Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '15

 
Kategori
Özel Günler
 

10 Kasım anısına: 77 yıl önce, sonra ve boyunca... Hep O, tek O!

10 Kasım anısına: 77 yıl önce, sonra ve boyunca... Hep O, tek O!
 

10 Kasım 2015, sadece ulusumuzun değil, bölgemizin ve dünyanın kaderine damga vuran büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün aramızdan fiziksel olarak ayrılışının 77. yılı! Onun fikirlerine zihnen, eserlerine yürekten bağlı olanlar, onu yeniden derin bir saygıyla ve özlemle anıyoruz!
 
Onun tek bir sözünün, "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" diyen vecizesinin bile ulusal politika uygulamalarında es geçilmesinin nelere mal olduğunu (özellikle son dört-beş yıllık dış politika ve iç siyasi gelişmelerde) görüp bilen çağdaş ve aydınlık zihinler için, bu derin saygı ve özlemin anlamı çok daha büyük ve derindir! 

Fakat özellikle son 13-15 yıldır o ulusal ve hatta evrensel gerçekliğe karşı esen ters rüzgarlar sonucu yıllar öncesine, Mevlana'ya dönüp “Artık yeni şeyler söylemek zamanıdır cancağızım” demek durumda kalıyor insan. Aslında, bir dönem çok iyi bilinen ve hâlâ da bilinmesi gereken şeyleri "yeni şeyler" gibi de söylemek gerekiyor.

O, safların birer birer terk edildiği, manda talepleriyle ihanetin sokak sokak kol gezdiği bir zaman diliminde azınlıkta kalan arkadaşlarıyla el ele, omuz omuza hem "diklendi", hem de "dik" durdu. Mazlumun, yaşam ve özgürlük hakkı elinden alınan halkının yanında durdu… Omuzlarına ise, dönenlerin, bırakıp gidenlerin, ihanet edenlerin yükünü de aldı; yıkılmadan, yalpalamadan hedefe doğru yürüdü…

Belki 'muazzam, derin külliyatı olan bir fikir adamı' olacak zamanı ve rahatlığı (çoğu karargah çadırlarında geçen, mücadeleli ve pek de uzun olmayan yaşamında) hiç bir zaman bulamadı! Ama bir ulusu yeniden yaratıp var eden pratik bir deha ve liderdi!  O yüzden ona en usta şairler ve halkı "Sarı saçlı, mavi gözlü dev" dediler. Yıllar sonra, dünyanın öteki  uçlarında dahi onu örnek alan bazı genç liderler ise esmer, yanık tenli, kahverengi, siyah ya da çekik gözlülerdi.
 
Maalesef ve aksine,

Özellikle 2000'lerin ilk yıllarından bu yana, Atatürkçü anlayışların, kavram ve düşüncelerin toplumsal ve resmî yaşamdan tasfiyesine yönelik yarı gizli,  hatta sinsi yaklaşım ve girişimler aralıksız çabalarla sürdürülmeye çalışılmaktadır. Ayrıca çağdaş, bir ölçüde objektif ve bilimsel tarzda yazıp çizen bazı entelektüel kesimlerde ise (ki bu kesimlerin bir kısmı 70'li yıllarda kendisine karşı 'küçük burjuva devrimcisi' diye indirgeyici bir anlayışla bakanlar ve/veya o etki alanındaki takipçilerdir); 'yüzleşme', 'tabuları yıkma' ve 'insanileştirme' yaklaşımları adı altında bir anlayış belir(t)mekte; "...Eski, sert, 'rozet ve büst Atatürkçülüğü' bir işe yaramıyor, bunu değiştirip 'İnsan Atatürk'ü yaratalım..." demektedirler!
 
Bu tür yaklaşımlara, iyiniyetli olarak katılanlar da olabilir. Ama ne yazık ki bunlar daha çok, altında ulusumuzu ulus yapan temel değerleri -ilk bakışta masumca görünen yaklaşımlarla- önce çözmeye, zamanla değersizleştirmeye ve ardı sıra yıkmaya yönelik bir tuzak da taşıyor olabilir! Bu tür etkiler hemen değil, zamanla ortaya çıkabilecek ve toplumsal yönü çok önemli etkilerdir!

