Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mart '11

 
Kategori
Kitap
 

“Güz Klasiği” Yüreğimizi burkan hüzün

Sararan bir mehtabı gölgeleyen şair Cevat Akkanat… 64 sayfadan oluşan bir şiir kitabı “Güz Klasiği”. Beyan yayınlarından çıkan bu kitap Cevat Akkanat’ın biyografisiyle başlıyor, “Güz Klasiği”, “Kırk Gazel”, “Dörtdörtlük” adlarını taşıyan üç bölüm ve 40 şiir... 

Şair her bölüme başlarken bir ya da iki dize ile bir tanıtım yaparak bölüme başlamayı uygun buluyor. Bu yaklaşım benim de çok beğendiğim ve tercih ettiğim bir tarz… 

Güz Klasiği 

“neyi yazdım sevgili ebedi inlemeyi
yazdım evet adınla verdiğin bir cümleyi”
 

“Güz Klasiği”ni oluşturan bölüm 10 güz ve11’de farklı adlandırılmış sanki bağımsız bölüm görünümü veren şiirlerden oluşmakta. Şair neden böyle bir düzenleme yapmış bilemiyorum ama kitabın içeriği açısından sanki buları bağımsız bölüm halinde bir dördüncü bölüm oluştursaymış daha iyi olurdu herhalde. 10 güz 10 yıl sanki. Benim şu anki düşüncelerim şiirde geçen imgelerin gücü, söyleyiş samimiyeti ve duyguları yapboz oynayan dizeler… Bakalım neler var 10 güz içine sığdırılmış ya da içimize sığdırılmış 10 güz… 

“1. Güz” doğa ve insanın samimiyeti. İnsanın insana uzanmasını gerektiren duygular… 

“…
dağlarda tütsüledim şehir yanlarımı
tüylerimi soldurdum
 

yangın bir aşktı
siz eni sonu bir
kör
yanan kandil
isli şişeli
…”
 

“2. Güz” insanın insanı tanıması ve beklentiler… ince elenen duygular… Geçmişe ve geleceğe hayal kurmaktalar… Siyah beyaz rüyalar ve yorum beklenen Yusuf… 

“atılan her taşta kuyudan çıkan yusuf benim

ve kalbimin kaynadığı ruzigâr
hepsi”
 

“3. Güz” bir çocuğun dinle ilk tanışması, hatırına resmetmesi gece ve gündüzü uykunun iki uzundan sarkıtarak. 

“…
hatırlarım
fakat babamdı bütün
işlemesiz tespih
yâdigar taneleri dağıtan
gözyaşı gibi kaldı
bir katarın demirleri altında
…”
 

“4. Güz” karaya vuran gemi gibi şiire vuran şair. Sair duygularını kullanışlı sözcüklere bırakıyor. Bazen kesrete bazen Hakk’a yöneliyor şiire sırat gibi yaklaşarak. 

“…
kesrete düştüğüm saçlardan
kopan kılıç
gırtlağımın g sesi
beni dilemektedir”
 

“5. Güz” ve şair aşkı tanıyor. Zühre’yi, Belkıs’ı kitabı, sihri, tüfeği ve barutu harcayacak yürekleri… 

“…
evet gelsin kitabı sihrin
hârut da gelsin
marut
kalmadı tüfeğimde barut
bırakın kara benimi
bırakın beni
sübhane zi’l izzeti ve’l ceberut”
 

“6. Güz” hayat her alanda bir yarış, varış belli ama arayış farklı. Kirli bir düzende satranç oynamak… Kime karşı… 

“…
şiiri değil
sürahiyle içtiğin taze kiri
hiddetlenip
ipe çekiyor:
…”
 

“7. Güz”de bir teslimiyetin umursamazlığı var. 

“o zaman bağrımı çaltıyla dövmeleyen kader
gülüm düğüm yakışır sana dediydi
güveniriz muhafızımıza
…”
 

“8. Güz” bir başkaldırı kendine çevreye ve insana sitem. Yüreğimizdeki devrimin serin okşayışı… 

“…
eridi kurşun
savaş ilerledi
 

eridi ateş
kan kaldı geri
 

ve
bir kir:
gri”
 

“9. Güz” pişmanlık, af ve dua… 

“…
Allah’ım
al beni
al cehennemimi
al dedim”
 

“10. Güz” kendini anlatmak anlayanlara. 

