Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Kasım '11

 
Kategori
Güncel
 

29 Ekim kutlamaları ertelenmeli miydi?

Asıl önemli olan Van’daki zelzele değil; insanlarımızdaki zelzeledir.

Külâhımı önüme koyup koyup düşünüyorum. Çoktan kabak tadı veren fanatik lâik cumhuriyetçi yani statükocu vatandaşlar, ne zaman gerçeği görecekler diye?.. Sanki sadece Onlar bu rejimin ve vatanın tek ve ser hakimi. Başkaları ise sadece kapıkulu askerleri. Herkese karşı ayıp olduğunu, ağır derecede ayıp ettiklerini bile fark etmiyorlar. Varsa yoksa Onların doğru bildikleri. Ya da sadece Onların işine gelenler.. Ya da oradan buradan aldıkları, aslâ aslı astarı olmayan, postalandığı adresler de artık alenen belli olan, karalama e-mailleri sayesinde, beş beter ve besbeter yıkanmış beyinlerindeki evhamlar, paranoyalar... Onları onlarca bu tavırlarında haklı kılan, sadece bu mesnetsiz şuursuzlukları. Ne yazıktır ki; açık gözle bu kişilere koyduğum net teşhis: Hepsinin klinik vakalar hâline getirilmiş olduğundan gayrı, bir teşhis değildir. Ve bu durum sadece kendileri için değil; bu ülke için de, oy verdikleri partiler için de, ziyadesi ile tehlikelidir.

Çünkü muhalefete bile iktidar ve itibar gereklidir. Yanlış davranan bir yandaşla da, bu mümkün değildir.

Bu zümrenin alkışladığı döneme, ciddi bir nazar atfettiğimizde görüyoruz ki; Ülke her manâda ağır şekilde talan edilmeye yönlendirilmiş. Başbakanlar vekiller asılmış. Çok değerli subaylar ordudan ihraç edilmiş. ilk fırsatta BinBeşYüz civarı değerli doçent, profesör,  öğretim görevlisi gibi önemli ve ülke için elzem kişiler, üniversitelerden kovulmuş. Bu sayede Türk maarifi işlemez, üniversiteler liseye hoca veremez, liseler üniversiteye talebe yetiştiremez hâle getirilmiş. Yani ilm sıfırlanmış. Bu da yetmezmiş gibi, nesiller birbirlerinden iyice kopsun diye, Türkçe YüzElli kelimecik ile sadece cik cik cikler bir çaresizlik çukuruna itilmiş. Bu iş kolay olsun diye de, Türk Dil kurumunun başına Agop Dilaçar bile getirilmiş. Allah ve din mevhumları ve tabiatı ile bu mevhumlara bağlı vicdan denen haslet, kafalardan ruhlardan silinmiş. Onların yerine ikame edilenlerle de, manâ ve mevhum karmaşası için müthiş bir zemin oluşturmuştur.