Bu bağlamda, büyük önderimiz ile ilgili olarak medya ve kamuoyunda pek fazla yer almayan ve fazlaca bilinmeyen bazı çalışma, bilgi, belge ve sonuçları bu özel ve anlamlı günde siz değerli okur yazarlarımla paylaşmak istedim.

İşte, hem de bir yabancıdan bilimsel bir araştırma,

Amerikalı tarihçi ve psikiyatrist Prof. Arnold Ludwig, dünyanın çeşitli siyasi önderlerinin başarı ve önem derecelerini sınıflandıran 11 ölçeğe göre, Cumhuriyeti’mizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü, 20’nci yüzyılın en büyük lideri olarak nitelendirmiştir. Bu sonuç, halen ABD’nin Brown Üniversitesi’nde görevli olan, 2002 yılında yazdığı ve dünya liderlerini ele aldığı " Dağın Arslanı: Siyasi Liderliğin Doğası " adlı kitabıyla tanınan Prof.Ludwig'in objektif bir araştırma ve çalışması sonucu ulaştığı bir bulgudur (1)
 
Aslen psikiyatrist olan ve daha sonra tarih ve siyasi liderlik konularını incelemeye yönelen Ludwig, siyasi önderlerin neden ve ne kadar önemli ve büyük olduklarını tarafsız bir şekilde değerlendirebilecek bir ölçeği geliştirmek için uzunca bir süre çalışmıştır. Prof.Ludwig bu çalışmaları sonucunda, Jul Sezar, Napoleon ve George Washington gibi tarihi şahsiyetlerin, liderliği tanımlamak için ortak kullandıkları 11 kriterden oluşan bir sistemi inceleyip test ederek uyguladığını dile getirmiştir.
 
Öncesinde belirtmek gerekir ki; büyük önderimiz M.Kemal, daha yaşarken de, henüz 1928'de ABD'de, önde gelen gazeteci, yazar ve düşünürler arasında yapılan bir ankette de 'Yaşayan en büyük 12 dahi' arasında gösterilmiştir.  
 
11 kriterden oluşan sistem,
 
Ludwig’in verdiği bilgiye göre bu ölçeğin kriterleri, " sıfırdan bir ülke yaratmak, toprakları genişletmek, iktidarda kalınan süre, askeri başarılar, sosyal tasarım ve dönüşüm gücü, ekonomik başarı, devlet adamlığı, güçlü bir ideoloji ortaya koyma, ahlâken örnek olma, siyasi bir miras bırakma ve ülkenin nüfusu" temel alınarak oluşturulmuştur.

Daha sonra, incelenen her lidere, bu kriterlerin her biri için, önem derecesine göre, sıfır ile üç veya yine sıfır ile beş değerleri arasında puanlar verilmiştir. Prof. Ludwig, kitabında, 20’nci yüzyıla damgasını vuran yüzlerce lideri bu sisteme göre karşılaştırdığını ve M. Kemal Atatürk’ün en üst sırada yer aldığını belirtmektedir.
 
Buna göre Atatürk, Ludwig’in kitabında bu 11 kriterden toplam 31 puan almıştır. Sıralamada ikinciliği, 30’ar puanla Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurucusu Mao Zedung ile II. Dünya Savaşı yıllarındaki ABD başkanı Franklin Delano Roosevelt elde etmiştir. Aynı ölçeğe göre, dağılan SSCB’nin son lideri Mihail Gorbaçov 24, İngiltere’nin efsanevi başbakanlarından Winston Churchill 22, Güney Afrikalı lider Nelson Mandela 20, eski ABD başkanlarından Bill Clinton ise 15 puan toplamışlardır.

