Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ağustos '11

 
Kategori
Anılar
 

17 Ağustos 1999 depremi

17 Ağustos 1999 depremi
 

Turgut Özal Yalova Aydın 4 sitesinde. 1987 yılı Milliyet Gazetesi Arşivi.


1972 yılında, ben daha henüz altı yaşındayken bizimkiler bir gün,

''Hadi yazlığa gidiyoruz''

dediler.

Altı yaşında çocuk, hele de o zamanlar bırakın şimdiki gibi bilgisayarı, interneti falan televizyon bile yaygınlaşmamış daha, her akşam radyoda habire çocuk tiyatrosu yüklüyorlar genç dimağlara, ne anlayacak yazlıktan, kışlıktan?

Yalova Termal Kaplıcaları'na gidip sıcak su deresine ayak sokup sonra da havuzda kolluksuz yüzmeye teşebbüs etmek, Salacak plajında sanki Kız Kulesi'ne yüzecekmiş havalarında denize girip de bol bol su yutmak en önde gelen yaz aktivitelerimden.

'Yok siz gidin benim işim var'' diyecek halim de yok, tuttular elimden bindik bir arabaya. Kamyon önde biz arkada bir süre yol aldık. Sonra da 'Geldik hadi inin'. Hayır inelim inmesine de nereye geldik? Taşınmak falan ne demek o kadar anlıyorum ama, ''Bak Kaan burası yazlığımız'' diye gösterdikleri yer, halen inşaat halinde olan büyük bir bina, yerlere yeni beton dökülmüş, işçiler ortalarda dolaşıyorlar.

Üçüncü kattaki dairemize kısa sürede taşıdılar artık eşya niyetine ne varsa. ''Oooo ne güzel balkon var acayip büyük hem de tam denize bakıyor.'' Salacak'ın üstündeki ev de denize yakındı ama burası daha bir güzel, hemen önünde plaj falan da var. Gerçi ortalarda daha pek kimseler yok ama olsun hep böyle kalacak değil ya.

İlk arkadaşım 'Nüvit' ile,

''Oğlum biz geldiğimizde hiç kimseler yoktu, birinci biziz bikerem.''

''Yok ya ben sizi hiç hatırlamıyorum, biz taşındığımızda daha kapılar bile takılmamıştı sen neden bahsediyorsun?''

diye yıllar süren tartışmalarımız hep Yalova Aydın 4 sitesinde geçti.

O yazı Yalova'da geçirdikten sonra İzmit'e dönüp ilkokula başladım. İnsan çok küçük yaşlarını zaten pek kolay kolay hatırlayamayacağı, hatırlasa da 'mamayı ham yapıp, agu agu demek ve lazımlığı doldurmak' sarmalında dönüp durduğu için benim ilk çocukluk anılarım, ondan öncesini bahsettiğim sebeplerden saymazsak, Aydın 4'te birikmeye başladı.

Hızla geçen bir kaç yılın ardından zaten 9-10 yaşlarına da gelmiş ''Nereye gidecekler, bırakın rahat rahat oynasınlar'' çocukları olarak, belki de çok az kimseye kısmet olacak tatlı yazlar geçirdik. Aydın 4'ün ilk yıllarında yazlıkçıların kimisi ekonomik olarak orta düzeyde kimileri ise belki birazcık da üstünde ama saygı, sevgi hep üst seviyede. Herkes herkesle selamlaşıyor, kapılar kilitlenmeden hatta üzerinde anahtar bırakılarak denize inmek çok yaygın. Ana babalar görmüş geçirmiş insanlardan olunca haliyle biz çocuklardan da çocukça yaramazlıklar ve muzurluklar dışında zararlı şeyler çıkmıyor. Günümüzde vahşi kapitalizmin doğal sonucu olan 'varlık düzeyine bağlı olarak mahalleleri ayırmak' şeklindeki bir toplumsal ayrışma da daha henüz yaşanmamış o günlerde. Orta sınıf henüz daha Özal da ortaya çıkmadığı için ortalarda yuvarlanıp gidiyor, kendisini idare ediyor. Mesela şimdi düşününce, o zamanlar öyle görmemişin oğlu olup da aramızda pipisiz gezen kimseyi hiç hatırlamıyorum. Emekli hakim, subay, öğretmen, İstanbullu ve Anadolulu tüccarlar, meşhur doktorlar, aktif siyaset adamları kısaca birbirleriyle uyum ve saygı içerisinde tatillerini geçirenlerden oluşan farklı, kendine özgü ama çok güzel bir ortam.

