- Kategori
- Yoga / Meditasyon
Zihnim ve Ben II: Zihnimi durduruyorum

Zihnimi nasıl durdurabilirim? Bu sürekli dır dır eden, kesinlikle beni yalnız bırakmayan bu vızıltıyı nasıl susturabilirim? Bunun sesini azıcık kısabilsem, ama nasıl?
Hepimizin kafasının içinde sürekli onunla olan ve bazen yüksek bazen de kısık sesle konuşan başka biri vardır. Bazen, o ben miyim? Yoksa ben mi o? Şimdi bu cümle kime ait ? Bunu ben mi söyledim? diye bizi şüpheye düşürür. İnsan, neredeyse hangi sesin kendine ait olduğunu bilemez. Hele bir de sıkışık durumlarda ve stres anlarında bu ses gittikçe kendini kopyalayarak çoğalır ve adeta çok sesli bir orkestraya dönüşür. Oysa insanın o anlarda ihtiyacı bu orkestranın her telinin farklı şarkı çalması değil, mutlak sessizliktir. Bu sessizliğe ulaşmak o kadar zordur ki buna ulaşamamaktan dolayı çoğumuz hasta olmuşuzdur. Zihin önce kendini yer bitirir, sonra başlar sinir sistemini kemirmeye ve oradan da türlü bedensel aksaklık ve hastalıklara yol açmaya, bir bakmışız ki bir gün kendimizi doktorun karşısında bulmuşuz.
Doktorun karşısına otururuz oturmasına ama hala, o bedenimizin her tarafını gelişi güzel dolaşan, bir gün sırtımızda bir gün belimizde bir başka gün kolumuzda kendini gösteren bir türlü yeri tespit edilemeyen ağrının nedeni nedir? Bir türlü anlaşılamayacağından bir sürü saçma sapan ağrı kesici ve bunun yanında günümüzün modası sakinleştirici, mutlu hissettirici türevinden bir kaç ilaçla evimize döneriz. Çok geçmeden anlarız ki bu ilaçların hiç biri aslında derdimize çare değil.
Günümüzde hiç bir doktor bize kendimizle, kendi zihnimizle dost olmayı öğretemiyor. Zihnimizi durdurmayı en azından yavaşlatmayı tavsiye etmiyor. Muhtemelen kendi de bilmiyor ya da duydukları bu yeni çağ zırvalıkları diye nitelendirdiği yöntemlere şüpheci ve çok uzaktan bakıyor. Yani kendi zihni de buna engel oluyor. Doktorların görevi bu mu? diyeceksiniz. Onların görevi makine bozulunca başlıyor. Bir iyileşme reçetesi yazıyor, iyileştiremese de iyileştirmiş gibi yapıp kendini tatmin ediyor.
Peki zihni yavaşlatmayı, durdurmayı, onu izlemeyi, onu himaye etmeyi ve onu bir düşmandan dönüştürüp kendimize dost yapmayı kimden ve nasıl öğreneceğiz?
İşte zihnim ve ben seminerlerinin diğer can alıcı sorunsalı budur. Tamam anladım. Ben bu zihni durdurmalıyım ama nasıl?
Zihnin kendiliğinden çok kısa anlara özgü durduğu ya da durduğunu zannettirecek kadar yavaşladığı zamanlar var elbet. Var ama bunların hepsi dışarıdan komuta edilen ve ya başka bir nesneye, aracıya ihtiyaç duyulacak durumlardır. Zihnin doğal olarak kendiliğinden durduğu anları hatırlayalım; seks, tehlikeli anlar, zorlayıcı sporlar, adrenalinin tavan yaptığı durumlar.
Mastürbasyonu saymazsak, seks için bir başka kişiye ihtiyaç duyarız. Tehlikeli bir spor için ya kilometrelerce yol kat edip dağın tepesine çıkmalıyız oradan paraşüt ya da bungee atlaması yapmak için ya da yarış arabasına atlayıp son hızla araba sürmemiz gerekir. İyi de zihnin zamanı yoktur ve dış dünya sessizleştiği ve durgunlaştığı zaman daha çok konuşur daha doğrusu biz onun sesini dışarısı sakinleştiğinde daha çok duyarız. Bu da genelde, gün bitiminde akşam eve döndüğümüzde ve günün tüm sorunlarını arkada bırakıp, ayaklarımızı uzatıp şöyle bir dinlenmeye niyetlendiğimiz zamandır. Tam biz bir kaç sayfa kitap okuyayım da iş hayatımdaki sorunlardan biraz uzaklaşayım deriz, bir bakmışız iki sayfa sonra yine ofisteyiz ve o allahın cezası projeyi masaya yatırmışız orasını mı böyle düzeltsem, yoksa bu bölümü tamamen kaldırsam mı? diyoruz.
