Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '10

 
Kategori
Kitap
 

Ali, Aşkın C Şıkkı

Ali, Aşkın C Şıkkı
 

 

Kaç tur attığının farkında bile değildi. Normalde 45 dakikada 3 tur atardı. Bu da 5250 metre ederdi; ama sellere kapılan vücudu ona abarttığının sinyallerini veriyordu. Temposunu düşürdü, karşıdan gelen yaşlı çifte yol vermek için kenara çekildi. Çocukluğundan beri aynı parka gelirdi. Küçükken oyun oynardı ağaçlar arasında, oysa şimdi yürüyüş yapıyordu patikalarında. Bu kadar kısa zamanda hayatının geldiği ve gitmekte olduğu noktaya inanamıyordu. Durdu, çok mutlu olduğunu düşündü. Son aylarda yaşadıkları her şeye değerdi. Ya yaşayacakları! Seviyordu yüzündeki mutlu tebessümü.

Kışın bitip bitmemekte kararsız kaldığı bir mart günüydü. Yolunda gitmeyen çok şey vardı evliliğinde. Rüya gibi bir tanışmanın ardından uzun süren bir ayrılık süreci yaşamışlar; ama sonra yine bir araya gelmiş ve hemen evlenmişlerdi. Canruba'nın sevgisinden hiç şüphe etmemişti Ali. Bir gün gelecek ve birbirlerini üzeceklerini de düşünmemişti. Yıllar geçtikçe kıskançlığı dayanılmaz boyutlara gelmişti genç kadının. Saçını sağa tarasa suç, parfüm sıksa daha da büyük suçtu. Hafta sonları arkadaşlarıyla pikniklere, yemeklere gidiyorlar; karısının şüphelerini gidermek istiyordu. Ama eve döndüklerinde, "Ayşe neden sana öyle bakıyordu, neden Mine ile o kadar samimiydin?" suçlamalarıyla yer yerinden oynuyordu.

Uzun zamandır dışarıda yemek yemiyorlardı. Ali'nin yemek teklifine şaşırmış olsa da nedenini merak ediyordu Canruba. Sarı saçlarını itinayla taradı, hafif bir makyaj yaptı. Ali'nin çevresindeki tüm kadınlardan daha güzel olduğunu düşündü ve hâlâ beğenilen bir kadındı. Otuzlu yaşların bir kadının en güzel yaşları olduğuna inanıyordu. Gerçi kocasına güveni tamdı; ama hemcinslerine güvenilmezdi.

Korna sesi Ali'nin geldiğini haber veriyordu. Hemen indi aşağıya. Dudaklarını neden kaçırdığını anlayamadı Ali'nin, yanağına kondurdu busesini. Yol boyunca konuşmadılar. İlk defa geliyorlardı bu lokantaya. Oldukça şıktı. Cam kenarında denize bakan bir masaya alındılar. Sıkıntılıydı Ali. Bakmıyordu yüzüne. Yemeklerini ısmarladılar. Cordon Bleu ortak zevkleriydi. O akşam da değişmedi. Yanında da Sultaniye-Emir kupajı içtiler. Kısa cümlelerle gereksiz şeyler konuştular. Belli ki konuşacağı önemli bir şey vardı Ali'nin; ama yakaladığı kaçamak bakışlarından onun da bu konuşmayı yapmakta zorlandığını anladı. Kahvelerini ısmarladılar. Daha ilk yudumu almıştı ki,

"Canruba, ben artık dayanamıyorum. Bu hale nasıl geldiğimizi sorgulamaktan da yoruldum. Hayatta beni en çok üzecek şey sana olan saygımı yitirmek olur ki buna müsaade etmeyeceğim. Evliliğimiz süresince sana hep sadık kaldım; ama sen hayatımı zindan ettin. Arkadaşlarıma karşı çok mahcup olduğum anlar oldu. Oysa ne kadar güzel bir kadınsın ve ben seni ne kadar çok sevdim. Beni kıskanman öncelikle kendine hakaret. Bak çevremize, senden daha güzel bir kadın var mı ki kıskançlık krizlerine giriyorsun? Hem kendini hem de beni tükettin. Ben bu evliliğe olan inancımı yitirdim, saygımı da zorlukla koruyorum. Daha fazla uzatmak ikimize de zarar verecektir. O nedenle, ben ayrılmak istiyorum." dedi Ali.

Yağmur şiddetini arttırmıştı. Cama vuran damlalara karıştı gözyaşları. Bir zamanlar mutluluktan ışıldayan gözler kalın bir nem bulutuna hapsolmuştu.

"Neden Ali, neden? Seni çok sevdiğim için kıskanıyorum ben." Sessiz hıçkırıklar içine akıyordu.