O ve eserleri bir gerçekliktir ;

Günümüze damga vuran tarihsel kişilikler, bir zamanlar somut ve yaşayan gerçektiler, vardılar! Başardıklarını ve eserlerini zor koşullara karşın hissetmiş, tasarlamış, uygulamış ve tarihe kaydetmişlerdi. Ben böylesi ender ve özel şahsiyetlerin gerek bireysel ve toplumsal varoluşumuzu gerekse 'kendi gerçekliğimizi' zenginleştirmesi ve özgüvenimizi de pekiştirmesi gerektiği düşüncesindeyim. Aksi bir durum kanımca, aşırı dayatmacı, yozlaşmaya yüz tutmuş, günümüz sosyo-ekonomik, sosyo-politik ve sosyo-psikolojik gerçekliğinin yol açtığı ' ruh ölümleri 'nin faillerinin yanlış adreslerde aranması anlamına gelmektedir.

Amerikalı tarihçi ve psikiyatrist Prof. Arnold Ludwig'in eserini, objektif araştırma ve çalışmaları neticesinde ulaştığı sonucu işte bu açılardan anlamlı ve önemli buluyor, özgüven ve sevinçle sahiplenilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bu analiz bende 11 Kasım 1938 tarihli gazetelerden TAN'daki başyazısında Zekeriya Sertel'in söylediklerini doğrularcasına anımsattı. Şöyle demişti Sertel o yazısında"...Ordularını taa Hindistan'a kadar geçiren Büyük İskender, 32 yaşında öldüğü zaman arkasında ne bırakmıştı? Bir hiç...Napolyon, ölümünden sonra arkasında ne bıraktı: Yıkık dökük bir Avrupa, Fransa'ya karşı kinle dolu bir dünya...Halbuki Atatürk, idealini hayatında hakikat sahasına çıkaran nadir bahtiyarlardan ve ender dehalardan biridir. O eşsiz eserini tamamlamış ve onu bizlere ebedi miras olarak bırakmıştır. O bize müstakil bir vatan bırakıyor. Genç ver zinde bir cumhuriyet bırakıyor. Milletine bu kadar büyük bir miras bırakarak hayatta gözlerini rahatça kapayan pek az adam yetişmiş veya hiç yetişmemiştir..." (2)

Eserlerinin ruhu vardır;

Bilinmelidir ki; başta Cumhuriyetimiz olmak üzere büyük önder M.Kemal'in halkı ve silah arkadaşlarıyla birlikte oluşturduğu eserler, günümüzün post-modern ve küresel oluşumlarının tam tersine 'içten' oluşumlardır, 'özlemli' oluşumlardır ve bu eserlerin önemli bir 'ruh'u vardır. Başta Cumhuriyetimiz olmak üzere bu eserler, bizler için, üzerinde titizlikle titrememiz, sahip çıkmamız, koruyup kollamamız gereken çok büyük olanaklardır. Fakat değer ve önemini çok iyi bildiğimiz ve yaşattığımız konusundaki inancım maalesef giderek azalmakta. Hele, egemen eğitim ve öğretim sisteminin bilinçsiz bir at yarışı ve yüzeysel enformatik dayatmalar içerisindeki gençlerimiz özelinde...(3)

Bu öylesi bir ruhtur ki,"...arkadaşlar, devrimlerin kendilerine has bir ruhu vardır, kutsallığı vardır. Devrimlerin unsurları vardır. Bunların aleyhine darbe oluşturacak sözler söylendiği zaman, davranışlarda bulunulduğu zaman bu ruh isyan eder...İyiniyet dışı, yaralayıcı ve hakir görücü bir nutku söylemek, Türk ulusunun kolları ve şakakları kanaya kanaya yüz senelik bir zamandan beri yenilik ve hürriyet yolunda attığı adımları kırmak ve onu geri çevirmeye teşebbüs etmektir..." (4)

Büyük hatip Hamdullah Suphi Tanrıöver'in, 13 Şubat 1923 tarihli TBMM oturumunda ' Yobaz bir mebusa cevabı' nda (Nejat Muallimoğlu'ndan aktarımla) yer alan bu paragrafda belitilen 100 yıllık süreç, günümüz itibariyle tam 192 yılı bulmuştur.