Lâiklik adeta bir din veya din karşıtı bir kurum haline dönüştürülmüş. Bu abes karmaşa sayesinde, bazı medya organları, dün dediğinin bugün tam tersini söylese de, bu medya organları ve köşelerindeki kişiler, bazı zümreler tarafından kabul görür, hararetle alkışlanır bir hale gelmiş, getirilmiştir. Bu karmaşada ortada olmayan bir terör meselesi de yaratılmış, ElliBin civarı insan pırasa gibi telef edilmiş. Daha da acı verici olan: Bizlerin verdiği vergiler ile vatan müdafaası için var olduğunu düşündüğümüz  askerlerimizden bazılarının, içine düştükleri elim durumlar ve vazife tariflerine uymayan işlere kalkışarak Türkiye’yi vardırmak istedikleri sonuçlar, her türlü akıl ve izanın dışına çıkmıştır. Ve tabiatı ile bu düzeni savunan insanlar, her süreçte, sap ile samanı karıştırmakta  hiçbir mahsur görmemeyi benimsemişler, bu vahim durum, doğası icabı sadece ve tabii olarak, düşünmeden konuşan papağan hasletinde insanlar üretmekten başka, hiçbir işe de yaramamıştır. Zaten görüldüğü üzre: Yaramış olsa; yazarına bile çok acıveren bu türden yazılara, gerek de olmayacaktır. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, her On senede Bir, bu bahse konu kişiler tarafından hararetle alkışlanan darbelerin, ardından ağır ekonomik krizler de gelerek, Türkiye’nin esasen çok büyük potansiyeline rağmen, belini toplaması da kasten engellenmiştir. Bu ekonomik krizlerin en sonunda da alâ-i valâ ile 2002 yılı ve batan bir Türkiye ortaya çıkmıştır. Kısaca özetlediğim, esasen vüsatini  kitapların dahî zor alabileceği bu duruma, Türkiye Cumhuriyeti’nde tek “-Hayır bu teşhis yanlıştır..” diyebilecek statükocu bile çıkamaz. Çıkarsa; kendisi gerçekten hiç iflâh olmaz hastahaneliklerden başka biri sayılmaz..  

Senin teşhisini ve adını koyamadığın gerçeğin adı başkaları tarafından konulduğunda; ya Sen yoksundur ya da çok geç kaldığından seyirci durumundasındır.

Bu teşhise, kimse “-Hayır bu teşhis yanlıştır..” diyemez ise; aşağıda yazdıklarımı da statükocu kesim, hiçbir şey diyemez. Ve bu meseleleri sebep sonuç ilişkileri itibariyle, artık düşünmekle de yükümlüdür. Lûtuf edip, iyice düşündüklerinde; aşağıdaki gerçeklere de kimse, “-Hayır bu teşhis yanlıştır..” diyemeyecektir... Bugünkü hükümet, işte o batan, batırılan Türkiye’nin neticesinde, ortaya çıkmış olan, bir iktidar partisinin hükümetidir. Statükocuların iyi anlaması için, daha da açık bir dil ile bu durumu anlatacak olursak: Bu iktidar, Siz statükocuların, engin taktirleriniz ile birlikte alkışladığınız partiler iktidardayken, sürekli itibarsızlaştırılan Türkiye’yi, Türk seçmeni olarak kendine lâyık görmeyen, göremeyen vatan evlâtları ile tabiî Türkiye’yi de o batmış ülkeler muvacehesinde görmeyi kabul etmeyen, edemeyen dinç siyasetçilerin meydana çıkarttığı halk iktidarıdır... 

Bir başka tarafından da bu mesele şu şekilde anlatılabilir. İlk on senesini çıkarttığımız zaman, diğer yetmiş senesinde iktidarı muhalefeti seçmeni, darbecileri ile batırdığınız Türkiye’yi, bu kişiler ve onlara oy verenler, o bataktan kurtarmış ve şimdi Dünya’da her millet batarken, Türkiye’yi her değeri ile yükselen üç ülkeden biri konumuna getirmiş olan halk iktidarıdır. Ezcümle bu iktidarı iktidar eden: Top yekûn Sizlerin Yetmiş senelik basiretsiz, bağnaz, dindara düşman, çağdaşa kurnaz, ama çağa uymayan, hep bana Yarebbena  aklı ile yarattığınız çalışmayan, üretmeyen, yayık ayranı olmayı tercih eden, halka tepeden bakan, milleti küçümseyerek illet eden iktidarsızlığınızdır. İyi bilmelisiniz ki; “Türkiye Cumhuriyeti, lâik, demokratik, üniter, hür, bir hukuk devleti,” bu kelimelerini sadece telâffuz etmekle, bu mevhumları da elde edemez. Ortada halk için devlet yoksa, hükümetin arkasında da halk desteği yoksa, bu sözler sadece palavrada kalır. Zaten Seksen yıl zarfında da palavrada kalmıştır. Halk için devletin olmadığı bir ülkede, her söz ve tabii en önemlisi de, adalet dahî sadece palavradır. Onun için bizim adalet heykellerimizin çoğunun bir elinde terazi, bir elinde kitap vardır ama heykeldeki bakirenin gözleri bağlı değildir. Çünkü o taştan bakire bile, adaletten sonra sırasının kendine  geleceğinden ve fena ifâl edileceğinden emindir. Kimse gocunmasın ama maalesef statükocuların savunduğu düzen buna amirdir. Buna amir olduğunu da zaten, adalete muhatap olan her vatandaş üzerinde, devlet neredeyse firade firade kanıtlamıştır. Türk adaleti söz konusu olduğunda, hangi haklı mağdur olmamıştır ki?..