"Yapma lütfen canım. Yürümüyor işte. Aylardır deniyoruz, bir adım ileri gidemedik. Daha da kötüleştin. Devam etmeye kalkarsak, bir süre sonra saygımızı da yitirir, böylesi medeni kelimelerle dahi konuşamaz hale geliriz."

Ertesi gün evi terk etti Canruba. Tek kelimelik bir mektup bıraktı Ali'ye.

"Hoşça kal."

Önceleri alışmakta zorlandı Canruba'nın yokluğuna; ama günler geçtikçe yokluğu daha az acıtmaya başlamıştı. Hoşça kal demiş, gitmişti. Evlilikleri için ne zaman mücadele etmişti ki! Psikolojisi hızla düzeliyordu. Canruba evden gittikten 45 gün sonra tek celsede boşandılar. Her şeye rağmen üzgündü Ali. Canruba ise kendini toparlamış, mutlu görünüyordu.

Arkadaşları Ali'yi hiç yalnız bırakmıyorlardı. Çünkü çoğunlukla dalgın ve boşlukta gibiydi. Boşandığı güne kadar alyansını çıkarmadı. Çıkarınca da çok üzüldü. Canruba çok değerliydi çünkü. Çok şey yapmıştı Ali için. Onlar evliliği sürdürememişlerdi, dost kalmaya devam edebilirlerdi. Bunun için de zamana ihtiyaçları vardı.

Çalan telefonla düşüncelerinden uzaklaştı.

"N'aber Ali? Cumartesi gecesi Mothys'de Hilal'in Doğum Günü Partisi var, başka program yapma sakın."

"Aman Korhan, tek başıma ne yapacağım orada? Herkes çift, sırıtırım ben."

"Sana kız mı yok oğlum! Hadii uzatma, geliyorsun."

Hilal'i pek sevmezdi aslında; ama bu değişiklik ona da iyi gelebilirdi. Hafta içi şirkette tek konu doğum günü partisiydi. Kim kiminle gidiyordu, ne giyilecekti, ne hediye alınacaktı. Beraber gitme teklifi bekleyenlerin varlığını biliyordu; ama oralı olmadı. Partiye yalnız gidecekti.

Cumartesi erkenden berberine gitti. Tüm öğleden sonrasını Erhan Bener'in, Aşk Nereye Kadar'ını okumaya ayırdı. Kulaklığında Celine Dion, The Power of Love'ı mırıldanmaya başladığında iPod'un sesini açtı ve kitabı elinden bıraktı. Hayatı nereye gidiyordu! Belki de yapayalnız kalacaktı bundan sonra. Çalan telefon onu düşüncelerinden uzaklaştırdı. Korhan'dı arayan. Bir aksilik olup olmadığını merak ediyordu. Bu yakın markajın anlamını biliyordu. Muhakkak yeni bir kız tanıştıracaklardı. Boşandığından beri çöpçatanlık görevi üstlenmeyen arkadaşı kalmamıştı. 19:30'da alacaktı Korhan. Hazırlanmalıydı. Aynada kendisine baktı. Şakakları kırlaşmaya başlamıştı. Yıllar hızla geçiyordu ve belki de hayatını yeniden kurmalıydı. Lacivert keten pantolon, yakasız mavi ipek gömlek ve kırık beyaz keten bir ceket giydi. Ayakkabıları vazgeçilmez siyah loafer'dı. Yıllardır değiştirmediği parfümü artık teniyle bütünleşmişti. 19:25'te aşağıya indi, Korhan'ı beklemeye başladı. Hemen hemen aynı yaşlardaydılar; ama Korhan hiç evlenmemişti. Bütün kadınlar onundu, neden evlensindi. Hayata bu bakışı aslında hiç hoşuna gitmezdi; ama hakikatli bir arkadaştı. Boşandıktan sonra da onu hiç yalnız bırakmamıştı.

Mothys'e bu ikinci gelişiydi Ali'nin. Daha önce de Canruba ile gelmişlerdi bir kez. Çabuk sıyrıldı anılarından. Hilal, kapıda karşılıyordu misafirlerini. Tekstilci babanın tek kızıydı. Neden babasının yanında çalışmazdı, anlam vermek imkansızdı. Straplez, uçuk pembe bir elbise vardı üzerinde ve daha yazın başında sahip olduğu bronz ten, onu henüz kış beyazlığında olan hemcinslerinden ayırıyordu. Yüzünde bir tebessüm maskesi, misafirlerin sadece elini sıkarken; sıra Ali'ye geldiğinde, "Hoş geldin Ali'cim." diyerek boynuna sarıldı. "Ooo!!" sesleri yükselince de pembeleşen yüzünü öne eğdi.