Tüm bunlara rağmen ayrıca bilinmelidir ki; ulusumuza karşı son dönemlerde - içerden ve dışarıdan bazı odakların elbirliğiyle - gerçekleştirilmeye çalışılan büyük yıpratma ve çözme hareketi , tarihsel ve objektif kazanımlarımız ve gerçeklerimiz karşısında süslü birer yalan örtüsü olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Eminim ki, aydınlık ve güzel yarınlarımızda tarih de bunu böyle yazacaktır!

Che'nin Çantasından Çıkan 'Nutuk'

Yaygın bir söylenceye göre, Küba Devrimi’nin öncülerinden Arjantinli devrimci doktor Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; Atatürk’ün Büyük Nutuk’u ve Türk Şairi Nazım Hikmet’in ‘Kuvayı Milliye Destanı’ kitapları çıkmıştır.

Ya Fidel castro?

Nutuk’un Küba Devrimi’ndeki yeri aslında daha önceki yıllara dayanmaktadır. Sosyalist Küba Cumhurbaşkanı Fidel Castro, 12 Mayıs 1961 tarihinde Havana’da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir’den Atatürk’ün Büyük Nutuk Kitabı'nı ister. A.B.D.’nin bilgisi olmaması ricasıyla yapılan bu istek, Bilal Şimşir tarafından uzunca bir süre sonra yerine getirilebilir. İşte, Fidel Castro’nun Atatürk hayranlığının kaynağı; İngilizce 'Nutuk' kitabını özümseyerek okumasında ve devrimci M.Kemal'in ilk antiemperyalist savaşımını zafere erdiren '1919 Ruhu'ndan esinlenmesinde yatar. (5)

Fidel Castro dünya kamuoyunun yakından tanıdığı en eski ve uzun yıllardır yönetimde kalan Küba devlet başkanıdır. Türkiye sol hareketi ise Castro ve Guevera’yı 68’li yıllarda tanımıştır. Castro, ülkesinin A.B.D.’ne karşı verdiği bağımsızlık mücadelesinin önderidir. Fidel Casto, halkı adına kazandığı antiemperyalist mücadele sonucu, 50 yılı aşkın bir süre Küba devlet başkanlığı görevini sürdürmüştür.(6)

Günümüzdeki yüzeysel-turistik ilişki sıklığına gelinmeden önce Türk aydınları ile Küba arasındaki ilişkiler de hep sıcak olagelmiştir.(*) Bu, zaman zaman iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilere de yansımıştır. Fidel Castro’ya karşı süren kamuoyu ilgisi, O’nun 1997’de İstanbul’da düzenlenen Habitat toplantısının konuk konuşmacısı olmasına kadar uzanır.

Türk medyası ise, ancak bu yıllardan sonra Fidel Castro’nun Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili düşüncelerini öğrenebilmiştir. 22.8.1997 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Barış Doster şöyle yazar: “...Zapata Caddesi ile Salvadar Allende Bulvarı’nın kesiştiği yer gibi adreslerin tanımlandığı, devrimci bir geleneğin ve anti emperyalist ruhun her sokakta hissedildiği Havana’nın en önemli caddelerinden birinde, bir başka büyük devrimcinin, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olduğu belirtilmiş. Doğum tarihi olarak ise; 19.5.1881 yazılmış. Ayrıca kaidede ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ sözlerinin Türkçesi ve İspanyolcası yer almış..."
 
Aradan dört ay geçtikten sonra, Mart 1997 de Habitat Toplantısı için İstanbul’a gelen Fidel Castro o dönemki Yeni Yüzyıl gazetesinde Jale Özgentürk ile yaptığı söyleşide benzer sözleri ülkemizde de tekrarlamıştır: “Asıl devrimci M.Kemal Atatürk’tür. Ben bir devrim yaptım, ama O’nun yaptıklarını asla başaramazdım. Sakın kendinize başka esin kaynağı aramayın...” Fidel Castro’nun bu sözleri karşısında heyecanlanmamak mümkün mü?

