Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mayıs '11

 
Kategori
Kitap
 

"Serenad" Zülfü Livaneli'den Etkileyici Bir Roman

"Serenad" Zülfü Livaneli'den Etkileyici Bir Roman
 

Bey dağlarının zirvesinde halen kar var. O doruklarda bütün bir heybeti ile duran beyaz örtüye ne zaman gözümü çevirip baksam, inanılmaz düzeyde bir etkilenme haline bürünürüm. İçim de hafif tarafından bir erime baş gösterir… Öylece bakakalırım o dağların doruklarına. Pazar sabahı yine öylece bakakaldım dağların doruklarına. Birkaç hafta sonrasında o doruklarda beyaz örtü namına hiçbir şey kalmayacak. En azından o dorukların karlı halinin son demlerine biraz daha bakmak iyi olur. Belki bir sekiz ayın sonunda o doruklar tekrar beyaz örtüsüne kavuşacak.

Bahar kendisini iyiden iyiye belli eder hale geldi. Her yanda portakal çiçeklerinin kokusu… Antalya parfüm kokuyor. İşte bu yüzden çok seviyorum bu ayları. Portakal, limon, turunç ağaçları ve hanımeliler çiçeklerini açıp, etrafı nefis kokulara bezediler. Sabahın ilk ışıkları ve akşam hava karardığında o kokular daha bir belirgin hale geliyor. Her yan o nefis kokulara bezeniyor. Ve doğrusunu isterseniz ne işe gitmek insanın içinden geliyor o sabahın erken saatlerinde, nede akşam hava karardığında evin içerisine girmek…

Yılın bu aylarında kitap okumak mı? Bu güzel havalarda ormanda, dağlarda dolaşmak varken kitap okumakta neyin nesi oluyor bilemiyorum ama, geçtiğimiz günlerde okumaya başladığım Zülfü Livaneli’nin son kitabı Serenad’ı hafta sonu bitirdim. Etkileyici bir kitaptı. Evet… Zülfü Livaneli’nin iyi bir yazar olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Sade ve akıcı bir dil, kolay okunabilirlik, anlaşılabilir olmak… Livaneli oldukça ilginç konuları bir araya getirerek yaptığı harmanlama sonrasında, yakın tarihimizde yaşanan trajedileri doğru bir kurguyla romanlaştırmış. Tarih okumaktan büyük bir keyif alıyorum. Ama kimi zaman o keyif yerini derin hüzünlere de bırakabiliyor. Tıpkı daha önce hiç de bilinmeyen Dersim Katliamı, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları gibi yakın tarihimizin trajedilerinin yanına yenilerinin eklenmesi gibi. Zülfü Livaneli yine yakın tarihimizde yaşanan ama hemen hemen hiç kimsenin bilmediği bu trajediler, Livaneli’nin kaleminden süzülerek zihnimizdeki yerini aldı.

Zülfü Livaneli, Serenad romanında Ermeni Tehciri, Mavi Alay ve Struma gemisi trajedileri üzerine bir harmanlama yapmış. Bu harmanlamayı yaparken, dönemin Türk hükümetlerine ilişkin sıkı eleştirilerde bulunmuş. En çarpıcı noktayı ise insan sormadan edemiyor, “Neden bizim hükümetlerimiz her kavşak noktasında yanlış kararlar alarak, doğrunun tam aksi yönünde durmuş?”

Ermeni Tehcirinin aradan geçen bir asra rağmen halen ülkenin ve dünyanın gündeminde oluşunu nasıl açıklayabiliriz? Kaldı ki daha yakın zamana kadar bu topraklarda yaşayan hiç kimse Ermeni Tehciri hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Asala’nın diplomatlarımıza düzenlemiş olduğu suikastlerin nedeni hakkında bile kimse en küçük bir şekilde bu olaylarının nedenlerini sorgulama gereksinimi duymuyordu. En nihayetinde Anadolu’da bir de Ermenilerin var olduğunu hatta ve hatta Türklerden çok daha önceleri Anadolu’da yaşadıklarını yeni yeni öğrendik. Sağ olsun resmi tarihimiz!!! Bizi öyle bir tarih bilgisiyle donatmış ki evlere şenlik…

Bir başka çarpıcı olay ise Mavi Alay’ın öyküsü…

Mavi Alay’ın öyküsünü ilk olarak bloğumuzun değerli yazarlarından Taner Bey’in (hazandagüzeldir) 25.12.2008 tarihli

Mavi Alay'ın Öyküsü yazısından öğrenmiştim. Taner Bey’in Mavi Alay olayına ilişkin yazmış olduğu yazının hemen hemen aynısını Zülfü Livaneli Serenad romanına taşımış.

Mavi Alay olayının detaylarını Taner Bey’in yazısından okumanızı öneririm.