Aslında ofise giden biz değiliz tabi, zihnimiz gitmiş ve gün içinde bitemeyen işleri bitirmeye çalışıyor. Peki neden? Neden siz evde koltukta uzanmış, rahatlamış ve kitap okuyorken o birden bire size sormadan çekip ofise gidiyor daha doğrusu gidebiliyor?
İşte burada söz konusu olan kimin efendi ve kimin köle olduğudur. Eğer insan kendini zihinle özdeşleştirirse o zaman zihin hemen dizginleri ele geçirir ve efendiliğe soyunur. İnsan da onu dinler, çünkü zihninin sesini özünün sesi sanar. Yönetim ondadır. Oysa insan sadece zihinden ibaret olmadığının farkına varmış ise, o zaman zihnine uzaktan bakabilir. Bakmakla kalmayıp onu yönetebilir. Ancak, çoğu zaman bu yönetimi nasıl yapacağını bilemez. Zihninin yaramazlık yaptığını ve kendi başına davranmaya çalıştığını gözler ama nasıl müdahale edecek en büyük sorun budur. İşte burada en büyük mücadele de başlar. Ancak ilk idrak çok önemlidir.
Zihnini dışardan göremeyen ve onu izleyemeyen için onunla mücadele ve onu yönetme yöntemlerini konuşmak ilkokul çocuğunu üniversiteye almak gibi bir şeydir. Zaten ilk idraka varmış kişi bir arayışa girer ve doktorunu ya da öğretmenini arar. Öğrenmek istediği, ben bu zihnimi nasıl yöneteceğim sorusuna yanıttır.
İşe, öncelikle zihnin aynı bir çocuğu eğitir gibi bir eğitime ihtiyacı olduğunu kabul ederek başlamalıyız. Onun okula gitmesi gerekiyor. Onun elinden tutulup yol gösterilmesi gerekiyor, onun yok edilmesi ya da düşman olarak nitelendirilmesi değil. Bunu anladıktan sonra zihnin eğitimi için hemen hemen her kültürde bin yıllardır kadim ermişler tarafından geliştirilmiş bazı tekniklerden bir ya da bir kaçını seçerek aynı tekniği yılmadan usanmadan tekrar tekrar uygulayarak zihin eğitilir ve artık sizin dostunuz olur. İstediğiniz zaman en kalabalık, gürültülü, curcurnalı ortamlarda ya da stresin tavan yaptığı iş yetiştirme zamanlarında bile öğrendiğiniz bu tekniklerle, zihninizin sakinliğini korur ve tansiyonunuzun ya da nabzınızın yükselmesine engel olursunuz. Zihnin başınızı ağrıtan dırdırlarını kesebilirsiniz. Böylelikle hem bedensel sağlığınız korunur hem de yaşam kaliteniz, dolayısıyla yaptığınız işin kalitesi artar ya da yüksek kalır.
Zihnin eğitim sürecini aşamalandırırsak, ilk aşama zihnin sizin bir parçanız olduğunu, bütününüze eşit olmadığını kabul etmek ve bunu idrak etmek dedik. Bunu yüzeysel olarak kabul etmek işe yaramaz, bu idrakın içselleştirilmesi gerekir. Bunun için bazı basit alıştırmalar yapılabilir. Örneğin, her hangi bir şeyle uğraşırken birden bire durup kendinize dışardan, yukardan ya da yıldızlardan bakın ve kendinizi aynı başka birini izlermiş gibi izleyin. Siz kendinizi izlerken zihninizi de izliyor olacaksınız. İlk denediğiniz zamanlar bu bir kaç saniye sürebilir, daha sonra 20 -30 saniye bir bakmışsınız bir gün 1 dakika sürer.