 Devleti adil olmayan milletlerin iktidarları mutlak çökmeye mahkûmdur.

 29.Ekim günü Bağdat caddesinde bazı insanlar ve saf gençler yine “-Türkiye lâiktir lâik kalacaktır.” diye bağırdılar. Bu avazeye inanan, çocuklarını da inandıran statükoculara hayret ediyorum da; Arap alemine lâik devlet öneren Başbakana, nedense hiç hayret etmiyorum?.. Devlete bağlı resmî diyanet makamı olan, YüzBin imama maaş veren ama cemaatleri vergi mükellefi olduğu halde, papaza hahama dedeye aylık vermeyen, daha düne kadar tek kiliseyi, tek cem evini onarmayan, daha düne kadar ekalliyet vakıflarının mallarını gasp etmiş olan, bir devlet lâik mi olur? Hangi lâik o lâiklik? O lâik Siz statükocuların vehmettiğiniz komik ve olmayan bir lâikliktir. Yani Anayasada olup da, devletin babayasasında olmayan lâikliktir, Sizin lâikliğiniz! Çelişki gibi görünse de Hırant’ı vuran lâiklik dahî o lâikliktir. Ancak ve tabiî, yukarıda saydığım tüm bu mevhumlar, Dünya’daki tariflerine uygun olarak, bu millet için de geçerli olmalıdır. Türkiye ve insanları din ve ırk ayrımı olmaksızın, bu şerefe elbette lâyıktır. Pek yakında da, yeni Anayasa sayesinde, bu hedeflere de herhalde ulaşmak mümkün olacaktır. Ve fakat tüm bu mevhumların yerli yerine oturması ve Türk insanının kafasında bu sözlerin ifade ettiği manalarının, yeni aklını bulması, ciddi bir zaman alacaktır.

Özellikle de statükocu çok devlet memurunun emekli olmasından sonra, o makamlara oturacak “Ümit Nesiller” bu mevhumlara yeni mantıklar bulmakta çok zorlanacaklardır. Çünkü bir makama oturmakla o makamı doldurmak, aynı meseleler değildir. Ve yeni nesiller hiçbir konuda yetkin olmadığı için. Asıl facia da, asıl deprem de, işte bu noktada başlayacaktır!.. Evet bağıra çağıra arada bir İstiklâl Marşı da okuyarak 29.Ekim gecesi Bağdat caddesinde yürüdüler ama, hepsi kendi millî marşını okurkenbile, ayrı ayrı seslerden okuyordu. Hepsi gayet detone ve falso sesler çıkartıyordu. SeksenSekiz senelik koca Cumhuriyet, vatandaşlarına milli marşını doğru düzgün okutmasını bile henüz öğretememişti. Hadi o Cumhuriyet maarifinin kusuru olsun. Ya o her şeyi çok iyi bilen, Cumhuriyet ve statüko müdafîleri analar babalar, evlâtlarına bu marşı neden öğretememişlerdi? Ondan da vazgeçtim.  Bu marşın şairi kim? Bestekârı kim? Acaba bilen var mıydı? Ve ne olur, şiirin tümünü değil ama sadece ilk satırını doğru anlamış, bir cumhuriyetçi varsa; bu yazıya lûtfen yorum yollasın. Ki doğru olan her yorum için sevineyim. “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.” Neyi kasıt ediyor? Neyi anlatıyor?

