kokteyl ya da bira ile güneşi batırmak için ideal bir ortam. Yemek için de Taperia’yı seçtik, bir sürahi sangria eşliğinde tapas çeşitlerini deneme şansınız oluyor. Balık pazarındaki kokuyu, sinekleri, insanların keşmekeşini de deneyimleyin. Girdiğiniz gibi çıkacak olsanız da ilginç bir deneyim. Faruk’un (Freddy Mercury) evi hayal kırıklığına uğratabilir, ama burada bir ev ne kadar şaşaalı olabilir ki... Çocuk fotoğrafları güzel oluyor, ancak yetişkinlerin bazıları fotoğraflarının çekilmesine izin vermeyebilir, şaşırmayın. Hatta bir okula girecekken rehber, turistlerin hoş karşılanmadığını söyledi. Sebebi de fotoğraf çekmemizmiş. ‘Neden çekmeyelim?’in cevabı da şu: Okulun içi ve öğrencilerin görüntüsü pek içler acısı olduğu için, bu fotoğrafı gören ve ülkeye yardım eden, para gönderen ABD, Türkiye gibi ülke büyükleri, yapılan yardımların aslında asıl gitmesi gereken yerlere ulaşmadığını görürlerse yardımı keserler diye imiş. Halkın değil de başkasının cebine girse de para gelsin mantığı  var tabii. Bu arada Obama’dan da yakındı kendisi. Başkan seçilince burada halk pek bir mutlu olmuş, ama hiçbir faydasını da görememişler...

8 gecelik bu tatilin ardından aklımda en çok kalacak, hatta ölürken gözümün önünden geçecek olan o film şeridinde kesinlikle yer alacak sahne ise, ilk gün uçaktan inip otele vardığımızda, hava yeni yeni aydınlanırken gördüğüm sahneydi. Deniz, kumlar, birkaç dhow (arap yelkenlisi) ve gökyüzü... O anda cennetin aslında yer yüzünde olduğunu görüyorsunuz...

 
Toplam blog
: 53
: 1499
Kayıt tarihi
: 17.10.08
 
 

*Liberal muhafazakar, oldukça postmodernist ve meritokrat bir gezgin  *Kuleli - Galatasaray - Boğ..