Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mayıs '07

 
Kategori
Sinema
 

"Saatler" dardır, sığmaz yaşama...

"Saatler" dardır, sığmaz yaşama...
 

Saatler dardır, yetişilmez ayrılığa...

Öyle saatler vardır ki, sizi dünyanın en mutlu insanı yapan zamanın yürek atışlarını duyarsınız. Kanınız çağlar damarlarınızda. Ürperir, yaşamın coşkusuyla tekrar yaşama akarsınız.

Öyle saatler de vardır ki, ezip geçerler. Yalnız, çaresiz kalırsınız, diliniz varmaz konuşmaya. Her dakika bir sulüme döner. Her saniye... Akrep ve yelkovan, bir makasa döner, acımasızca kırpar, keser hayatınızı.

Ah olacağı buydu oldu
Duygularla öyle çok uğraştım ki
Artık aramızda ne bir sır
Ne güven, ne inan, ne uyum...
Sonunda tükettim ruhumu;
Korkumla korkmuyorum şimdi.
Madem bir kapı aralıktır,
Sen sonuna kadar aç onu.
Artık bendeki insandan kurtuldum
Sevgisiz yaşıyacağım sevgiyi.

Melih Cevdet Anday'ın bu şiiri, başrollerini Nicole Kidman, Julianne Moore, Meryl Stree'in paylaştığı The Hours'a ne kadar da uyuyor!

Film çok etkileyici bir açılış sekansıyla başlıyor. Woolf'un ceplerini taşlarla doldurup bir nehirde intihar ettiğini görmek, çarpıyor insanı. İnsan olmaya çalışmanın kıyılarına...

1929'da, Virginia Woolf (Nicole Kidman) romanı "Mrs. Dalloway"i doktorlarının ve ailesinin gözetiminde yazmaya başlamıştır. 1951'de Laura Brown (Julianne Moore) kocasına surpriz bir doğum günü planlamakta, fakat Woolf'un romanını okumaktan kendini alamamaktadır. 2001'de ise Clarrisa Vaughn (Streep), AIDS'ten ölmek üzere olan bir arkadaşı için ödüllü bir parti düzenlemektedir. Bu üç hikâye aslında Woolf'un yazdığı, Brown'un okuduğu, Vaughn'un yaşadığı bir yerlerde kesişmektedir.

Öyle saatler vardır. Bir yaşamın bir hareketiyle, binlerce insanla sizi buluşturan ya da koparan anlar.

1882'de Londra'da dünyaya gelen Virginia Woolf, Victoria Çağı'nın tanınmış yazarlarından Sir Leslie Stephen'ın kızıyır. Annesi de babası da daha önce başkalarıyla evlenmişler, dul kalınca da bir araya gelmişlerdir. Her ikisinin de ilk eşlerinden çocukları vardır. Sir Leslie Stephen'ın ilk eşi, ünlü romancı Thackeray'nın kızıdır. Thackeray'nın eşi akıl hastası olduğundan, Leslie Stephen'ın bu kadından olan kızı Laura, anneannesine çekmiş, yirmi yaşında bir akıl hastahanesine kapatılmıştır. O yıllarda kadınların ikinci planda kalması nedeni ile okula gönderilememiş fakat babası yardımı ile kendini geliştirmiştir. Özellikle Viktorya tarzı yaşamaya karşı olan Virginia Woolf, yazılarında da bundan bahseder. Vanessa Bell daha küçük bir yaşta iken bir ressam olmaya, Virginia Woolf ise bir yazar olmaya karar verirler. Kendisini babasının kütüphanesinde geliştiren Virginia Woolf 1895'de bir gazetede kısa hikayelerini yayınlatmıştır.

1904'te babasının ölümünden sonra Bloomsbury'ye taşınması ise hayatında ciddi bir dönüm noktası olmuştur. Bloomsbury grubu içinde birçok ünlü edebiyatçıyı barındıran ve cinsel konulardaki özgürlükçü tavırlarıyla tanınan bir grup entelektüelden oluşmaktadır. Grupta bulunan bir çok kişi eşcinsel ya da biseksGrupta John Maynard Keynes, E. M. Forster, Roger Fry, Duncan Grant ve Lytton Strachey gibi ünlüler vardır.

Woolf 1909'da bir süreliğine Lytton Strachey ile nişanlandıysa da 1912'de Leonard Woolf ile evlenir. Leonard'ın bir basım evi vardıR ve bu da Virgini Woolf'un yazdığı kitapları yayımlatması için bir fırsat olmuştur. Bu arada kadınlara da yakınlık duyan Virginia Woolf'un eserlerinde kadın yakınlıklarına bol bol rastlanır. Bir klasik olan Orlando isimli romanı bir aşk mektubuyla beraber sevgilisi Vita Sackville-West'e adanmıştır.

