Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '08

 
Kategori
Sosyoloji
 

"Evli, iki çocuk babası ve İngilizce bilir!"

"Evli, iki çocuk babası ve İngilizce bilir!"
 

Modern ya da geleneksel,kapalı alanlar maalesef hep var!


Bu ifade sanırım sizlere de oldukça aşina geldi, öyle değil mi? Özgeçmiş dosyalarında sıkça görüp okuduğumuz bir cümledir bu cümle. Özellikle de kitle iletişiminde TRT egemen yıllardan kalma ve bazı önemli şahsiyetlerin, evrenin o zamansal ve mekansal sonsuzluğu içinde kısa süreli ve mucizevi bir imtiyaz olan yaşamlarının sonlandığını bildiren bir klişedir bu kısa cümle aynı zamanda.

Edebiyat dünyamızın en üretken yazarlarından biri olması yanı sıra şair, yayımcı, çevirmen ve araştırmacı kimlikleri de yazarlığı kadar özgün ve yetkin olan Enis Batur’un Cumhuriyet Kitap’ta yayımlanan “Yurttaş” (1) başlıklı yazısı da bir anlamda tetikledi içimdeki bu tür birikimli çağrışımları... Çünkü son derece özgün ve anlamlı gözlem ve eleştirilerin yer aldığı bu değerlendirme; "...Bugün Türkiye’de yurttaş kimliğini koruyan, nüfusunun yarıya yakın oranındaki..." ( kanımca bu oran yüzde 30 ila 32’dir. İ.E.K. Bkz. (2) ) modern, eğitimli, kentli yaşam değerlerini benimsemiş kesim (“Gesellschaft”) içerisindeki göreli muhafazakârlaşma ve önyargılara yönelik, kapalı kaldığını düşündüğüm bir alana sadece teğet geçmektedir. Bu yazıda sevgili E. Batur, haklı olarak “…Devlet, millet, cemaat, aile derken tutucu bir çemberler dizisi içinde hapsoluyoruz. Herkes kendi dokunulmazlıklarını abartıyor…” diyor. Ben de üstelik bu "çemberler dizisi" üzerinden prim yapmaya çalışıyorlar diye eklemek istiyorum öncelikle.

Diğer taraftan ise, ABD'de yaşayan ünlü tarihçimiz Prof. Şerif Mardin’in, aslında 15 yılı aşkın bir geçmişi olan ve 2007 yılı son çeyreğinde ülkemizdeki sosyal ve siyasal tartışmaların ana odağı haline gelen, eğilimli kitleleri muhafazakâr değerlere doğru daha da iten “ Mahalle baskısı “ kavramını artık hepimiz biliyoruz. Benim bu söylemimin nedenini oluşturan alan ise; bu “baskının” dışında kalan bir kesimin içerisindeki muhafazakârlık, önyargılar ve tutucu tavırlarla örülü bir başka genişce alana değgindir.

Bu nasıl bir durum?

Eğer asgari olarak "Üniversite mezunu, evli, iki çocuk babası ve İngilice bilir" ( kısaca ÜMEVİÇBİB diyelim ) ya da türevlerinden biri değilseniz, iş ve sosyal yaşamlarınızdaki adımlarınızda, en hafif şekliyle hep görünmez bir duvara çarpma durumundasınızdır. Genelllikle 30'lu yaşların başlarına değin sizden sabırla " artık birşeyler yapmanız gerektiği" beklendiği için sorun olarak pek hissettirilmeyen bu durum, bu görünmez duvar, 30'ların ilk çeyreğinden sonra ilerleyen her yaşta varlığını daha da bir belli eder. Zaten siz de o yaşlara değin zamanınızın çoğunu, bir "üniversiteden mezun" olabilmek, "İngilizce bilir" duruma gelebilmek ve iş bulup orada tutunabilmek için çabalayıp durmakla geçirmişsinizdir.