Mavi Alay olayının ne olduğuna kısaca değinmek istiyorum.

İkinci dünya savaşında Kırım Türklerinin başına gelen bir trajedidir Mavi Alay olayı. Dönemin Türk Hükümetinin yönlendirmesi sonrasında Kırım Türkleri Nazilerin yanında savaşa girmeye ikna ediliyor. Ankara Hükümetinin teşvikiyle savaşa giren Kırım Türklerinden yedi bin kişiye savaş sürecinde Almanlara kılavuzluk ve istihbarat sağlamaları için bir birlik kurduruluyor. Mavi Alay bu birliğin adıdır. Bu birliğin başına gelen trajediyi Taner Bey etkileyici bir dille anlatmış. Savaş sonrasında bu birliğin tamamı ölüyor. Yarıya yakını intihar ediyor, kalanları ise Ruslara teslim ediliyor ve teslim edilir edilmez daha orada kurşuna diziliyorlar. İşte tam bu esnada bir kadın kendisini Serned Abad Kızıl Çakçak barajının sularına atıyor ve ardından o barajın sularına atlayan bir Türk askeri kadını kurtarıyor. Zülfü Livaneli, Serenad romanının da bu noktaya çarpıcı bir vurgu yapıyor. Türk askeri, kurtardığı bu kadınla Anadolu’da bir yerlere kaçıyor ve evleniyor. Kimlik değiştirmeler, saklanmalar… Sonrasında çocuk sahibi olmalar ve torunlarından birisinin asker olması, Albay rütbesinde bulunması ve babaannesinin geçmişini saklama çabasına girişmesi. Aksi halde paşalık hayal… Hayat boyu saklanmak zorunda kalan bir gerçek… Babaanne Kırım Türkü ama ya anneanne… Oda Ermeni kökenli birisi… Tehcir sırasında Müslüman olmak zorunda kalması… Ve 2000’li yıllarda bulunduğu pozisyonu kaybetme korkusu taşıyan ve rütbesi Albay olan bir torun…

Peki ya Struma Gemisi…

Yine ikinci dünya savaşı...

Kırk tane Yahudi Profösörün Nazilerin baskısından dolayı Türkiye’ye gönderilmesi ve İstanbul Üniversitesinde çalışmalar yürütmesi… Bu gün İstanbul Üniversitesinin en önemli dönüşümleri o dönemde yaşanıyor. O yıllarda Türkiye’ye gelen Prof. Max Wagner… Kendisi bir Alman olmasına karşın eşi yahudidir. Nazilerin ülke yönetiminde etkili olduğu yıllarda Nadia ile evleniyorlar ve eşinin adını Deborah olarak değiştirdikten sonra bir başka üniversiteye, bir başka kente yerleşiyor. Ama bir türlü eşinin geçmişini saklayamıyor. Nazi baskısından dolayı eşiyle birlikte ülkesini terkedip, Fransa’ya giderken yolda eşini tutukluyorlar. Ve bundan sonrası Prof. Max Wagner’in eşi ile bir araya gelme mücadelesine dönüşüyor. İstanbul Üniversitesinde çalışmalarını sürdürdüğü sıralarda Almanya’daki toplama kamplarında bulunan eşini İstanbul’a getirtebilmek için büyük çabalar sarfediyor. Ve Romanya’nın Köstence limanında kalkan Struma gemisine Nadia biniyor. Kırk dökük bir gemi… Zar zor hareket ediyor… İçerisinde balık istifi olmuş 779 yolcu ve 10 mürettebat var… İstanbul’a geliyor Struma ama Türk Hükümeti gemide bulunanların karaya çıkmasına müsaade etmiyor. Gemide salgın hastalıklar başlıyor. Yiyecek sıkıntısı çekiliyor ve insanların durumu hayli perişan. Prof. Max Wagner dur durak bilmeksizin eşini karaya çıkartabilmek için mücadele ediyor. Ama muvaffak olamıyor. Sadece Vehbi Koç’un hükümet nezdindeki girişimleri sonrasında bir aile gemiden indirilebiliyor. Bir süre sonra Struma Karadeniz’e doğru yol almaya başlıyor. Prof. Max Wagner gemiyi takip ediyor. Şile açıklarına geldiğinde Struma infilak ediyor. İçerisinde bulunan 779 yolcudan sadece bir tanesi kurtuluyor. Geriye kalanları Karadeniz’e gömülüyor.

Bu etkileyici kitabı herkesin okumasını öneriyorum. Zülfü Livaneli önemli bir işi başarmış. İnsanların nasıl iç içe geçtiğini ama devletlerin soy sop uğruna insan oğluna hayatı zindan ettiğini belgeliyor.

Ne diyor Prof. Max Wagner?

“Bütün devletler katildir.”

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..