- Kategori
- Edebiyat
Züleyha Hanım'ın Yaşam Standardı
yaşama standardım diye çıtayı yükseltenler ilerisini de görebilmeliler.
Züleyha Hanım saatlerdir aynanın karşısında idi.Az kalmıştı , bitti bitecek ama şu lanet olası saçlarına takmıştı.Sağa tarı- yor olmuyor, sola tarıyor olmuyor, alnına döküyor olmuyor, arkaya atıyor olmuyor ve bir türlü tatmin olamıyordu. O zaman da sinirleri gittikçe bozuluyor ve için için kızıp küfür ediyordu saçlarına.Zaten iki saatte zor bitirebilmişti makyajını.En son ola- rak da şu saçlarıma bir hava vereyim de öyle çıkayım demiş ama şu lanet olası saçlar da sanki ona inat bir türlü istediği ha vayı giremiyordu.Tavuk tüyü gibi saçma sapan duruyorlardı işte Halbuki Züleyha Hanım sabah erkenden kalkmış bir güzel banyo yapmış, yüzünü canlı göstermek ve o şahane güzelliğini öne çıkarmak için saatlerce makyajı ile uğraşmış, sonra bir saat boyunca da aynanın karşısına geçip hangisi yakışıyor diye gardıropta ne var ne yok ortaya dökerek tek tek giyip üzerin- de denemişti.Aynanın karşısında olmaktan canı çıkmıştı.Yatak odası tam bir perişanlık içindeydi.Giyip giyip beğenmeyince de kızıp oraya buraya fırlattığı giysilerin kimileri karyolanın üstünde, kimileri yerlerde, kimileri fırlatılınca kapının koluna takıl- mış hala asılı duruyorlardı.Odanın içi oraya buraya fırlatılıp atılmış rengarenk giysiler ile doluydu ve Züleyha Hanım hala ha- zırlanamamış olmanın verdiği öfke ile canı burnunda patlamaya hazır bir bomba gibi acele ediyor ama şu saçlar bir türlü istediği gibi durmuyordu.
Gerçi saat ikide buluşacaklardı ve daha bir saat kadar zamanı vardı ama neden strese girsindi şu lanet olası saçları yü- zünden?İstese telefon eder saati üçe de aldırabilirdi ama o zaman da kendisine beceriksiz mi dedirtsin? Sonra onu bek- leyen adam ne derdi?Bu kadın bir türlü er- ken kalkıp hazırlanmasını beceremedi demez miydi?Kendi adına bir leke olmaz mıydı gecikmesi?
Hüsamettin Bey ile buluşacaklardı.Bir kaç aylık arkadaştılar ve zaman zaman buluşuyorlardı böyle.Züleyha Hanım ona çok önem veriyordu.Onun yanında mümkün olduğu kadar saygın bir kadın olmaya çalışıyordu.Çünkü Hüsamettin Bey de ger- çekten çok kaliteli, varlıklı , çalışkan ve çok kadının gıpta ile baktığı bir iş adamı idi.
Saat tam ikide, sözleştikleri çay bahçesine girdi Züleyha Hanım.Oldukça şıktı.Saçlarını da bir sprey ile sertleştirerek az da olsa istediği şekilde tutturmuştu.Siyah ayakkabı, siyah pantolonun üzerine kırmızı bir bluz giymişti.Kırmızı rengi yüzüne de yansısın ve yüzüne renk versin istemişti.Bluzunun üzerine de yine siyah bir ceket giyerek renk uyumunu sağlamıştı. Formu- na ve sporuna dikkat ettiği için fazla kiloları pek yoktu kırk yaşını aştığı halde.Gerçi burnu biraz iriceydi ama gözlerinin gü -zelliği ve biçimli ağzı onu güzel gösteriyordu.Çok olmasa da yine de güzel bir kadındı.