Milli Marşını yıllardır doğru düzgün okuyamamış bir milletin her tür eğitim öğrenim diploma ve ehliyetinden kuşku duymak gerekir.

Gölcük depreminden önceki depremlerde de, Gölcük depreminde de, aradaki diğer depremlerde de, son olarak bu depremde de, yıkılan tüm binalara ruhsat verenler, müteahhitler, mimarlar, mühendisler, taşeronlar, tüm bu kişiler cumhuriyetimizin geçtiğimiz dönemlerde eğitip, mezun ettiği kişilerdir. Manzara şunu göstermektedir ki; bu kişiler neredeyse taammüden cinayetler işlemiş, kısa bir sürede, yaklaşık YirmiBin kişinin ölümüne sebep teşkil etmişlerdir. Bu kişileri suçlayan, sorgulayan, yargılayan müdafaa eden zevat da, aynı cumhuriyetin eğittiği kişilerdir. Ortada tecelli eden adalet de aynı cumhuriyetin bilindik adaletidir. Dün dava edilenler ne oldu ki; halen değişmeyen bilindik mantıklarla, yarın dava edilecekler ne olacaktır?!.. Bir daha tekrarlayalım. Asıl facia da, asıl deprem de, işte bu noktada olmuş, olmakta ve  olacaktır!.. Ölen öldüğü ile kalacaktır. Yanan yandığı ile kalacaktır. Bir günah keçisi ile bu rezilliğe de bir çözüm bulunacaktır. Çünkü geçtiğimiz cumhuriyet hepimizi böyle eğitmiş bir cumhuriyet dönemidir. Ancak, karşısında olduğunuz hükümet ise; ezber bozan bir iktidarın, alışıldık cumhuriyet normları dışında ama alışılmadık cumhur normları içindeki, başka bir hükümettir. Ve beğenseniz de beğenmeseniz de %50 oyla iktidardadır. Ve böyle kalmaya da devam edecektir. Ve ısrarla adaletin kökten yanlış tecelli ediş şekline de karışmayacaktır. Ancak demokratik yoldan değişecek Anayasa ve kanunlar muvacehesinde, yetkisinde tarif olunan şekillerde adalete kökten ve millet iradesi sayesinde müdahalelerde bulunacaktır. Tabii demokratik olan da budur. Generallerin huzurlarına yüksek yargıçları çağırarak, adalete müdahale etmeleri, elbet değildir.

Devlet görevlilerinin görevlerini aşmaları ve birbirlerinin işlerine karışmaları bürokratların kendilerini herhangi bir siyasi parti ve/veya  muhalefet lideri yerine koymaları o ülkenin süratle demokratikleşmesi gereğine işarettir.