1925 yılında yayımlanan Mrs. Dalloway ünlü yazarın adıyla anılacak, "bilinç akışı" tekniğinin en başarılı örneklerinden biri sayılır.

"Perde arası" romanını yazdığı sıralarda artık kendini yeterince yetenekli hissetmez, yeteneğini kaybettiğini düşünür. Her gün savaş korkusu ve yeteneğini kaybetmenin vermiş olduğu stres, dehşet ve korku sonucu ruhsal bunalıma girmiş, 28 Mart 1941’de içinde bulunduğu duruma daha fazla dayanamayıp evlerinin yakınlarında bulunan nehre ceplerine taşlar doldurarak atlayıp intihar etmiştir.

Virgini Woolf geride iki intihar mektubu bırakmıştır. Birisi kardeşi Vanessa Bell'e diğeri ise kocası Leonard Woolf'a.

1929 tarihli "Kendine Ait Bir Oda" feminst hareketin klasik bir romanı olarak kabul edilir. Kadın hareketinin elden düşürmediği önemli kitaplardan biri olan Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf’un belki de en kolay okunan kitabıdır. Çünkü konu çok somuttur: “Kadın ve edebiyat.” Erkeklerin kadınlara bıkıp usanmadan tekrarladıkları ‘ezeli’ ve de ‘ezici’ bir soru vardır: “Bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz. Madem öyle, neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız?” İşte Virginia Woolf bu ‘yakıcı’ soruya, tarihsel ilişkilerin kökenine inip kütüphane raflarında şöyle bir gezindikten ve de kısa bir kadın edebiyatı tarihçesi çıkardıktan sonra esaslı bir yanıt getiriyor. Ve şöyle sesleniyor kadınlara: “Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!..”

Virginia Woolf'un en ilgi cekici romanlarindan biri olan "Mrs.Dalloway" de film boyunce elden ele dolaşır. Ve sonunda hikaye bir bütünlüğe oturark can verici şekilde son bulur. Bir kadınn yalnızca bir gün boyunca yaşadıklarını anlatan roman, filmde de bir günü hikayesine döner. Üç ayrı gün ve üç ayrı hayatın, zamanın büyük saatinde önce görkemlib ir anda birleşmesi ve ardından parçalanarak dağılması!...

Filmde kadin oyuncular resmen döktürmüş ve kadınlar arasinda gerek duygusal gerekse çekimsel yakınlaşmalar çok iyi yanstılımış.

Woolf'un D algalar romanı gibi bu filmde, biraz şiir, biraz roman, biraz oyun ve biraz müzik. Ancak çokça kadın. Kadınların içinde yaşadıkları dış dünya, nesen görüntüler değil, iç dünyaları ve yaşadıklarının yansımaları var filmde. “Şiir olmayan herhangi bir şey edebiyata neden girsin ki” diyen Woolf, hem edebiyatın büyük saatini vurmuş, hem de kullandığı "bilinç akışı" nedeniyle, çok önemli romanlar yazmıştır.

"Leonard Woolf'a, 18 Mart 1941

Sevgilim, yine çıldırmak üzere olduğumu hissediyorum.O korkunç yeniden yaşayamayacağımı hissediyorum. Ve ben bu kez iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım.Odaklanamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey olarak gördüğüm şeyi yapıyorum. Sen bana olabilecek en büyük mutluluğu verdin.Benim için her şey oldun. Bu korkunç hastalık beni bulmadan önce birlikte bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemezdim. Artık savaşacak gücüm kalmadı.Hayatını mahvettiğimin farkındayım, ve ben olmazsam, rahatça çalışabileceğini de biliyorum. Bunu sen de göreceksin. Görüyorsun ya, bunu düzgün yazmayı bile beceremiyorum.. Söylemek istediğim şey şu ki, yaşadığım tüm mutluluğu sana borçluyum. Bana karşı daima sabırlı ve çok iyiydin. Demek istediğim, bunları herkes biliyor. Eğer biri beni kurtarabilseydi, o kişi sen olurdun.Artık benim için her şey bitti.Sadece sana bir iyilik yapabilirim. Hayatını daha fazla mahvedemem. Bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemiyorum.

V."

Melih Cevdet'in "Günşete" şiirinde dediği gibi:

"Çünkü saatler dardır, sığdırılmaz.
Güneşte her şey çözülür gider bir yana."

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..