Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ocak '10

 
Kategori
Güncel
 

Zavallı Haiti acı çekiyor.

Zavallı Haiti acı çekiyor.
 

Port-au-Prince, Haiti


12 Ocak'ta Haiti'yi vuran depremi ne derece takip ediyorsunuz bilmiyorum ama ben gün içinde mümkün olduğunca çok haber almaya çalışıyorum. Sabah uyanır uyanmaz da ilk işim CNN'i açmak oluyor. Biliyorsunuz, 7.0M şiddetindeki deprem özellikle nüfusun en yoğun olduğu Port-au-Prince'i yerle bir etti. Kızılhaç'a göre şu anda 50.000 ölü var ve bu rakamın 200.000'e tırmanmasından korkuluyor. Sokaklar ceset yığınlarıyla dolu. Su yok, hijyen sıfır ve salgın hastalık tehlikesi var. Zavallı insancıklar.. Zaten fakirlik bellerini bükmüş, tanrı onları sınıyor. Acıdan sesi kısılmış çocuğun yarı bedeni beton kütlenin altında, son haykırışlarını yapıyor. O kapkara yüzlerden aşağıya süzülen yaşlar yüreklerimizi dağlıyor. Geride kalanlara yaşamak ne anlamsız geliyor. Tüm ailesini kaybetmiş bir insan neden yaşamak istesin ki ? Hayat hep birlikte güzel ve yaşanası.. Köşe başlarına çökmüş, başını iki elinin arasına almış ne çok insan var. Onları öyle iyi anlıyorum ki.. Tek tek sarılmak isterdim hepsine.. TV'de, yıkılan binalara değil, zavallı insanların yüzlerine bakın.. Korku ve endişe hakim. Yaşamaya dair en ufak bir arzu bile yok! Neden olsun ki ?

Keşke yakın olsaydım onlara.. Binlerce mil uzaktan ne faydası var ağlamamın? Neredeyse 1 hafta olacak ve enkazın altında eminim ki daha on binler var. Ölü bedenler çoktan çürümeye ve kokmaya başlamıştır. Siz hiç ceset kokusu duydunuz mu ? Neye benzediğini biliyor musunuz ? Emin olun ki Jean-Baptiste Grenouille'ın duyduğundan farklı !

8 Eylül 2006'da kaybettiğim canım annemi 1999 Ağustos ayı başlarında İstanbul Başıbüyük'teki Marmara Hastanesi'ne yatırmıştık. Teşhis Hipofiz Adenomu'ydu. Yani, hipofiz bezinde dev bir tümör vardı ve derhal alınmalıydı. Saatler süren ameliyatla alındı da ama öyle büyüktü ki anneciğim tek gözünü de kaybetti. Allahtan tümör habis değildi! Günlerce yoğun bakımda kaldı. İşte o hastane günlerinden birinde, sabaha karşı vurdu hepimizi Marmara Depremi. Haiti Depremi gibi yine günlerden Salı'ydı. Yerimizden kalkamadığımız o bitmez 45 saniyenin sonundaki o meşum sessizliği hatırlayanınız var mı ? Işıkara hocamızın TV ekranlarının baş aktörü olduğu o günlerde artçı tehlikesine karşı hastaneyi boşaltma kararı çıkınca, Yoğun Bakım Ünitesi dahil tüm hastalar yataklarıyla bahçeye çıkarılmıştı. Hastaların bahçeye nakil işlerini de biz refakatçiler yapmıştık. Allahtan mevsim yazdı ve hava sıcaktı ama gece oluyordu ve ciddi bir aydınlatma sorunu vardı. Hastalar ortada toplandı ve arabalarla yatakların etrafını çevirdik, farlarımızı yaktık. Sanki Sahra Hastanesi gibiydi. Kendi acısını unutmuş, depremde ölenlere ağlıyordu anacığım. Nur içinde yatsın.