Ama Siz yukarıda çizilen resmi ısrarla görmek istemeyen kızgın statüko yanlıları olarak, şunu iyi biliniz ki; özlediğiniz hiçbir şey, Size artık geri dönmeyecektir. Türkiye Dünya ile entegre ve büyük bir yarış içinde, Sizlerin hayâl dahî edemeyeceğiniz hedeflere doğru ilerlemektedir. Gölcük’e Üç günde gelemeyen devlet, İzmit’e gelebildiğinde ise esamesi dahî okunmayan devlet ve hükümet, Üç saat dolmadan, tam kadro Van’da esamesini de okutarak, ispat-ı vücut eylemiştir. Aldığı neticeler de ortadadır. Sonrasında da alacağı neticeler ortada olacaktır.  Ancak, bazı kendini bilmezler, bazı statükocular orada burada yanlış sözler ettikleri gibi, afet mevkiinde de bazı kendini bilmezler, devlet hükümet ve sistem karşıtları, akıl dışı işler yapmaya kalkmışlardır. Ancak neyin ne olduğu konusunda (?!) bölge halkı da, bütün Türkiye’de, durumdan emin ve hükümetten müsterihtir. Tek farkla ki; statükocular için, hükümet çok büyük bir densizlik yapmış, 601 ölü, 4.125 yaralı, binlerle ifade edilen hasarlı ya da tamamen yok olmuş hane, bu soğukta aç açık kalmış çoluk çocuk ve aileler için, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptâl etmiştir. Hükümet ve devletin bu yaptığı ne büyük densizliktir... Dünya batsa statükocular için Cumhuriyet Bayramı mutlaka kutlanmalıdır. Bu abes fikri ilk önce CHP lideri ortaya atmış olabilir. Onun dediğini, bu yaşta benim kale almam, sadece beni küçük düşürmekle  kalmaz. kendime de çevreme de beni rezil eder. Ancak Onun arkasından, papağan gibi bu söz, başkalarının da diline pelesenk oluyorsa; ben orada Onlara söylemem lâzım geleni, en başından başlayarak, buraya kadar söylediğim gibi, buradan da devamla, alayının suratına söylerim. Artık söylenmesi de gerek. Zîra bu elit olduğunu zanneden kitlenin pelit halleri, her sıradan vatandaşın canını sıkar, zaman zaman da sisteme zarar verir bir durum arz eder oldu.

Bir faciadan siyasi rant sağlamaya çalışana da O aklın ardından gidenlere de her millet hep gereken cevabı gerektiği yer ve şekilde vermiştir.

Gölcük depreminde de çok tabii ve mutlak olması gerektiği gibi: Hem 30.Ağustos Zafer Bayramı, hem de 29.Ekim Cumhuriyet bayramı kutlamaları iptâl edilmişti. Ama o günlerde tek statükocudan ses çıkmamıştı. Zira, o kutlamaları iptâl eden Ecevit idi. Bu kutlamaları iptâl eden ise Tayyip. Aralarındaki tek fark: Biri %1.1 oy ile gitti. Diğeri %50 oy ile tekrar gelerek, bu işleri ve ülkeyi yönetir oldu. Oysa, Sizler için, şimdiye kadar bu Kasım Paşalı’nın asılması bile gerekmez miydi? İktidarı yok etmek için az mı çaba sarf edildi?. Ama hayır asılmadı. Asılanlara inat ve zorla ve fakat sabırla oyunu takım halinde bozdular. Asanları sıraya soktular. Gerekenler adaletin elinde. Sağlam olanlar da yönetimde kaldı. Ve kendisi de halen başbakan. Şimdi bana bu muhterem statükocular, Cumhuriyet bayramı kutlamalarının kısmen iptâlini sağlayan hükümet için, ne demek hakkına sahip olduklarını bir açıklasınlar da, bendeniz de ne demek istediklerini, asıl meramlarını anlasam. Muhtemelen Onlar için Gölcük ile Van arasında fark da olabilir. Oysa bizler için bu vatan yekparedir.  Öyle olduğu için de iki hamlede YüzElliMilyon TL. civarı nakdî yardım toplanmıştır. Ülkeyi ve milleti adam olan, bölünmez bir bütün olarak görür. Ve faturaları bu mealde öder ya da keser. Aynen şehitlerin faturasının, şu an terör örgütüne kesilmekte ve epeyi de kesilecek olduğu gibi.

Durumlarını ve milletleri ülkeleri için yarattıkları durumları kavrayamayanlara Zamanı geldiğinde durumları dikte edilir.