İnce topuklu ayakkabıları ile fayanslı yerleri şık şık ederek masaların arasından geçip köşedeki bir masada onu görünce ayağa kalkan uzun boylu, yakışıklı ve pahalı giysiler içindeki Hüsamettin Bey’e doğru yürüdü.Elini uzatıp tokalaştıktan sonra öpüştüler ve adam oturmasına yardım etmek için hemen sandalyesini çekip buyur etti. Sonra da kendisi karşısına geçip oturdu.Ardından da hemen garsonu çağırdı.
Bir saat kadar sonra ikisi de hem yemek yiyor hem de tatlı tatlı sohbet ediyorlardı.Züleyha Hanım yemek yerken bıçağı ve çatalı çok ustalıkla kullanıyor, eti Hüsamettin Bey’i hayran bırakacak kadar tabaktaki eti güzelce kesiyor ve sonra da çatalı ile dudaklarına değdirmeden ağzına alıyor, nazikçe çiğniyor ve tatlı sohbetine devam ediyordu.Hele salatayı alırken çatalını öyle bir güzel kullanıyordu ki Hüsamettin Bey daha fazla dayanamayarak,
-Sizi izlerken ne kadar kötü bir yemek yiyişim olduğunu görüyor ve utanıyorum, dedi, abur cubur bir yemek yiyişim var ve bir de çok acele yerim.Asla sizin gibi salatayı yiyemem.Çatalımdan sebzeler hep salkım saçak sallanır ve ağzımın etrafını ıslatırlar.Siz ise sanki o sebzeleri ütüleyip de çatalın üzerine koyuyor ve öyle yiyorsunuz.Hayran olmamak mümkün değil.
-Teşekkür ederim, dedi Züleyha Hanım, iltifat ediyorsunuz.Lütfen kendinize haksızlık etmeyin.
Biz hanımların çatal, kaşık ve bıçağı sizden biraz fazla kullanışımız var da ondan.
Sohbet uzadıkça uzadı, zaman su gibi hızla akıp gidiyordu.Saatler onlara dakika gibi geliyor ve akıp giden zamanın farkında bile değillerdi.Sohbetleri gittikçe koyulaşmıştı.
-Ben dışarıda yemek yemesini severim, diyordu Züleyha Hanım, benim bir hayat standardım var ve ondan da asla vazgeçemem.Param olunca dışarıda yerim, evde yemek pişirmesini sevmem.
-Peki hiç mi yemek pişirmezsiniz?diye sordu Hüsamettin Bey hayretle.
-Gerekirse pişiririm tabi ama tahammül edemiyorum, ne yapayım böyle alıştım.Bu güne kadar üç kişi ile yaşadım, kimi memur, kimi bilmem ne idi ama ben yine de hayat standardımdan vaz geçmedim.Bu benim yaşam tarzım, siz beğenme- yebilirsiniz ama ben asla bundan taviz vermem .Çizgili pijama giyenlere, köfte veya soğan balık yiyenlere tahammül edemem.Hele Pazar malı giysileri bedava verseler asla elimi sürmem.
O düşünceleri saçma da gelse sesini çıkarmadı Hüsamettin Bey.Sohbetin havasını bozmak ve hanımı üzmek istemiyor- du. Kendisi çok zor günler yaşamış, aç kaldığı çok anları olmuş ve hayatın acımasızlığını çok iyi bilenlerdendi.Ekonomik du- rumu çok iyi idi ama bu günlere de kolay kolay gelmemişti.Züleyha Hanım’ın ise ekonomik durumunun hiç de iyi olmadığı- nı biliyordu ama böyle olmasına rağmen neden hala yüksek hayat standardında ısrar ediyordu onu anlayamıyordu.Bu ko- nuda soru sormaktan ve onun kırılmasından çekiniyordu.Günler geçtikçe Züleyha Hanım’ın işlerinin daha da kötüye git -mekte olduğunu ve hatta icradan kaçmak için evinin telefon, elektrik, su ve kontrat gibi sözleşmelerini kendi adına yaptır- madığını da üzü- lerek öğreniyordu.Cep telefonu bile başkasının adına çıkarılmıştı.Bir evi satın alabilecek ka- dar kredi ve diğer borçları birikmişti ama o yine de hayat standardından asla vazgeçmek niyetinde değildi.Onca borca rağmen daha iki hafta evvel yurt dışına gezmeye gitmiş, Avrupa’nın tarihi yerlerini gezmiş ve şen şakrak bir şekilde kendisine telefonda sen de buraları görmeliydin, buralar bir başka dünya demişti.Hüsamettin Bey anlayamıyordu onu ama çok da seviyordu.Bir gün ona sevgisini ifade ederken Züleyha Hanım kızmış ve adeta bağırarak,
-Kusura bakma ama ben senin o sevgi sözlerini önemsemiyorum, demişti, o sözlerin benim gözümde havada asılı kalıyor...
