Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '07

 
Kategori
Edebiyat
 

"Yıldızın parladığı anlar"

"Yıldızın parladığı anlar"
 

1960’lara değin telgraf ve telefon sinyalleri, verici ile alıcı arasına çekilen yalıtılmış bakır kablolar aracılığıyla taşınır...

19. yüzyılın ikinci yarısında telgraf ağının yaygınlaşması çok daha uzun menzilli haberleşme olanaklarının aranmasına yol açar.

Karada, direklerin arasına çekilen kabloların yardımıyla bağlantı kurulabilmektedir, ama birbirinden denizle ayrılmış iki yer arasında bağlantı kurmak çok zordur.

Su altına döşenecek olan kabloların çok iyi yalıtılması, suyun büyük basıncına ve kablo üzerindeki gerilim etkilerine karşı çok dayanıklı olması gerekir.

"İlk denizaltı kabloları" 1850’lerde döşenmeye başlanır. Avrupa ile Amerika arasındaki ilk denizaltı telefon kablosu 1858’de İrlanda ile Newfoundland arasında döşenir...

Stefan Zweig, "Yıldızın Parladığı Anlar" adlı leziz kitabında, "okyanusu aşan ilk söz" adlı bölümde, bu duruma değinmiştir:

"...aralarında deniz bulunan ülkeler, daha yirmi yıl için birbirlerinden ayrı kalıyorlardı. Zira porselen fincanlar sayesinde kıvılcım serbestçe bir direkten öteki direğe sıçradığı halde sular, elektrik akımını kendisine çekmekteydi. Bakır ve demir telleri rutubete karşı iyice izole edecek bir çare bulunmadığı için denizde bu işi yapmanın imkânı yoktu. "

Neyse ki mutlu bir olay, bu ilerleyiş yüzyılında yapılan bir buluşun, diğer ilerleyişlere yardım elini uzatmasına sebep oluyor. Telgrafın karalarda uygulanmasından birkaç yıl sonra, elektrik akımını sudan geçirebilir bir şekilde izole edecek Gutaperka bulunuyor. Kıt’anın ötesindeki en önemli ülke olan İngiltere’nin, Avrupa telgraf şebekesine bağlanması işine artık başlanabilir. Brett adında bir mühendis, ileride Bleriot’nun ilk defa olarak uçakla kanalı geçeceği yere ilk kabloyu döşüyor. Araya giren kötü bir rastlantı, işin derhal başarıyla sonuçlanmasına engel oluyor; henüz döşenmiş olan kabloyu, çok kalın bir deniz yılanı bulduğunu sanan Boulogne’lı bir balıkçı söküyor. Fakat 13 Ekim 1851’de yapılan ikinci deneme başarıyla sonuçlanıyor ve İngiltere kıtaya bağlanmış oluyor. Böylece de Avrupa ilk olarak zamanın bütün olup bitenlerini tek bir kalp, tek bir beyinle aynı anda yaşayabilen bir varlık, gerçek bir Avrupa olabiliyor.

Bu kadar az yılda kazanılan böyle muazzam bir başarı hiç şüphesiz, o devrin insanlarında sonsuz bir cesaret uyandırmış olacaktır. Yapılmak istenen her şey başarıyla sonuçlanıyor, hem de bir masal kadar şaşırtıcı ve hızlı. İngiltere’nin İrlanda ile, Danimarka’nın İsveç’le, Korsika adasının kara ile bağlanması için sadece birkaç yıl yetiyor ve Mısır’ı, sonra da Hindistan’ı şebekeye bağlamak için çaba harcanıyor.