Türkiye bugün, ekonomik büyüklükten yana, Dünya’nın OnAltıncı büyüklükteki G20 çapında olan, bir Dünya ülkesidir. Dünya’daki her tür enternasyonâl faaliyetin içindedir. Tüm Dünya üzerinde, halkların haklarından ciddi şekilde sürekli söz eden, halklarını devletlerine karşı savunan bir iktidar anlayışı ile yönetilmektedir. Bölgesinde kayıtsız şartsız lider ülkedir. BM’de alınan kararlarda, bu ülkenin tavrı eskiye oranla çok ciddi şekilde dikkate alınmaktadır. Dünya üzerindeki her felâkete, var gücü ile koşan bir akıl ile Dünya’da at koşturmaktadır. Şimdi de kendisi felâket yaşamaktadır. Bu ülke ve Onun hükümeti bir avuç klinik vaka istiyor diye, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ya da Kurban Bayramı kutlamaları yaparsa; bizlere bütün Dünya ağzını bırakıp münasip tarafı ile güler!.. Kaldı ki; cumhuriyet cumhur içindir. İllâki kutlama ve eğlence için değildir. Bu fikri savunan herkese soruyorum. Bu fikri savunmak için mesnediniz nedir?. Ve neye göre?.. Bu fikri hangi ticarî, iktisadî, malî, ilmî, şahsî, aklî, mantıkî, kanunî, askerî, siyasî, ferdî, dinî, lâdinî, mezhebî, tarikî, millî, içtimaî, însanî hûlâsa: Vicdanî izana, haysiyete, şerefe göre savunuyorsunuz? Bırakın Dünya’yı falan. Sırf siyaset yapmak ya da siyasetten anlamamak ya da birilerine kusur bulmak adına, insan ağır derecede mağdur ve hayatlarını kayıp etmiş vatandaşları önünde, bu mertebe erzel duruma düşer mi?.. Lûtfen gelmiş geçmiş ve gelecek olaylar karşısında alacağınız kararlar adına: Tüm değer yargılarınızı ve yargı değerlerinizi, bu elim ve azametli hatanızı da artık dikkate alarak, baştan gözden geçirin. Zira, bu şekilde hiçbir yere varılmaz. Sizler de varamazsınız. Varamadığınız da açıkça ortadadır. Ve yine çok iyi bilin ki; bu Ülke, Millet, Bayrak, Atatürk, ve Cumhuriyetin tek sahibi, Sizler de değilsiniz. Esasen tek sahibe de gerek olmadığı açıkça ortadadır. Ancak doğru ve itidalli, mantıklı Üniversâl sahiplere ihtiyaç çoktur. YetmişÜçMilyon’un çok büyük bir ekseriyeti de, bu Ülkenin bir meselesinin ucundan tutan, doğru sahipleridir. Yani endişeye hiç gerek yoktur. Esas endişe duyulacak husus, statükocu kalmakta ısrarlı olan Sizlerin, tedavinizin gecikmemesi adına olmalıdır. Unutmayalım ki; hepimiz aynı gemideyiz. Ve artık tek pusula üzerinden, bu gemi ile doğruya, kârlıya, insaflıya, adaletliye, ilme, irfana çağdaşlığa, doğru ehliyetle gitmeye mecbur durumdayız.

 Cumhuriyetin 100.Yılı başarılarla dolu idrak edilmesi için her konuda bu milletin Onİki senede Yetmiş senelik yol kat etme gereği vardır.