Bu dört temel asgari özelliğin tümüne bir arada sahipken, bir ya da ikisini zamanla yitirmişseniz bile benzer bir konuma sürüklenebilirsiniz. Bu konum, neredeyse bir tür fiziksel özürlülük hali gibidir. Egemen ya da aday küme tarafından yaşamdaki eylemlerinizde biraz riskli, uçarı, birkaç basamak daha altta ve kısmen de “tehlikeli” olarak kolaylıkla algılanabilirsiniz. Örneğin, bu "evli egemen kültür"de evli değilseniz ya da ayrılmış konumdaysanız, ne denli saygın, çalışkan ve s-empatik olmaya çalışırsanız çalışın, zirve yada yakınındakilerin sığındıkları bu klişenin görkemli mabedine girmeniz oldukça zordur.

Bu sıfatın dörtlü erdeminin dışındaysanız eğer, hatta üniversite mezunu ve İngilizce ( ve yanında başka yabancı diller ) bilen bekâr bir erkekseniz dahi, sokakta cemaat kesiminin ( Gemeinschaft ) “ Mahalle baskısı”, işyerinde kentleşmişlerin “ Koridor ve dört duvar baskısı “ na, sosyal yaşamda ise ( klasik davetiyelerinizdeki “…ve eşiniz…” takısına uygun olmadığınız için ) “ Topallayan bir sosyallik baskısı na dönüşüverir gün içinde, Rubik’in küpü gibi çevrildikçe... Bir de bayansanız - ki bu durumu cinsel kimliğim nedeniyle tam olarak algılayabilmem olanaksız- düşünün artık sıkıntıların gerçek boyutunu!

Söz birliği etmişçesine adeta tüm ÜMEVİÇBİB’ler ve türevleri ( bir çocuklu, üç çocuklu, başka diller de bilen vb.) sizi, egemen yapı ve ilişkilerinin eşiğinde direnen marjinal bir konumda görmek isterler. Oysa ki, onların o devam eden evliliklerindeki paylaşımlarının derinliği, kaçıncı evlilikleri olduğu, yüzeysellikleri ve bu kutsal müessese ile çocuklarının gerçek mutluluğu ise oldukça derin bir muammadır. Eğer, onların bu alanlarını sorgulama ve eleştirme eğilimine girerseniz, mevcut medeni hal(sizliğ)iniz ile“ doğaya aykırı davranış” içinde olduğunuz uyarıları ve çatık kaşlarla büyük bir ölçüde engellenirsiniz. Hatta, hem kendilerinin, hem de evlilikleri ve çocuklarının yaşları oldukça ilerleyen, bu nedenle de canları oldukça sıkılan bazı "ÜMEVİÇBİB"lerin bazen bekarlara özgü ya da onlara yakıştırılan gizli özlemlerinin hayali aktörü ya da gerçek dublörü bile olabilirsiniz. Başınız bu türden, hiç hesapta olmayan ilginç sıkıntılarla da oldukça ağrıyabilir.

Belirtmek gerekir ki; ÜMEVİÇBİB kavramının birinci “B”si, aslında “ erkek egemen bir kültürün ” baş harfidir. Bu egemenlik, çok şık bir şekilde “…her başarılı erkeğin arkasında başarılı bir kadın vardır…” klişesiyle adeta karşı cinse yönelik bir tür “ teselli ikramiyesi ” ile geçiştirilmeye çalışılır ve bu durum maalesef sıkça da kabul görür.

Bu dörtlü kutsalın “ İngilizce bilir “ kısmı, bana oldum olası ilk üç özelliği kadar elzem ve ayırt edici gelmemiştir nedense. Tamam, bilim için, araştırma için, yabancılarla ilişkiler kurabilmek için bu dil önemlidir. Hiç kimse “ Öğrenme, bilme, gerek yok!” diyemez. Fakat içine adeta bol miktarda hormonlu yabancı kültür şırınga edilmiş bir biçimde “ kutsanması” niye? Başka yabancı diller neden o denli yaygın değildir? Egemenin dili olmadıkları ve ona hizmette kusura yol açabilecekleri için mi acaba? Bu nedeni aslında tam olarak bilemiyoruz. Diğer yandan, Fransızların “benim anayurdumdur ” dedikleri anadilin, Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın ise "ses bayrağımdır" dediği o güzel ve zengin Türkçemizin ne denli iyi bilindiği, ne denli etkin konuşulup yazılabildiği konusunda da hiçbir ipucu vermez bu bilgi. Daha da ötesi, bu dörtlü özelliğe ek olarak, "Arapça bilir" sıfatını da sıkça duyacağımız dönemlerin de içerisindeyiz.