Üç kuşak birarada yaşayıp gidiyorduk. Muhtemelen onların emekli ikramiyeleri ya da yastık altlarından çıkarttıkları ile alınan yazlıkların en yaşlıları, büyükbabalar, babaanneler, dedeler, anneanneler.

Dedelerimiz sabah ekmek ve gazete için bakkala giderlerdi. Balkonlarda denize karşı ailecek yapılan sabah kahvaltılarından sonra da artık akşama kadar sadece güneşin en tepede olduğu saatler hariç kah deniz kıyısındaki yollarda yürürken kah da kapı önlerindeki banklarda sürekli bir şeyler anlatırlardı birbirlerine. Siyaset konuşurlardı kimi zaman ama bağırmadan çağırmadan ve kimse kimseye gönül koymadan. Ne keyifli sohbetler ederlerdi. Onlarca yıl birbirlerinden farklı mesleklerde geçmiş ömürler. Ne yazık ki yıllar içinde kimileri anlatmaya kimileri de dinlemeye doyamadan erkenden göçüp gittiler. Kalanlar her yıl yazlığa içlerinde hep bir korku ile gelirlerdi ''Ya kışın haber alamadığım bir arkadaşım aramızdan ayrılmışsa?'' kaygısıydı bu. İçlerinden kaybettikleri varsa ilk günlerde hep ondan bahsedilirdi. Sonra tamamen unutulmasa da hayat normal temposuna, günlük olaylarına dönerdi. Hep ''Offf ne kadar da sıcak, havalar şöyle biraz serinlese ne güzel olur'' ile yazın sonunu getirirlerdi göz açıp kapayana kadar.

Babaanneler, anneanneler ise en fazla eve hemen girip çıkabilecekleri kadar uzaklaşabilirlerdi evlerden kadınların kaderlerinden(!) dolayı. Sabah kahvaltısı en kolayıydı, peyniri zeytini, domatesi, biberi dolaptan çıkar masaya koy sonra üç bardak bir kaç çatal bıçak yıka iş halloluyordu ama bunun öğle yemeği var, akşamı var. Yemeği hazırlamak için pazara çıkmak gerekir, sonra hadi yemeği geçtik temizliği var, çamaşırı, ütüsü... 

Temmuz ayı genelde yazlıkların en kalabalık olduğu zamandı. Okullar çoktan kapanmış bir kısım yazlıkçılar haziranın en geç sonu gibi zaten gelmiş olurlardı bir de herkes tatilini temmuza alınca da plaj şemsiye ve şezlong ile dolardı. Balkonda kahvaltı ederken diğer balkonların da dolu olduğunu hemen farkederdiniz. Akşam karanlığında çevreye şöyle bir baktığınız zaman bile hem evlerde yanan ışık sayısı hem de her bir eve düşen insan sayısının temmuz aylarında bayağı bir çoğaldığını anlayabilirdiniz.

Anne bababalarımızdan çalışmayanları hep yazlıkta kalırken, çalışanlar ve üniversitede okuyan abilerimiz ablalarımız da hafta sonu İstanbul'dan vapurla Yalova'ya oradan da 'Siteler' minibüsleri ile sitelere gelirlerdi. Cuma akşamları belirli bir saatten sonra hemen hissederdiniz gelenlerin varlığını.

