Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Haziran '07

 
Kategori
İlişkiler
 

" Seni kimse anlamıyor Duygu "

" Seni kimse anlamıyor Duygu "
 


seni kimse anlamıyor Duygu
yıkandığın su, yürüdüğün yol, omuzunda gezinen melek
şemsiyende sayı saymayı öğrenen yağmur
sarmaşık gibi yüzüne sarılan ayna

seni kimse anlamıyor Duygu
binicisiz atlar, yeleli gece, elini altına soktuğun yastık
hep başkalarının sevdiği şarkıları çalan radyolar
kırmızı şarap gibi alnında gezinen ateş

seni kimse anlamıyor Duygu
denizdeki şişe, şişedeki mektup, mektuptaki söz
tuttuğun günlüğe düşen gölge
kuruttuğun çiçeklerden uçup giden koku

seni kimse anlamıyor Duygu
kırılan bardak, taşan süt, eteğine sıçrayan çamur
yorgunlukta başını dayadığın omuz
rüzgarın getirip pencerenin önüne bıraktığı kuştüyü

seni kimse anlamıyor Duygu
yıldırım aşkları, boşanma davaları, evine dönen yolcu
aşkını Portofino mu Mortofino mu, neyse işte öyle
bir yerlerde bulduğunu şarkısında anlatan adam
ve mırıldanan
yalnızca mırıldanan kalabalıklar kentin iç organlarında

seni kimse anlamıyor Duygu
yaşını başını aldığı halde neden teyze olmadığını kimsenin
bilmediği Güzin Abla
bilginin kurutulacak bir çamaşır olduğunu sanan okul
bir terliksi hayvan olduğunu
ve tek hücreli canlılar gibi bölünerek çoğaldığını düşünen devlet

seni kimse anlamıyor Duygu
ayın arkada kalan karanlık yüzü
aşkın sana bakan yaralı yüzü
ve kayarlarken dilek tuttuğun yıldızlar

Birisi çıkıp
yalnızca
beni ben
olduğum için
sevsin
Tanrım!
Ama
geç olmadan,
olur mu?”
[1]

Öyledir bazen, kimsenin siz anlamadığını, varlığıınızla hehangi bir temas kuramadığını düşünürsünüz.

Yaşantınıza oratk ettiğiniz, arkadaş, hatta "dost", hatt" sevgilim" dediğiniz insanın sizi anlamadığını "anladığınız" an, yıkılırsınız.

Zaman yeni bir bin yılı yüyürken, hâlâ kendinize ve ötekilere bu kadar uzak olmanız, ürpertir sizi.

Ve zamanla özlüyorsunuz anlamayı, en az anlaşılmak kadar...

Çünkü anlaşılmak için, önce anlamak gerekiyor.

Dürüstlüğü severken, sevgiyi araya sokup bir sahtekarlığa çevirdiğimiz dürüstlükle karşılaşıyoruz o yolda.

"Anlamanın" dünyanın en önemli kavrayışı olduğunu bilmiyoruz çoğu zaman.

Ama anlamak konuşmuyor.

O sabırla dinliyor, metanetle kabulleniyor ve sitemsiz, ruhunun derinliklerine gizlediği çekmecelere özenle saklıyor içine attıklarını...

Yalnızca kendiyle babaşayken açıyor o çekmeceleri.

Ötekine anlatıyor kendini...

İşte o zaman yıkandığı suyun kendi pınarından olduğunu, yürüdüğü yolun biraz da kendi olduğunu anlıyor insan.

Şemsiyesinde sayı saymayı öğrenen yağmur, onun şişkin bulutları, anlıyor. Omzunda gezen meleklerin kendine sahip çıkma arzusundan başka bir şey olmadığını...

O zaman at binicisiz, gece yelesiz, başının altı yastıksız kalmıyor. Kırmızı şarap gibi alnında dolaşan ateş, "biliyorum" diyor, "biliyorum"...

"Sevgili Duygu" diyor, "önce sen bir kendini anla, biz seni anlamaya başlarız..."

Duygu'nun gözleri parlıyor. "Ama çok geç olmadan tamam mı?" diye soruyor parlayan gözleri...

"Çok geç olmadan Duygu, seni yalnızca SEN olduğun için severek"...


[1] Akgün Akova, "Sevdiğim Kadın Adları Gibi", Çınar Yay., Eylül 2002.
 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..