Bu insanın kendini nesnel, dışardan görebilmesi için yapabileceği en güzel egzersizdir. İnsan kendi dışına çıkmıştır ve oradan kendi içine bakıyordur. Bakış açımız sürekli içerden dışarıya iken birden bire bu dışardan içeri olur. Her şeyin boyutu, görünüşü, perspektifi değişir. Dışarıdan kendi içinize bakma egzersizinde başarılı olduğunuz zaman artık zihninizin sizin sadece bir parçanız olduğunu sadece kabul etmekle kalmayıp, onu bir parçanız ama vazgeçilmez bir parçanız olarak idrak edeceksiniz. İşte o an, nasıl karın kaslarım ya da kol kaslarım benim bir parçam ve onların güçlenmesi ya da sağlamlaşması için bazı egzersizler yapıyorum, zihnim için de bazı egzersizler yapmalıyım önermesi sizin için anlamlı olacaktır. Zihninizin dışına çıkma egzersizleri sizi zihninizin ötesine geçmeye hazırlayacaktır. Bu da zihni durdurma yolunda yapılabilmesi gereken tek şeydir.
İşte bizim bu vazgeçilmez parçamızın eğitimi bize, kol kaslarımızın eğitiminden hayli zor gelir. Çünkü öncelikle böyle bir kavramla ilk defa karşılaşıyoruzdur. Okullarda beden eğitimi vardı, bir sürü öğretim içerikli dersler vardı ama zihin eğitimi dersi yoktu. Bu bize o kadar yabancı ki, bu konudan söz edenlere kafayı yemiş bu, diye bile bakabiliyoruz.
Zihnin, parçamız olarak idrakını sağladıktan sonra yapılacak şey, onun yavaşlamasını ve bir noktada sabitlenmesini sağlamaktır. Zihin bizim parçamız ve nefesimizle neredeyse ikiz kardeş gibi hareket eden bir olgu. Nefesimiz bizim içimizde sürekli dolaşan hava akımı, nefesimize yabancı değiliz ancak nefes alıp vermemiz çoğu zaman düzensiz ya da kaotik. Şöyle düşünebiliriz. Zihnimiz ne zaman karışık, bulanık ya da bir koşuşturma içindeyse kendine yanında koşturmak için bir duygu çağırır. Bu duygu anksiyete, sabırsızlık, korku, gerilim olabilir ve bu duyguyla beraber koşmaya başlar. Zihnin çağırdığı duyguya göre nefes kendini ayarlar. Sıklaşır, kesik kesik olur, göğüs sürekli şişip kabarır ve nefes gözle görülür ölçüde sığlaşır. Neredeyse hava içimize girmek istiyor da içimizden bir güç onu hemen dışarı itiyormuş gibi bir durum oluşur. Nefes yeterince bedenin içinde kalamaz. Çünkü dikkat, zihin tarafından zapt edilmiş ve duyguyla da desteklenerek nefes aracılığıyla tüm insan organizması zihin tarafından ele geçirilmiştir. İşte bu ele geçirilme anları ne kadar çok ise beden süreç içinde sağlığını yitirmeye başlar. Tüm hücrelerine yeteri kadar oksijen ve yaşam gücü enerjisi gitmiyordur. Nefes yanlış hareket kalıplarına kilitlenip kalır. Bazen alışkanlıktan bile nefes durup dururken akışını yanlış yönde değiştirir.
Bunların farkında olmayan insan, hala daha ben işte böyleyim, hemen heyecanlanırım, ay yüreğim ağzıma geldi, bu benim yapım elimde değil gibi farkındalıktan uzak bir bilinçle yaşamaya devam eder. Bu insan, zihni ve duyguları tarafından tamamen ele geçirilmiş bir kaledir. Kalenin içine hapsolmuştur ve sağlığı için bu kalenin dışına çıkmak zorundadır.
Zihin, duygu ve nefes üçlemesini anlarsak zihnin eğitiminde nefesin ne kadar önemli olduğunu da anlayacağız. O zaman zihni uzaktan seyretme egzersizimize bir de nefesi ekleyelim. Bunun için rahat bir oturma pozisyonuna geçip omurgamızın dik olduğundan emin olduktan sonra burnumuzdan aldığımız nefesi göbek deliğimizin altına yönlendirerek karnımızı aynı bir balon gibi şişirelim. Bunu en az 4’e kadar sayarak yapalım ve yine burundan nefesimizi 4 sayıda verelim. Nefesi karna yönlendirdiğimizde karın kaslarımızı iyice dışarı doğru itiyoruz ve nefesi verirken karın kaslarımızı içeri çekiyoruz. Karın kasları aktif ve canlı. Buna karın ya da diyafram nefesi diyoruz. Bu aslında embriyo nefesidir. Yani anne karnındayken pranayı yani yaşam gücü enerjisini göbek deliğimizden bağlı olduğumuz kordon aracılığıyla annemizden alıyorduk. Bebek doğduğunda nefesi yine karnından alır ancak zamanla yaşamın getirdiği duygularla insanların nefes kalıpları değişir.