Fonda Mireille Mathieu, Barry Manilow'la Don't Talk To Me Of Love'ı söylüyordu. Küçük yuvarlak masalar ayakta kokteyl servisine uygun sıralanmıştı. Arkadaşlarıyla tokalaştılar, selamlaştılar. Mahmut'la karısı Hazan sanki onu yeniden evlendirmek için yemin etmişlerdi. Masalarının önünden geçerken, Hazan kulağına eğildi ve "Ali, az sonra bir arkadaşım gelecek. Mutlaka tanıştıracağım seninle. Bayılacaksın." dedi, umut dolu gözlerle. Sıkılıyordu aslında böyle sohbetlerden. Milletin başka işi gücü kalmamıştı. Kafasını henüz çevirmişti ki "Çağla'cım, seni Ali ile tanıştırayım." dedi Korhan. Bembeyaz tenine inat kapkara gözler, müthiş gamzeler, inci gibi dişlerle gülümsüyordu Çağla. Kadınlara böyle sunulmasından, potansiyel koca muamelesi görmekten nefret ediyordu aslında. Kadını ona gelmemeli, o, kadınına gitmeliydi. Beğenilmekten ziyade öncelikle o beğenmek istiyordu. Olmayan sohbetten sıkılan Çağla müsaade istedi az sonra. Korhan da, "Abicim sıyrıl şu miskinliğinden yaa." diye çıkıştı. Kapıdan yeni girenlere bakıyorlar, tanıdıklarıyla selamlaşıyorlardı. Birden sanki müzik durdu. Tıpp dendi insanlara! Sesler kesildi. Beyninden vurulmuşa döndü Ali! Kapıdan giren kadının bir peri olduğunu düşündü. Dalgalı siyah saçları omuzlarındaydı. Bronzlaşmış tenini, biçimli bacaklarını, inanılmaz güzel görünen omuzlarını gözler önüne seren tiril tiril beyaz elbisenin içinde büyüleyiciydi. Kendinden emin, dimdik yürüyordu. Gözlerinin pırıltısı tüm salonu kaplamıştı. Bir kadın ancak bu kadar güzel olabilir diye geçirdi içinden.

"Hoop Abi, kendine gel. Ne o, yine nerelere daldın?"

"Korhan, şu kapıdan giren beyaz elbiseli kadını tanıyor musun?"

"Tanımıyorum. Hilal'in şirket dışı arkadaşlarından biridir herhalde. Harika görünüyor."

Birkaç masa uzaklarında durdular. Yanında kısa saçlı, yakışıklı bir erkek vardı. Önce sevgilisi sandı; ama daha sonra parmaklarındaki alyansı fark etti. Devamlı birbirlerine dokunuyorlardı. Aslında daha çok kadın dokunuyordu. Eşinden de gözünü alamıyordu. Çok şanslı olduğunu düşündü adamın. Bir ömür o gözlere bakmak ibadet gibi bir şey olmalıydı.

O evli bir kadındı. Üzüldü. Gin Cup'ından bir yudum aldığı anda o muhteşem gözlerle çarpıştı. Öylesine buğulu gözlerin bu denli pırıltıyı nasıl saçabildiğini işte o an anladı. Bambaşka bir şeydi. Gülümsedi kadın ve başını kocasının omzuna dayadı.

Kalbi yerinden çıkacakmışçasına atıyordu Ali'nin. Korhan bir şeyler anlatıyordu; ama duymuyordu. Pasta kesme zamanı gelince, büyük bir masanın etrafına toplandılar ve hemen onun yanında yerini aldı Ali. O'na yakın olmak istiyordu. O kadar güzel kokuyordu ki bayılacağını düşündü bir an. Evet, kesinlikle bayılmalı ve bu güzelliğin hülyasında bir ömür ayılmamalıydı. "Happy Birthday Hilaalll..." diye yırtınırken insanlar, omuzları birbirine değdi. İnanılmaz bir heyecan dalgası tüm hücrelerine yayıldı. Hafifçe ona döndü kadın. Buğulu gözler Ali'ninkilerle birleşti. Gülümsedi yine. Ne kadar güzel bir yüzü ve dudakları vardı. O an ona sımsıkı sarılmak istedi.

Bu, Ceyda'yı ilk görüşüydü!

 

http://blog.milliyet.com.tr/Askin_C_Sikki_diyeyim_dedim___/Blog/?BlogNo=270131

http://blog.milliyet.com.tr/Bu_sevdanin_hakki__Askin_C_Sikki__/Blog/?BlogNo=255888

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..