Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Eylül '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Zıt

Zıt
 

Beynimde iki farklı kişi vardır benim. Yoo ! Ben tabii ki şizofren değilim. Kendimi bildim bileli bu ikiliyi tanıyorum; duyuyorum. Birbiriyle sürekli kavga edip duran, bir türlü aynı fikirde buluşmayan iki geçimsiz ses. Birinin “beyaz” dediği diğeri için “siyah”tır; geceyse gündüz… Birisi hep ağırbaşlıdır. Olması gerektiği gibi, özverili, nazik, yumuşak. Öncelikleri hep karşısındakine verir. Onların mutluluğuyla mutlu olur; üzüntüsüyle kedere düşer. Sevecendir; sabırlıdır. “Olgun Ben” derim ben ona… Diğeri ise şımarık bir okul çocuğudur adeta. Tembeldir, uçarıdır. Kendi istekleri ön plandadır daima. Ele avuca sığmaz; ne “dur” dan anlar ne de “sus” tan… Öfkesini kontrol edemez. Sabırsızdır; katıdır. Benim “Bencil Ben”imdir o…

Çok uzun yıllar önce –sanırım genç kızlığımın başlarına denk gelen bir zamanda- ikisinin arasında büyük bir kavga çıktı. O günden sonra “Bencil ” küstü birdenbire. Sesi soluğu çıkmaz oldu. Bütün meydan da “Olgun” a kaldı haliyle… O da istediği gibi at koşturdu özgürce. Çok ender de olsa “Bencil” sesini yükseltmeye çalışsa da “Olgun” tarafından bir güzel azarlanıp susturuldu. Ben tabii önceleri tarafsız kalmaya özen gösterdim. Her ikisi de bana aitti ne de olsa ve ben ev sahibiydim. Sessizce olanları izledim.

Sonraları içten içe “Olgun”un olur olmaz sebeplerle “Bencil” i hırpalamasından zevk bile almaya başladım itiraf etmem gerekirse. Çünkü bencil olmak kötüydü. Onları kimse sevmezdi; onlar da kimseyi sevemezdi. Ama olgunluk hep takdir edilendi. Kimseye zararı olmadığı gibi faydası saymakla bitmeyecek insanlardı bunlar. “Çok olgun bir insan!” diyerek övgüyle birbirlerine anlatırlardı. Ben hep dinlerdim. Ve “Olgun”un “Bencil” e attığı her yumrukta tarifsiz bir zafer hissi yaşardım. Artık istenmediğini kesin olarak anladığı gün “Bencil” gitti…

Onun gittiği gün , “Olgun” ve ben derin bir nefes alarak birbirimize gülümsedik. Artık , kalan hayatımızı mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşayacağımıza inanıyorduk. Keyfimizi kaçıracak ne olabilirdi ki? Ama hiç de öyle olmadı… “Olgun” kontrolden çıkmıştı çünkü! Her zaman olgun ve anlayışlı olduğum için çok yakınlarım bile gerektiğinde rahatlıkla özensiz davranmaya başladılar. Ne de olsa ben halden anlardım ve hoş görürdüm. Küsmezdim, kırılmazdım. Kapris mi? Unutun gitsin! Peki sabırlı olmak iyiydi hani? Sabrın da bir sınırı olmalıymış ve bu sınır benim zannettiğimden çok daha gerilerdeymiş meğerse! Kendime zarar verecek boyutta bir sabır hiç de iyi değilmiş. Yani “iyi” bir özelliğin fazlası “daha iyi “olarak sonuçlanmıyormuş. Bir de özveri vardı değil mi? Öncelikleri karşı tarafa verdiğinde , bunun büyük bir alışkanlık ve sıradanlık duygusuyla kabul gördüğünü fark ettiğimde ne yapmalıydım sizce? Kendi kendime “Keşke bencil de burada olsaydı” diye söylenmeye başladım. Günlerce onu her yerde aradım. Onu tekrar görmeyi çok istiyordum. Beynimin koridorlarında gezerken bir köşe başında “Olgun” la karşılaştığımızda birbirimize düşman gibi bakar olmuştuk. Aramıza kara kedi girmiş, büyük aşkımız hasar görmüştü.

Sonra bir gün artık umudumu yitirmeye başladığım bir anda “Bencil” geri döndü… Sevinç çığlıkları atarak karşıladım. Onu ne kadar özlediğimden bahsettim. Yaşadıklarımı anlattım susmak bilmeden, heyecanla. “Tamam, sakin ol!” dedi yüzünde hınzır bir gülümsemeyle; “Ben hallederim” Gözlerinde tuhaf bir pırıltı vardı… İçim rahatlamıştı. Artık kendimi daha iyi hissediyordum. Üzüldüğüm bir çok olayla, onun sayesinde başa çıkabiliyordum yavaş yavaş. Derken bir gün, daha önce sakin ve serinkanlı karşılayacağımdan emin olduğum bir durumda bir anda patlayıverdim. Bir volkan gibiydim adeta. “Bencil yönetimi iyice ele almaya başladı galiba” diye paniğe kapıldım. Bu, benim yıllardır hiç de alışkın olmadığım bir durumdu. Kendimi susturamıyor konuştukça kendimi daha kötü ve çirkin hissediyordum. Katı, acımasız ve öfkemi kontrol edemez bir durumdaydım. Kısacası kendimi tanıyamıyordum…

“İstediğin bu değil miydi?” diye seslendi bana “Bencil”. “Hayır!” diye bağırdım. “İstediğim bu değil!”… İstediğim her ikisinin doğru zamanlarda devreye girmeleri ve bana yardımcı olmalarıydı. Sonra oturup her ikisiyle de konuştum. “Olgun” , aramızda geçenler yüzünden bana biraz kırgındı hala; “Bencil “ ise kendisini kanıtlamak istediği için heyecanlı… İstediklerimi anlattım uzun uzun. “Eğer birlikte yaşayacaksak, kuralları ben koyacağım ve siz ikiniz bana yardımcı olacaksınız. İkinizin de iyi ve kötü yanları var. Biriniz olmadan diğerinizin de bir anlamı yok. Sırf bu yüzden bile birbirinizi kollamak durumundasınız. Yerine ve zamanına göre gerekirse birlikte bile çalışacaksınız. Ben de elimden geldiğince her ikinizi de rahat ettirmeye çalışacağım”

Şimdi mi? “Olgun” la aramızı düzelttik. Ama haşarı “Bencil” , ara sıra hiç ummadığım zamanlarda ortaya çıkıp yeni patlamalara neden olabiliyor. Sonra da “Olgun” dan okkalı bir azar yiyerek uslu uslu köşesine dönüyor. Biz böyle yaşayıp gidiyoruz işte...




Önerilere devam:

Sağlıkta Dönüşüm Programı ile ilgili gözünüzden kaçmış olabilecek, iki arkadaşımın çok önemli yazıları

Sevgili Tijhal’in 15/06/2007 tarihli yazısı : “Perhiz ve lahana turşusu”

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=46590



Sevgili Serdar Özdemir’in 05/07/2007 tarihli yazısı : “Seçim promosyonu; üniversite hastaneleri”

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=50469

 
Toplam blog
: 78
: 1658
Kayıt tarihi
: 04.10.06
 
 

30 yıldır Antalya'da yaşıyorum. Akdeniz Üniv. Tıp Fakültesi mezunuyum. "Tıbbiyeden her şey çıkar, ar..