Seviyorsan borçlarımı öde de sevgini ispat et ve o zaman ben de gerçekten beni sevdiğine inanayım demeye getirmişti. Hüsamettin Bey gurur meselesi yapmış ve bir defasında onun acil bir borcunu ödemişti ama ondaki zihniyete göre bunun lafı bile edilemezdi.Ondaki o zihniyet var oldukça da düzeleceğe de hiç benzemiyordu.Çok da gururlu olan Züleyha Hanım, evimdeki eşyaları satar borcunu öderim, kimsenin bir kuruşuna tenezzül etmem demişti gözleri dolarak.Bunun üzerine Hüsamettin Bey, sevdiği kadının bu üzüntüsünü görünce hemen oracıkta o borcun üzerine bir kalem çekerek, senden para isteyen mi var ki borçtan söz ediyorsun? diye çıkışmıştı.
Ondaki zihniyete kızıyordu Hüsamettin Bey.Bütün borcunu kapatabilirdi, o gücü vardı ama ondaki o zihniyet oldukça borç -larının arkası gelmezdi ki.Güvenemiyordu ona, bu gün devrilen arabasını düzeltir ama o yarın yine devirirdi.
Şimdi iki zıt düşünceli ve birbirlerini sevdiklerini söyleyen Züleyha Hanım ile Hüsamettin Bey oturmuş tatlı tatlı sohbet eder- lerken aslında düşüncelerinin derinliklerinde ise korkunç bir savaş veriyorlardı.Bir birlerini acımasızca eleştirmemek, kına- mamak ve belki de kavga etme- mek için kendilerini zor tutuyor, yapay bir şekilde iyi gözüküyor ve gülümsüyorlardı. Züleyha Hanım, sanki Hüsamettin Bey’deki para ve mal varlığı onunmuş gibi neden ben sıkıntı çeker- ken bana harcamıyor diye için için kızıyordu.Hatta elinden gelse onun gözlerini oyacak kadar da öfkeleniyor ama bu öfkesini saklamak için çaba sarf edi- yordu.Bir fırsatını bulursa adamın elinde ne var ne yok alacak canına okuyacaktı ama beklemesi ve politik davranması ge- rektiğine inanıyordu.Ona içinden, geri zekalı aptal adam, diyordu, sen olmasan başkasına gider yine o borcu ödettiririm. Sen de o zaman avucunu yalar ve benim gibi güzel bir kadını kaçırdığına yanar durursun, salak herif! Hüsamettin Bey de içinden, gırtlağına kadar borcu batmışsın, diyordu. Borcunu ödetecek bir aptal peşindesin, duygu ve sevgi falan aradığın yok.Yüzündeki o gülücükler de ne yazık ki sahte.Beni kandıramadığını bir bilsen.Seni anlamıyor muyum sanıyorsunkendini akıllı sanan salak?Ama ne yazık ki seni çok seviyorum, keşke beynindeki düşüncelerin pozitif olsalardı.Keşke gerçekten beni sevdiğine ve ağzından çıkan o sevgi sözlerine ve de en önemlisi keşke düzelebileceğine inansam!O zaman nem var nem yok senin için harcardım ama biliyorum ki sen değişmezsin.Borca sıkışmışsın da öyle konuşuyorsun.Sende sevgi falan bir şey olamaz çünkü sen sadece borcu ve onu ödeyecek bir salağı ayarlamayı düşünüyorsun.Hem borcunu öde hem de sevilme..Kim bilir belki de benden başkalarına da bu sevgi sözlerini söylüyor ve başkalarına da böyle gülümsüyorsun- dur.Ah keşke sana bir güvenebilsem.Keşke bana sadece bir sponsor gözüyle bakmadığına inansam ve buradan kalktıktan sonrabaşkasına da telefon edip o tatlı sözlerini söylemesen...Borcu düşünmekten kimseyi de sevemezsin zaten, parayı düşünürken sevgiyi ve romantizmi nasıl düşünebilirsin ki?