Ama bir kıt’a hem de en önemli olan Amerika kıt’ası, dünyayı saran bu zincirden her zaman için yoksun kalacağa benziyor. Sonsuz genişlikleri yüzünden hiçbir ara durak imkânı bırakmayan Atlas Okyanusunu ya da Büyük Okyanusu tek bir telle nasıl edip de geçmeli? Zira elektriğin bu çocukluk yılları sırasında bütün imkânlar henüz bilinmemektedir. Denizin derinliği henüz ölçülmemiş, okyanusun jeolojik yapısı henüz tam bir kesinlikle belli değil; bu kadar derine döşenmiş bir telin, müthiş bir su basıncına dayanıp dayanamayacağı ise o tarihe kadar hiç denenmemiş. Bu kadar uzun bir kabloyu böyle bir derinliğe döşemenin bilimsel imkânı görülse bile, iki bin mil uzunluğundaki demir ya da bakır telin ağırlığını kaldırabilecek büyüklükte bir gemiyi nereden bulmalı? Gemiyle geçilmesi en aşağı iki üç hafta süren bir mesafeye sürekli elektrik verebilecek kudretteki dinamolar nerede? Bütün tahminler kötümser. Denizlerin dibinde, elektrik akımını çekebilecek akıntıların bulunup bulunmadığı da bilinmiyor. Gerekli izolasyon usul ve vasıtaları da, doğru dürüst ölçü aletleri de henüz yok. Bilinmezlerle dolu yüzlerce yıllık uykusundan yeni uyanan elektriğin de sadece başlangıç kuralları biliniyor. İşte bundan dolayı bilginler okyanusa kablo döşenmesinin sadece sözü bile edildiği zaman ‘imkansız, çılgınca bir tasarı’ diye şiddetle reddediyorlar... Hatta Mors, o tarihe kadar telgrafın gelişmesinde en fazla borçlu olduğumuz bu adam bile, böyle bir planın hesaba sığmaz bir cür’et olduğunu söylüyor; ama aynı zamanda peygamberce bir eda ile; başarıyla sonuçlanırsa, Atlas Okyanusuna kablo döşeme işinin "The great feat of the century", yüzyılın en büyük zaferi, en büyük başarısı olacağını ekliyor.

Bu işle bir mucizenin olacağı veya harikulade bir şeyin tamamlanacağı düşüncesi, o devrin insanının bu mucizeye karşı beslediği düşüncenin ilk ve peşin şartıdır. Bilgisi kıt olan insanın cesareti, bilginlerin tereddüt ettiği noktada yaratıcı hamleyi yapmak imkanını verir.

Çok defa olduğu gibi bu işte de ancak bir rastlantı sonucunda muhteşem teşebbüs uygulanıyor. Gemilerin verdiği haberlerin birkaç gün daha önce alınabilmesi için 1854 yılında New York ile – bu şehre Amerika’nın doğu kıyısındaki en uzak yer olan – Yeni Foundland arasında kablo döşemek isteyen Gisbrone adında bir İngiliz mühendisi; para kaynaklarını tükettiği için, işi yarıda bırakmak zorunda kalıyor. Bu yüzden de sermaya bulmak üzere New York’a dönüyor. Gisbrone, bu şehirde, parlak bir rastlantıyla birçok ünlü işlerin başarılmasında rolü olmuş bir genç adama, Cyrus W. Field’e rastlıyor. Bir Protestan rahibinin oğlu olan C.W. Field’in ticaret hayatındaki teşebbüsleri hızla ve çok mutlu sonuçlar vermiş, o da pek genç yaşında iken büyük bir servetle rahat köşesine çekilmiştir. İşte Gisbrone, devamlı bir tembellik için fazla genç ve fazla enerjik bir yaşta bulunan bu işsiz güçsüz adamı New York’tan Yeni Foundland’a kablo döşemesi için kazanmağa çalışıyor. Ama, bu Cyrus W. Field ne teknisyendir, ne de böyle şeylerde ihtisası vardır. Elektrikten hiç anlamıyor, ömründe bir kablo görmüş değildir. Ama, bu Protestan rahibinin oğlunun kanında ateşli bir inanç, Amerika’lının enerjik cesareti var. Uzman mühendis Gisbrone sadece New York’u Yeni Foundland’a bağlamayı düşündüğü sırada bu çabuk heyecanlanan genç adam, daha ilerisine bakabiliyor.

Telgraf ve telefon mühendislerinin uzak mesafelere kablo döşerken karşılaştıkları en önemli sorun, sinyallerin kat ettikleri yol boyunca zayıflamalarıdır. Bu güç kaybını önlemek için kablo hattı boyunca belirli aralıklarla "yineleyici" denilen yükselteçler yerleştirilir. Bunun sayesinde uzun menzilli iletişim olanaklı duruma gelir! Arada parazitlerden, elektrik akımı kaybından ve başka bir takım nedenlerden dolayı sinyaller gene bozulsa da...

Bu sorunlar 20. yüzyılın ikinci yarısında, geleneksel kablo sistemi ile radyo ve mikrodalga kanallarının uygun bir biçimde birleştirilmesiyle tam olarak çözümlenir.

Bugün telefon ve benzeri aygıtlarda iletişimin bir bölümünde hâlâ kablolardan yararlanılır, ama mesajları taşıyan sinyaller yolculuklarının büyük bölümünü uzayda gerçekleştirir.

Ülkemizde halen telefon direkleri kalabalığı olsa da birçok ülkede teller toprak altından geçirilmektedir.

Sunay Akın, "Serçe ve Kedi" şiirinde buna değinir:

Toprağın altından bağlanıyor
artık telefon telleri
ve bir telaş
yüreğini sarıyor serçelerin
gördükçe kedileri

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..