Bu bağlamda karın nefesinin insana ayrıca rahmi hatırlatması bakımından kendini güvende, rahat ve sakin hissettirmesi söz konusudur. Dolayısıyla, o an hangi negatif duygu fırtınası yaşıyorsanız yaşayın 10 kez derin karın nefesi yaparsanız bu duygu fırtınasını dindirebilir ve yeniden sakin bir göle dönüşebilirsiniz. Ancak bir şartımız var. Bunu tüm bedeniniz, zihniniz ve ruhunuzla yapacaksınız. Tek bir noktada yoğunlaşacaksınız, o da nefesiniz olacak. Ekagrata, yani tek bir noktada yoğunlaşma sanatı zihninizin sakinleşmesini, zihniniz tek bir şeye yoğunlaştığı için sürekli meşgul olduğu diğer bir sürü düşünceden uzaklaşmasını ve bunun sonucunda da sizin açınızdan çok net ve neredeyse elle tutulur bir hale gelmesini sağlar.
Zihin tek bir noktadayken küçülür, sınırları bellidir. Bu durumda aslında onun sizi değil de sizin onu kapsadığınızı fark etmeniz kolaylaşır. Onu artık göz hapsine almışsınızdır ve çok rahat izliyorsunuzdur. Bunun bir sonraki adımı, zihnin ötesine geçmek yani meditasyondur. Yani, özünüzle hakikat’ın arasındaki perde olan zihni kaldırmak meditasyondur. Her şeyi olduğu gibi, zihnin hiç bir yorumu, şüphesi, yargısı, etiketlemesi olmadan, sadece öylesine olduğu gibi görmek. Zihnin tercümesi olmadan deneylenen gerçeklikte güzel-çirkin, iyi-kötü, uzun-kısa yoktur, her şey neyse odur, dualite yoktur, iki kutupluluk yoktur, sadece varoluş vardır. Varoluş, olduğu gibi görüldüğü zaman dingin, sakin, kıpırtısız ve bütündür. Varoluşu gerçek doğasıyla bir kaç saniye bile deneyleyebilen kişi artık ona aşık olur ve bu deneyimi her zaman yaşamak ister. Bu hakikate duyulan aşktır.
Karın nefesi üzerinde ustalaştıktan sonra, bir de tam nefes egzersizini deneyelim. Burada da yine burundan 4 sayıda nefes alıyoruz. Nefesi alırken dikkat etmemiz gereken şey, önce göbek deliğinin altı yani karın, sonra mide, en son göğüs şişecek ve nefesi verirken de önce karın sonra mide en son göğüs inecek şekilde nefes alıp veriyor olduğumuzdur. Alış ve verişlerimizin aynı sürede olmasına dikkat ederek nefes alış-verişimizi eşitleriz. Bu süre ustalaştıkça uzatılır. Bu da yani nefesin eşitlenmesinden gelen denge, pranik yani nefes bedenimizde hissedilir. Zihni olduğu an’a ve bedene biraz daha çapalamak ihtiyacındaysak nefesin yanına bir de nefesin doğal sesi denilen so ham mantrasını ekleyebiliriz. Nefes alırken parmaklarımızla 4’e kadar sayarken zihnimizle so, verirken yine parmaklarımızla 4’e kadar sayarken zihnimizle ham deriz.
So ham, so ham, so ham, so ham, so ham, so ham, so ham, so ham, so ham, so ham..…
Bu egzersizleri günün aynı saatinde ya da saatlerinde ayıracağımız 10 -15 dakika boyunca yapalım. Bunu yaparken beklentimizin sıfır olmasına dikkat edelim. Beklenti varsa zihin çalışıyor demektir. Yargıdan uzak olalım, bu da yine zihnin iş başında olduğunun kanıtıdır.
Bıkmadan, usanmadan, beklemeden, ummadan her gün, kısa süre bile ayırarak devam ederseniz, bir gün artık bir şeylerin değişmiş olduğunun farkına varırsınız. Zihninizin sınırlarını artık görebiliyor ve onu yönetebilmeye başlıyorsunuzdur. Elinizdeki bu basit tekniklerle bunu sağlamak mümkün yeter ki niyet edin ve sabırla üzerine gidin. Aynı çocuğunuzu küçükken eğittiğiniz gibi.
Unutmayın, zihin sizin her zaman yanınızda olacak ve ölüme kadar sizi terk etmeyecek tek parçanızdır. Onunla dost olmayı istemez misiniz?
Seda S. Kervanoğlu
Şubat, 2014