Ya sonra?

Bu dört temel özellik taşıyan sıfat, bürokrasinin, iş dünyasının ve sosyal yaşamın adeta kutsanmış bir ezberi gibidir. Güçlü bir temel oluşturur. Üzerine başka getirilerin inşa edilebileceği siyasal, sosyal, kültürel, yöresel vb. birliktelikler öncelikle hep bu zemin üzerinden gerçekleştirilir. Kamuda, özel sektörde, siyasette, ticarette bakıyorsunuz ki tepelerde, yakınlarında ve orta kademelerde çoğunlukla ÜMEVİÇBİB’ler egemen. Ülkemizin yıllardır süren ve onca değişime rağmen bir türlü değişmeyen ve gelişemeyen hali ise ortada!

Bu rekabetsavar anlayış diğer bir açıdan da herkesce bilinen yeniçeri yürüyüşüne mahkum kılıyor ülkemizin kalkınma yolundaki eylemlerini. Lakin, adımların kaçı ileri? Oğuz Atay’ın o güzel anekdotlarından biri gelir aklıma böylesi durumlarda “ Niye böyle yaptın memleketim, niye böyle azgeliştin? “. Bu öylesi bir durum işte! Hiçbirimizin, hiçbir şekilde üstlenebiceği türde bir suç değil. Tıpkı “ Trafik canavarı” ve “ Enflasyon canavarı” gibi.

Diğer taraftan ÜMEVİÇBİB olabilmek için yapılan başta eğitim ve sağlık olmak üzere benzeri harcamaların ülke ekonomisini işler kılan en temel harcamalar olduğunu da belirtmeden geçemeyiz. İktisadi hayatın gerçekleri de bu yapının varlığını tümüyle destekler mahiyettedir!

Hiç değilse sanat, bilim ve spor dünyası son yıllarda bu egemenliğin biraz dışında! Bu alanlardaki son yıllarda artan ve ulusal sınırlarımızı da aşan özgün üretim, yaratı ve başarılarda sakın bu durumun bir etkisi olmasın?

Son sözler yerine...

Hem tüm bu nedenlerle, hem de bu tanımlamanın dışında kalanların oldukça asil ve mazlum konumları ile yaydıkları yasemin ve lavanta kokulu bahar esintisi andıran tavırlar yanında biraz kuru, gri ve donuk çağrışımlar yapar hep bende ÜMEVİÇBİB'ler. Her konuda olduğu gibi bu durumun da mutlaka kaideyi bozmayan istisnaları vardır. Hem de çok yakınlarımda olan, son derece değerli ve mütavazı istisnalardır bu kişiler.

İnsan düşünmeden edemiyor; içkiyi çok fazla kaçırmış birinin bir sokak lambası direğine sarılması gibi, bu dörtlü ilkeye fazlaca sarılıyor olmayalım? Aydınlanmak için değil, ayakta kalabilmek için! Birçoğumuz acaba ütopyalarımız kaybolduğu için mi geleneksel, garantici, klasik alan ve değerlere istesek de istemesek de, sarıldıkça sarılıyor ve asla bırakmak istemiyoruz?

Ülkemizde, Harp Okulu mezunu ve çok kuvvetli bir kurmay subay altyapısı ile mükemmel Fransızcası dışında bu egemen dörtlü değerler sisteminin dışında olup ulusumuzu yıkıntılar altından kurtarıp siyasal, iktisadi ve sosyal açıdan tüm yönleriyle yeniden inşa eden dahi önder, büyük insanın kim olduğunu hepiniz çok iyi bilirsiniz! Ayrıca "en dürüst" devlet adamı ve siyasilerimizden, afyon ekim yasağına karşı çıkabilen "Kıbrıs fatihi"nin kim olduğunu da kolayca bilebileceğiniz gibi. onlar birer ÜMEVİÇBİB değildiler!

Son söz olarak; ben de büyük tarihçi Eric Hobsbawm gibi düşünüyorum " İnsanlığın, büyük umutlar ve mutlak tutkular olmaksızın pek bir işe yaramayacağını düşünmekten kendimi alamıyorum!"


(1)
http://www.haber10.com/haber/119789/

(2) http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=104354


İ.Ersin KABAOĞLU,

12 / Mayıs / 2008, Ankara

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..