“…
ağzımı poyraza verdim
onunÇin
hoyrat bir
su ve İsrafil
ülkesidir
şiirim”
 

Ve bir masalla devam ediyor şair; “Sevdalı Bulut” 

“…
bir zafer ikliminden
geçiyor bu yolculuk

gülden sevdalar salıyor
her dilden çoluk çocuk”
 

“Suyun Kaynağı”nı bizler her bir şeyin başlangıç noktası olarak kullanırız. Cevat Akkanat bir devrimin başlangıcı olarak kullanıyor: 

“…
yitirilen saatlerin titrek
yürüyen yelkovanlarını bırak
yırtarak duran acı iklimi
kudurtarak
savaşçı
ey bir diklenmenin şanlı şafak vakti
kussun homurtusunu zalim
cengin şenlensin

…” 

Bir çocuğun gözünde bir at ve hayat endişesi nasıl oluyor bakın “Çocuk ve At” adlı şiirde: 

“…
kişneyen kahkahalar
seyirten toynak
yeleden fırlayan fırtına
iki göz: bayramlar konuşan
bir insan surat
…”
 

İnsan bazen öyle çok rüya görmek istiyor ki, gerçeklerden sıkılınca rüyalara karışmak ne kadar çok arzulanan bir şey oluyor. Tabii kolay da olmuyor rüyalara sığınmak. Bazen isteseniz de göremezsiniz, bazen de kâbus görürsünüz rüyalarda. Oysa insan yemyeşil çayırlar, masmavi sular, billur bakışlar görmek istiyor. İşte size bir “Rüya” 

“…
ay aydınlığından bir nurla
koyulaşan yeşil bir ırmak
çoğalıyor su atıyor şafak
ruhumda yeniden diriliş hisleri
…”
 

Anam ben yokken ölmüş. Cenazesine de yetişemedim. Gittiğimde defnedilmişti. Taze bir höyük gösterildi ve ananın mezarı dendi. O gün bugün anamı ya, ağlarken, ya gülerken hatırlıyorum. Ağlarken de, gülerken de hayalini kurduğum anam içimde patlayan bir çıbanın sancısını vermekte. “Güldü” kim, niçin? Bakalım: 

“…
kırbaçladı atını çocuk güldü
burak ve çocuk ikisi bir güldü”
 

“İkindileyin Beden Eğitimi” bir inanç çatışmasının başkaldırısı. Sonuç çok güzel bir şiir… 

“…
ikindi okunuyor başlıyor idman
hıfz yitiriyor imam kimsesiz
sessiz bir kütledir artık zaman
yıkık ve yılgın ve bir de sessiz
…”
 

"Serecâm" iki farklı anlamda kullanılıyor, ilk anlamı ısıya dayanıklı cam, ikinci anlamı ise yaşanan bir başlangıç olayı. Şair acıya dayanıklı anlamıyla farklı bir yaşantıya başlangıç anlamında kullanıyor. 

“…
kanadını güle
oynaya sunan kuş
gibi düşüyorum dikene

sessiz harfler
şehri düşer
…”
 

“Kafyâmim” üç harf Arapça alfabeden. Şair nasıl kullandı bilemiyorum, ama “kaf” Kur’an-ı Kerim’i, Arapça “yâ” ünlemi Türkçe ey anlamına gelmekte. “Mim” ise Hz. Muhammed’i simgelemekte… “Kur’an ey Muhammed” anlamına gelmekte. Şair şiire İsra suresinde geçen bir ayetle başlıyor. “Evlatlarınızı öldürmeyin.” Ve bakalım çocuklarla ilgili neler var? 

“…
başlıyor canlılık
cellat sırıtıyoe
genişliyor debisi
kan ve cenin
 

duyduğum katlim
ve katlindir senin
…”
 

Biz Türkler raks, yani dans etmesini bilmeyiz. Raks bazı doğu toplumlarında ya eğlence ya da büyü yaparken yapılan danslara deniyor. Oysa burada “Kara Raks” bir savaş sonrasında çıkardıkları yangını büyük bir zevkle seyreden galip kişilerin dansına benziyor. Tıpkı ölen Filistinliler için sevinen İsrailliler gibi 

“…
mavi gök kararsın mı neden
buluta doğru eğsin başımı duman
zılgıta hedeflenmeden bu görklü ten
dödür dolayıp ateşte usta”
 

Doğanın doğal yapısını kendi ölüne rağmen yok etmekten çekinmeyen insan için kara yani kötü anlamından başka ne lakap verilebilir ki… Ve “Kara Halk” 

kim yuttu ki demiri
kaskatı betonarme
şeffaf camlara benzer
sıska vücut değil mi
biz yutmadık demiri
…”
 