Hükümetin mevcut zekâ yelkenine takacak çok akıl dümeni bulunduğu için, kutlamaların iptâli konusunda da, değişik bir akıl dümeni kullanarak, Bağdat caddesi yürüyüşünü, şeklen cumhuriyetçi lâiklerin havasını almak için, supap olarak serbest bıraktı. Bunu yapmakla da, esasen bu kişilerin kendi yüzlerini, kendi vicdanlarını, kendi akıllarını, kendi tavırlarını görmeleri için, karşılarına bir boy aynası koymuş oldu.. Bu haberi duyduğum an, yakın istikbâli bildiğim için, insan olarak ürperdim. Oysa, arif olan, zarif olan, muhabbetli olan, vicdanlı olan, kâmil olan bir ferdin o gün, ekmek almak için dahî, Bağdat caddesine çıkmaması gerekirdi. Bomboş bırakılmış Bağdat caddesi ile sağlanan bu müthiş ihtiram dolu, tepeden tırnağa saygın tavır, hem hükümete, hem millete, hem afetzedelere, hem de kendi ya da yabancı halklara eziyet eden milletlere, fevkalâde vakar içinde bir cevap olurdu. Ve fakat her şey bir idrak, izan ve îman işidir.  Tam tersine, cadde sabahtan bilitibar münferit ya da guruplar halinde, fiilen zararsız bazı gösterilere şahit olmaya başladı. Uzun bir müddet yatağa sığındım. Sonra çalışma odama kapandım. Ama nefis kahvesizliğe dayanamadı. Kahve yapmak için mutbak tarafına geçtiğimde gördüğüm manzara, bu kişilerin özüne ışık tutan bir karikatür gibiydi. İstanbul’da mebzul bulunan Range Rover sahipleri, bu cipleri ile bir kuyruk yapmışlar, kuyruğun en başına, bu arabanın dizaynını fazla mütevazı bulduğu için, Onu devleştirerek tanınmaz bir gudubet haline getiren arkadaşlarını, bu acayip arabası ile birlikte koymuşlar. Bu ucube Range Rover’in damına bir de hoparlör bağlamışlar. Bu hoparlörden yüksek volümle çevreye yayılan 10.Yıl marşını çalarak, caddede seyr-ü sefarengiz yapmaktalar. Seyr-ü sefer demiyorum. Çünkü yaptıkları gösteri, her manada dehşetengiz bir iş olduğundan, bu fiile ancak böyle bir söz üreterek, durumu Sizlere ifade etmeye çalışıyorum.  Hani deveye “-Neden boynun eğri?” diye sormuşlar. Deve de “-Allah Allah hiç fark etmedim. Ciddi misiniz?” diye cevap vermiş. Bu kişiler de ne eğri ne doğru farkında değillerdi herhalde?!. Bu zevata genel olarak yukarıda sorduğum tüm suallerden de öte şunları sormak isterdim. “- Vatandaş, belli ki; cumhuriyet perversin.  Bu sebeple de her fırsatta hükümete ithalât açığı için lâf edersin de; bu açıkta büyük payı olan, ve sadece caddede tozumak için kullandığınız bu arazi arabaları ne?.. Özlemini duyduğunuz günleri anlamaya çalışırken, SeksenSekiz yılda ne yaptınız da; neyin elden gittiğine yakınıyorsunuz? Hadi bir şey yapmadınız ama hiç değilse 50.Yıl marşı da mı yapamazdın? Kullandığınız otomobilin modeli ile bu marşın modeli hiç birbirine uyuyor mu?..  Bu durumdan ciddi bir sıkıntı duymuyor musunuz?.. Sizin verdiğiniz bu tada karşı, sıradan vatandaş bu caddeyi baştan sona kadar karsa ve tümüne bal kabağı ekse, Sizin ülkeye verdiğiniz bu kabak tadı yanında, Bağdat tarlasının kabak tadı, solda sıfır kalmaz mı?..

Bari 100.Yıl marşı için hazırlanın. Çünkü 100.Yıl marşını bu iktidar besteletmeye başlamıştır bile.

Van depreminde canlarını kayıp eden vatandaşlarımıza Cenab-ı Hakk’dan rahmet, bakide kalanlarına ecr-i sabır ihsan etmesini diliyor, Cenab-ı Hakk'ın Milletimizi başka afetlerden korumasını niyaz ediyor, söz konusu olan her türlü densizlikler için, afetzedelerin tümünden, vatandaşları olarak özür diliyorum.

Haydar Volkan

 
Toplam blog
: 148
: 492
Kayıt tarihi
: 04.02.09
 
 

Haydar Volkan: 21.05.944 Rebabi bestekar Sabahaddin Volkan ve Piyanist Mukadder Volkanın oğlu olar..