Biz çocuklar, orta okullarda, liselerde okuyanlarımız tatili sonuna kadar değerlendirirdik. Anne babalarımız hafta içinde İstanbul'da olsalar bile bizleri rahatça emanet edebilecekleri büyükleri olduğu için kafaları rahat olurdu.

Hani herkes 'hayatım bir roman' tadında dolaşır da yazıya döken çok az olur ya, siz düşünün sitelerden ne kadar hikaye çıkacağını.

Bugün aslında sadece 17 Ağustos 1999 depremini unutturmamak için bu yazıyı yazmaya başladım. Bir kaç gün sonra depremden hayatta kalanlar, kaybettiklerini 'anmak' için değişik yerlerde biraraya gelecekler. Yalova'da, zaten olması gerektiği gibi depremden sonra da hayat sürüyor ama ''Eski tadı var mı?'' derseniz.... Bazı siteler kısmen ayakta kalabildiler ama bazıları da Yüksel, Aydın 4 gibi artık sadece anılarda. Devlet konutları yıkılanlara dağların tepelerinde evler inşa etti. Oralarda da yaşam iyi kötü sürüyormuş.

Onlarca, yüzlerce hayat, bunların hepsini yazmak lazım, sadece anlatmakla olmuyor, unutuluyor, silinip gidiyor hafızalardan hele bir kaç kuşak da geçince olayların üstünden, yaşanmış ile yaşanmamış aynı oluyor.

Bugün belki de 1999'dan beri yaptığım gibi yine sadece üzülmek ve anılarımı tazelemekle geçirecektim ama Milliyet gazetesinin arşivinde bir fotoğrafa denk geldim. 11 Ağustos 1987 tarihli. Bir tek fotoğraf beni anılar denizine sürüklemeye yetti de arttı bile, boğulmaktan kurtulayım diye de elimi bilgisayarıma attım, açtım bloğuma yazıyorum.

Aydın 4 sitesini yapan Mehmet Aydın, dairelere beklediğinden de çok talep gelince Karamürsel'e doğru olan elmalığı da satın alıp oralara da yeni siteler yapmaya karar vermişti. O zamanlar inşaat teknolojisi ve insanların yazlık fikrine bakışı da zamanla değiştiği için yeni yapmakta olduğu Aydınkent sitesine villalar da yapmıştı. Sonradan duyduk ki o villaların hemen hemen hepsini Diyarbakır'lı çok zengin bir ailenin üyeleri satın almışlar. Ceylanlar, sonradan Turgut Özal ile yakınlıkları ile çok tanınır da olan bu aile satın aldıkları evlerde otururlarken çok hoşlarına gitmiş olsa gerek ki yandaki son elmalığı da kendileri alıp bu sefer de onlar yazlık işine girmeye karar vermişlerdi.

Turgut Özal, belki de hem dostlarını görmek hem de azalmakta olan sempatisine bir katkısı olur diye yazlıkları ziyaret etmek istemiş olduğundan Aydın 4'e gelmişti, plajda top oynuyorduk ki bir baktık Özal. Hadi yanına. Meğer gazeteciler de varmış, ertesi gün sabah kahvaltıda bir baktım gazetede bir önceki günün haberi, fotoğrafta da arkada da biz çocuklar.

Fotoğrafın çekildiği yer tam da bizim oturduğumuz parsel 4'ün altındaki, sitede 17 ağustosta en çok can kaybının olduğu Aksakal Disko.

Depremden sonra yıllar kimileri için çok hızlı akıp giderken kimileri için ise o an durdu. Şimdi maalesef ne Aksakal Disko var ne de ak sakallı dedelerimiz. 70'lerin çocukları bugünün orta yaşlıları olarak, babalarımızın yazlıklarını aldıkları günlerdeki yaşlarını çoktan geride bırakırken, deprem bizlerden canlarımızı, dostlarımızı, her şeyimizi alıp sadece el uzatamadığı anılarımızı bıraktı, onlarla avunalım diye. 

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..