İnsan nedense maden barçalarına çeşitli şekiller vererek yanlarında ve üstlerinde taşımaya bayılırlar. Oysa onları ne bir alet, ne de yiyecek olarak kullanamayız. Sadece insanlarının ilgisini üzerimizde toplamaya yararlar o kadar. Bunlardan biri de “Firûze” 

“…
aşklar ağıtlar bulutlar
ve pırlanta kanatlarla
şenlikler ve şevklerle
” 

Kırk Gazel 

Cevat Akkanat bu bölüme “Kırk Gazel” adını veriyor, ama kırk değil, 13 gazel koymuş, doğrusu bunun gerekçesini ben de merak ediyorum. Ve yine bölüm bir başlangıç yapıyor: 

ayın lâm mim… ilmi öğrendim:
bir iklim ki beyaza dirilten bir iklim”
 

Gazel bizim oralarda kurumuş yapraklara denir. Okuyunca öğrendik ki, Osmanlı edebiyatında bir şiir çeşidine de gazel deniyor. Sahi, bir gazel daha var ki, o da nağmeli okunan bir tür şiir. Bakın “1. Gazel”de şair taç beyiti nasıl oluşturuyor. 

esirlikler köşkündesin hür değilsin ey cevat
gelir misin nur seline dâvetime başlasam”
 

Bu bölüm Cevat’ın klasik edebiyatı çağdaşlaştırma çabalarından oluşmakta… Kelimeler modern şiirin yansıması, anlam, beyitler ve kafiye şekli klasik şiir. Söyleyiş bir med zecir eski şiire… “2. Gazel”de bunu bir rüya gibi algılıyoruz. 

kurusun hünerimiz susturun sözümüzü
çatlayan ses ve nefes kalemle levha mı bizim”
 

Devr-i âlem yapıyoruz insanı ve kendimi ve şehrimizi ve sevdamızı… Kalemden kâğıda nefes nefese… İçimizi bazen bir şarkıyla bazen bir türküyle doldurdukça… Bedenimizden ter yerine aşk akıyor… Bosna’dan Filistin’e, Çeçenistan’dan Türkistan’a… yapay afetlerden doğal afetlere… Sesimiz kıyamda, kulağımız rükûda, gözlerimiz secdede… Sana sığınıyoruz… Harabe yürekleri saray edinen Tanrı’m… 

Ve diğer gazellerde insanı insan sunan beyitler… Duyguları birbirine kitler… 

inlesin haykıran darağaçları şimdi
nerde neş’e yaldız ve bütün ışıklar süslenin”
***
“yurtsuzluk dergâhında
sesim ah sesim”
***
“yaprak hazan yüzün hüzün
nedir kan kaybı ömrümüzün”
***
“küfrü yendim yüzüm ağardı pak sözüm
yıkadım sesimi söylerim özümü ak sözüm”
***
“diktatör son hamleyi duydu kılıçtan
çekildi en titrek yeri yüreğine”
***
“boş durmak mıdır gebelik hayır doğalım
bir gök kirlendiyse şok bir şafak doğuralım”
***
“oturmuş üstüne dalgın bir bankın
cami bahçesinde bir cennet gerek”
 

Dörtdörtlük 

Ve “Dörtdörtlük” Divandan halka… Çoktan hiçe, hiçten nice oyun kâğıtlarından bir kule… Yazılan şiirlerin yorumu… Sorumu ve çorumu geride bırakır… Söz önü ve söz ardı edilerek. 

elhamdulillah göründü ilham bize
Hakikî kanatları sözün girdi şi’rimize”
 

Adı gibi… İşte örneği. 

“hıçkırır güneş vurunca cama
safran sularda yüzer gövde
kırılır kirpik ten aynada geri
parçalanmış bir hiç kalırsa”
 

Bir rüyadan uyanmak böyle olsa gerek. Böyle olsa hayat, heyhat, dünya insanı yiyip kusmayı bekleyen bir timsah sanki… Şu anki duygularım fecri beklemekte devrim için. İçinden çıkılmaz bir kar/maşa. Kendimizi uyuyalım uyanmayan ülkemizde. 

14 Mart 11
Ankara 

 
Toplam blog
: 74
: 571
Kayıt tarihi
: 24.12.07
 
 

1965 Tortum doğumluyum. Ankara Gazi Üniv. Fen Edebiyat Fak. mezunuyum. T.D.E öğretmeniyim. İki ço..