-Ne düşünüyorsun?diye sordu Züleyha Hanım.
Hüsamettin Bey bir sigara yakarak acele acele,
-Hiç, dedi, önemli bir şey düşünmüyorum.
Yine de sevdiği kadına acıyor, hesabını bilmediğinden ve saçma sapan düşüncelere kapıldığından kendini ateşe atıyor diye düşünüyordu.
Züleyha Hanım da içinden, domuz gibi sus bakayım, dedi, yarın Tüccar Mahmut’u bir arayayım da gör.Adamada bok gibi para var, seni beni satın alır.Borcumu da öder beni de senin elinden alır. Sen de avucunu yala pis cimri!
Züleyha Hanım o kadar gülmesine ve güzel sohbet etmesine rağmen Hüsamettin Bey’den bir şey çıkmayacağına anlayın- ca birden kalkıp gideceğini ve bir bayan arkadaşına söz verdiği için ona da uğrayacağını söyleyip.hadi canım öpüyorum diye rek kalkıp gitti.Hüsamettin Bey ona, seni gideceğin yere kadar bırakayım dediyse de kabul etmedi, bir taksi ile giderim diyip hızlı hızlı bahçeden ayrıldı.Oysa ki eskiden neşe içinde birlikte evine gider orada sohbetlerine ve sevgi dolu sözlerine de- vam ederler, geceyi birlikte geçirirlerdi.
-Artık şüphem kalmadı, diye düşündü Hüsamettin Bey, hayat standardının bedelini bana ödet- tirmek istediği belli.
Ertesi gün başka bir mekanda Züleyha Hanım Tüccar Mahmut ile, sonra bir başkası ile, sonra bir başkası ile;dostu, ak- rabası ve arkadaşı her kim varsa hepsi ile görüştü günlerce ama neden- se bu insanlar onun düşündüğü kadar aptal de- ğillerdi ve hiç kimse de gözü kapalı bir şekilde onun borçlarını ödemeyi kabul edecek tek bir söz söylemiyordu.Aksine hepsi de birlikte geçirebilecekleri geceyi veya anları ima eden sözleri söylüyorlardı keh keh gülerek.Züleyha H nım hiç beklenme- dik bir anda üzüntüsünden hastalanıp yatağa düştü.Günlerce ateş içinde kıvranıp durdu.Sonra hastaneye kaldırılıp gün -lerce tedavi gördükten sonra iyileşip çıktı ama aynı gün onun yerini tespit eden alacaklıların avukatları ve icra memurları ile karşılaştı.İyileştiğine ve ölmediğine bin pişman ettiler onu.Neyi var neyi yok almaları yetmiyormuş gibi bir de hapishaneye koydular.
Şimdi Züleyha Hanım hapishanede hala hayat standardından vazgeçmeyeceğini söylüyor a- ma oraya düştüğünden beri de eski arkadaşlarından onu ne arayan oldu nede onun orada oldu- ğunu bilen var.Bu gün de koğuşu süpürme sırası onun.
30.03.03-İstanbul.Reşit YAMAN