Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ekim '09

 
Kategori
Blog
 

"Yasak" hazetmediğim bir kelime

"Yasak" hazetmediğim bir kelime
 

Yasakçılık!

Nedense pek hazetmediğim bir kelime. Her ne kadar bu kelimeden hazetmesemde gündelik yaşamımın kimi noktalarına sirayet ettiğinide inkâr edemem hani. Özellikle kızıma karşı bir hayli yasakçıyımdır. Her an başına bir şey gelecekmiş endişesinden canım. “Oralara gitmek yasak, oraya dokunman yasak, koşarak oynaman yasak, o ağaca çıkman yasak” mealinden bilcümle yasaklar sıralamak mümkün ve en sonunda kızımın isyanları başlar “o yasak bu yasak baba, çekilir mi böyle hayat”. Zannımca haklı. Lakin olmuyor işte. Ne yaparsınız illede bir şeyleri kontrol altında tutma güdüsü.

Bir çocuğa konulan yasaklar manzumesini düşünce eksenli yasaklar ile mukayese edemeyiz tabiki ve bu yüzdendirki ben her türlü düşüncenin sınırsız bir şekilde ifade edilmesi yanlısıyım. Huyum kurusun, devletim ve ülkemin pekde yabana atılmayacak sayıda bir çoğunluğu benim bu düşünceme burun kıvırır “ya memleket, mürtecilerin ve bölücülerin cirit attığı topraklar olursa. E hadi açıkla bakalım bu durumu? Ne olacak o zaman?”

Valla bilmem ama insanın düşüncesini özgürce ifade etmesinden daha güzel bir şey düşünemiyorum. Bunun adına sakın ha açık sözlülük demeyin. Öyle bir derdim yok. Küstahlık olarak şekillenen düşünce ifadelerine pek rağbet etmiyorumda.

Yasakçılık mevzuuna dalmamdaki gaye Ahmet Secer adlı blogdaşımızın yazmış olduğu bir iki blog neden oldu ve bu bloglara ambargo konmasını öneren kimi blogdaşlarımızın düşünceleri zemin hazırladı.

E tabiki bu tip ambargolar benim ruhsal, siyasal ve politik düşüncelerime pek fazla uymuyor..

Ahmet Secer ile uzunca bir süreden beri tanışırız. Yani yazılarından ötürü. Kendisinin fiziki görünümü hakkında ve ses tonlaması noktasında her hangi bir bilgim yoktur. Yazıları gözüme ilişir ve bir göz atmak eylemine girerim. Muhterem alınmasın ama şu ana kadar yazılarından sonunu getirebildiğim tek bir tanesi dahi olmadı. Sonuçta cennet mekân mevzuular fazla ilgimi çekmiyor. “Fazla” kelimeside olmadı. Hiç ilgimi çekmiyor ama ne yazmış diye kahretsin o “merak” denen illetin pençesine düşüyorum ve tıklama eylemine giriyorum.

Fakat bilesinizki bu memlektin hiç ama hiç yabana atılmayacak bir kitlesinin bir hayli sempatisini çeken mevzuular “cennet mekân” mevzuları.

Her ne kadar fazla bu bahislere dalmış bir aile efradının ve sülalesinin ferdi olmasamda ilk kez cenaze namazına babamın cenaze merasiminde durmuştum. Belki kızacaksınız ama ben bir gerçeği hemen burada vugulayayım. Sadece saf tutmuştum ve karşımda hoca bilcümle dualar okuyor ve çevremdeki insanların yapmış oldukları hareketleri bende tekrar ediyordum. Çünkü hiç ama hiç dua bilmiyordum. Öylede bir hocaydıki muhterem, mevzuunun bir türlü sonuna gelmiyordu. Uzatıkça uzatıyordu. Mezar başında bu mevzuu devam etti ve benim o acılı pozisyondaki halim bir yana, bu işi bir hayli keyifle yapan hocanın, o kelimeleri sıralayışındaki ahengi zihnimin bir yerlerine kazındı. O kelimeleri ardı ardına ve öyle bir hızla söylüyorduki hayranlıkla izliyordum kendisini. Sonrasında evde devam ede gelen dini mevzuular ve yine aynı hocanın yaklaşık üç saat süren dualar okuması. Hoş, hani öyle dinle, kitapla ve cennet mekân mevzulara bezenmiş bir sülale olsak gam yemeyeceğimde, merasimi olan babam bir kez bile caminin kapısından içeri girmemiş bir kişiydi. Din mevzusunu bol miktarda sohbet konusu eden babam son tahlilde ateist bir adamdı. Ama kendisine sorarsan öyle işlerle meşgul değildi.

“Lafı fazla uzatmayayım” diyeceğim ama hemen bir başka konuda geçtiğimiz günlerde başıma geldi ve ben yine bir ahbabımızın cenaze merasimine katıldım. Dini müslüm bir aile efradı vardı bu defa karşımda ve yine dua bilmeyen ben, cenaze namazında saf tutmuş cemaatin hareketlerini tekrarlıyordum. Bereket bu defaki hoca mevzuuyu fazla uzatmadı. Üç kere “helal olsun” dedikten sonra cenazeyi toprağa verdik. Aradan bir hafta geçti ve evinde eşi tarafından bir yemek verildi. İştrak ettik yemeğe. Yanıma hoca oturdu ve çevremizde yaklaşık yetmiş kişi vardı. Hoca yine dualarını okumaya başladı. Cemaatin hareketlerini izlemek gibi eyleme girmiş olan bendeniz herkes ne yapıyorsa aynısını yapıyordum. Hocanın okuduğu dualardan bir şeyler anlamıyordum ama o dualardan bir şeyler anlayan geniş bir kitle vardı etrafımda. Hoca duanın neresindeyse, cemaat ona göre davranış moduna giriyordu. Ağır ve mistik bir havayı soluyordum. Bir hayli ilginç gelmişti bu durum bana ve ben bir kez daha benimde dışımda farklı bir dünyanın olduğunu fiili olarak yaşamıştım.

Evet, bu toplumda geniş bir kesim varki inançları ile gündelik yaşamlarını şekillendiriyor. Bu durum toplumsal bir gerçektir ve bu toplumsal gerçeğe saygı duymaktan öte yapılacak bir şey yoktur. Saygı duymak bir yana, inanç sistemlerine eleştiri getirmek bir yana. Bu eleştirilere tahammül edemeyen geniş bir inançlı kesim şühesizki vardır. Bu tahammülsüzlük bu eleştirilerin önüne set çekemez. Çekmemelidir. Ama aynı şey Cennet mekân mevzularına ambargo koyma güdüsü taşıyan insanlar içinde geçerlidir.

Sevinmek gerekirki bu gün bu mevzuular tartışılıyor. Tartışalım. Ahmet Secer gibi düşünenlerde yazsın ve eleştirelim bu düşünceleri. Ama ambargo koymadan. Bence doğru olan budur.

İşte bu noktada sanırım ortaçağ kafasını sorgulayacak olursak, ortaçağ kafasına denk düşen davranış biçimi “Yasakçılık“ mevzuunu günümüz dünyasında savunmaktır ve günümüzde yaşadığımız problemlerinde kaynaklarından bir tanesidir diye düşünüyorum.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..