Bu bağlamda son yıllarda Latin Amerika ülkelerinde esmekte olan “ulusalcı ve antiemperyalist rüzgârda” Mustafa Kemal'in yaydığı ışığının etkisi de yok mudur acaba diye de düşünmeden edemiyor insan?

O Mustafa Kemal ışığıdır ki; doğudan batıya, güneyden kuzeye, birçok halk hareketini ve halk önderini etkilemiştir. Örneğin, çağdaşları olan Lenin ve Churchil kendisini hep takdir etmişlerdir. Örneğin, 1935’teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı’nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao’nun ilk sözleri şöyledir: “Ben, Çin’in Atatürk’üyüm...” ve 1948’den bugüne dek, Çin Halk Cumhuriyeti’nde ilköğretimin sekiz ve dokuzuncu sınıflarda 'Yakınçağ Tarihi' derslerinde Atatürk ve Cumhuriyet Devrimleri okutulmaktadır. O'nun özellikle anti-emperyalist kişiliği ve Sevr'i yırtıp Lozan'ı kabul ettirme özelliği bu kitaplarda vurgulandığı belirtilmekte... Bu bağlamda M. Kemal'in adı, Lenin ve Gandi ile birlikte anılmakta ve kitaplarda ve benzeri eğitim materyallerinde (Slayt, DVD) yer almaktadır.
 
 Bugün de ilk günkü gibi büyük bir özlem ve saygı ile andığımız büyük önderimiz hakkında resmi bilgi ve belgelerin dışında bu türden yeni bilgi, belge ve araştırmalar çoğaldıkça ona karşı ilgi, değer ve sahiplenişlerin eski gücüne yeniden kavuşacağına olan inancımız tamdır.
 
 
İ.Ersin KABOĞLU,
9 Kasım 2015, Ankara


Kaynakça ve Blognotlar:
 
(1) A.B.D’nin Rhode Island eyaleti, Providence kentinde bulunan ve 1764 yılında kurulmuş olan Brown Üniversitesi, Amerika’nın en eski yedinci üniversitesidir. Kurum aynı zamanda Amerika’nın kuzeydoğusunda yer alan 8 seçkin üniversitenin oluşturduğu “Ivy League” adlı birliğin de bir parçası olup en iyi üniversiteler sıralamasında (en son-Forbes-) 12. sıradadır.

(2) Güneri Civaoğlu, 'Sağlam bir Atatürkçü (İnan Kıraç)', Milliyet, syf. 14, 9 Aralık 2008.

(3) Bu konuda daha ayrıntılı bir değerlendirme için bkz., Prof. Ahmet İnam, 'Cumhuriyetin Tinsel Bileşenleri Üzerine', CBT (Cumhuriyet Bilim Teknik), Sayı 1127-1128 /sayfa 11. 24-31 Ekim 2008.
ainam@metu.edu.tr

(4) Nejat Muallimoğlu, 'Dünyayı Sarsan Konuşmalar', Avcıol Basım Yayın, İstanbul 2007. Sayfa319-335.
 
 (5) www.turkish-media.com/forum/lofiversion/index.php/t150528.html

(6) www.68dayanisma.org
 
 (*) Bu konuda çok daha eskilere giden bir kitap da yayımlandı. Küba'nın Ankara Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal'ın kaleme aldığı ''Havana'da Türk Tutkusu 1898'' adlı roman da mevcuttur. Kitapta, Sultan II. Abdülhamit'in 1898'de yaveri Ahmet Paşa'yı Küba'nın İspanya'ya karşı verdiği mücadele ile o günlerde karmaşa halindeki bir başka ada olan Girit'teki mücadelenin benzerliklerini saptamak üzere Küba'ya göndermesini konu alıyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'dan Havana'ya uzanan bu yolculuğunda Yaver Ahmet Paşa, hem birbirinden çok uzaktaki iki farklı ülkeyi izliyor, hem de aşkın ve inancın dünyanın bütün coğrafyalarında nasıl aynı şekilde yaşandığına tanıklık ediyor.

Bu blog Milliyet.com.tr sitesinden 13 kez görüntülenmiştir

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..