O dönemde Adapazarı'nda 3 büyük fabrikayla çalışıyorduk ve onlarca samimi arkadaşım vardı. Haber alamıyordum ve aklım onlardaydı. Cep telefonları çalışmıyordu ve annemi bırakıp yanlarına da gidemiyordum. 3 gün sonra gittiğimde gördüğüm manzara karşısında olduğum yere çöktüğümü ve hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum. Ağlamayan yoktu ki.. Birbirini tanıyan, tanımayan herkes birbirine sarılıyordu. İnsancıkları esir alan psikolojik travma inanılmazdı! Hıçkırıklar gökyüzüne yayılıyordu. Şehir yoktu! Devasa beton yığınlarına sarılan, ağlayan insanlar vardı, yüzlerce.. Kim bilir anası, babası, karısı, çocukları kaç kat betonun altındaydı? Yaşanan acıyı tahayyül edebiliyor musunuz ? İşte o acıyı çekmektense ölmek en hayırlısıydı. Acı çeken insanlar bile sizi bu düşünceye itebiliyorsa varın siz kendi canınızın enkaz altında olduğunu düşünün.

Eylül sonuna dek her hafta sonumu Adapazarı'nda geçirdim. Günde kaç yüz kez, "sesimi duyan var mı" diye bağırdığımı hatırlamıyorum. Enkazdan çıkardığımız insanlar olunca yaşanılan sevinci size hiçbir kelimeyle anlatamam. İnanın o ne gülmek ne de ağlamak gibi bir şey ! Bambaşka bir duygu patlaması. Her defasında yeni bir çocuk sahibi olmanız gibi bir şey belki de.. Akşam çökünce çadırlarda ortak olunan çorbaya gözyaşlarımız karışırdı. Sabahlara kadar uyumaz, yakılan ağıtlara karışırdık. Hiç aynı anda gülümseyip ağladınız mı ? Bir dilim ekmeğini, ayağı kırık bir köpekle paylaşan kömür gözlü bir çocukla bakıştınız mı ? Umudu sönmüş, feri gitmiş gözler gördünüz mü ? Enkaz arasında olanlardan bihaber, yaşadığına sevinmesi gerektiğini bilmeyen, "baban akşama gelecek" diyen gözü yaşlı anneye inanan, "çekilin ayak altından" diyen amcalardan korkan çocukların "yakalamaca" oynayışını izlediniz mi ? İnanın TV'de seyretmek gibi değil o felaket anları! Giriş-çıkış'ların kontrollü yapılabildiği metruk şehre ikinci haftada artık kesif bir ceset kokusu hakim olmuştu. Ciğerlerime işleyen o koku nedeniyle artık hiçbir şey yiyemez hale gelmiştim ve ne yersem çıkarıyordum. İşe motivasyonum da sıfırdı. Bütün hafta yiyecek ve giyecek topluyor, Cumartesi sabahı da erkenden yola düşüyordum. Daha Sapanca'ya yaklaştığımda nabzım yükselmeye başlıyor ve dua ediyordum.

50.000 insanımızı kaybettiğimiz, 600.000 insanımızın evsiz kaldığı 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi'nde 5 arkadaşımı, eşlerini ve bazı çocuklarını kaybettim. Sağ kalan çocuklardan bazılarının elimden geldiğince bakım-tahsil masraflarını üstlendim. Geriye kalan halalar, amcalar, teyzeler de kucak açtı küçük canlara ve fabrika bahçelerinde kurulan prefabrik evlerde onları ziyaret etmeyi hiç ihmal etmedim. Artık kocaman oldular ve o kara günleri hiç hatırlamak istemiyorlar.

Çok sevdiğim bir diğer arkadaşımın acı hikayesini ise blog olarak zaten daha önce yazmıştım. Yine link'ini vereyim.

http://blog.milliyet.com.tr/Duru_ldu_o_gece_!/Blog/?BlogNo=167133

İşte ben o nedenle Haiti'yi çok iyi anlıyorum. Artık şehre hakim olan ceset kokusunu çok iyi tahmin edebiliyorum. Umudunu yitirmiş gözlerden çağlayan gözyaşlarını da çok iyi tanıyorum. Kalbim şimdilerde onlar için atıyor. Tanrı acısın ve yanlarında olsun.

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..