Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '15

 
Kategori
Deneme
 

Annem Kapitalizm'i Yendi: Şaidim!

Annem Kapitalizm'i Yendi: Şaidim!
 

Annem Kapitalizm’i Yendi: Şaidim!

“Geçen yaz(2014 yazını kastediyorum) sıcak bir temmuz gününde tv izlemekten sıkılınca birazda balkondaki hafif esintiden faydalanmak amacıyla(kapitalizm bazen de iyidir, en azından doğadan yararlanmam gibi-doğa kapitalizmi-, rüzgârın esintisini kullandığım için doğaya minnettarım) kendimi balkona attım! Dördüncü kattan aşağıya doğru bakmaya koyuldum, hep çocukların sokak arasında futbol oynamalarını izlemek beni mest etmiştir. Yine o anlardan birini teneffüs ediyorum. Birden bir ses: ‘ Mutfak eşyaları geldi; çaydanlık, tencere, mutfak robotu uygun fiyatlara sizlerle’ diye bağırıyordu. Araba üzerinde bağıran adamın söylediklerini ben daha tam idrak edememişken odadaki annem benden daha canlı kulaklara sahip olacak ki birden balkonda belirdi.

-O neydi, nereye gitti adam oğlum

-Anne boş ver evde bir sürü tencere var, ablamla evi beyaz eşyacıya çevirdiniz

-Ya oğlum canım sıkılıyor inim aşağı, hem baksana herkes indi bakıp geleceğim

-Peki anne!

…”

Epizodik belleğimde ciddi bir sorun yoksa ve sahte anı oluşturma rahatsızlığı zihnimi rehin almamışsa geçen yaz hatırladıklarım bunlar ve dahası da var!

Victoria devrinden(Büyük Britanya’da 1837 ile 1901 yılları arası) bu yana hatta daha önce hayatımıza girdiğinden şüphe duymadığım Kapitalizmin annemi sıcak bir Temmuz gününde 4. kattan alelacele indirmesini bugünlerde düşündüğümde aklıma bu yazıyı yazmak geldi. Adam Smith’ten başlayıp Marksist-Weberci politik ekonomi sistemlerinden kapitalizme yorum getirme niyetinde değilim. Zaten beni aşar da, ne ekonomistim ne de iktisatçı, sıradan bir psikoloğum sadece! Sonra düşündüm ki, neden bu “yönelme”. Evde otururken hiç ihtiyacımız olmadığı halde neden alışveriş etme ya da etmesek de o ortamda bulunma gereksinimi duyuyoruz. Muhtemelen Maslow yaşasaydı fizyolojik gereksinimlerini alış-veriş gereksinimi diye değiştirirdi. Hatta kendini gerçekleştiren insan alış-veriş doyumuna ulaşan kişidir diye de eklerdi. Sorum şu: “Annem o an meşguliyeti olsaydı yine de iner miydi?” Örneğin sarma sarıyor olsaydı birden ellerini yıkayıp iner miydi? Muhtemelen hayır! O zaman alış-verişi etkileyen en önemli etkenlerden biri de “can sıkıntısı”. Canı sıkılan özellikle genç kızların çokça alış veriş yaptıklarını artık hemen hemen herkes gözlemlemiştir. Froom’un da ifade ettiği gibi yoksa özgürleştikçe yalnızlaşan(Froom buraya kadar söylüyor) insanlar olarak kendi yalnızlığımızı giderme tutkusu mu? Kuramsal anlamda laf âlimliği yapıp birçok soru sorabiliriz. Hepsinin cevabı o kadar kolay da olmuyor! İnsanları ve isteklerini anlamak dünyanın en zor mesleklerinden olabilir-yanlı davrandığımın farkındayım- yoksa kapitalizmden en çok darbe yiyen asgari ücretli maden işçilerini unutmuş değilim. Ama inanır mısınız şuan yaşadığımız bu yüzyılda-ben bunları yazarken 2015’in ilk günleriydi- bırak bu denli soruları düşünüp tartışmayı en ufak sorunlarımızı bile düşünmekten aciziz! Aslında düşünmek farzdır, bu sadece dinsel anlamda değil insan gereği olarak farzdır. Ama biz insanlara bu yüzyılda konulabilecek bir sendrom da “düşünmeme sendromu” olabilir(!). Bu konuyu başka bir denemede detaylı bir şekilde gündeme getireceğim. Şimdi konumuzun genel mahiyetini koruma adına düşünmeme sendromunun tartışmasını ertelemekte fayda görüyorum. Evet biz boş kalamıyoruz artık. Boş kaldığımız anlarda bir meşguliyetin arayışındayız. Bu meşguliyet zihnimiz dışında bizi doyuma kavuşturan bedensel tatminkârlıklarda. Aslında bir bakıma zihnimizi de tatmine ulaştırıyoruz ama gerisinde bedensel yorgunluk kalıyor. Kendimden bilirim alışveriş yaptığım günler hemen ya uyurum ya da saatlerce kanepede tavana boş boş bakar halde bulurum kendimi. Sonra beden yorgunluğunu atıyor ve tekrar bir doyum arayışı başlıyor. Ve kapı çalar, meraklı bir ses ile:

(T)-“Kim o” deriz. Cevap gecikmez:

(K)-“Hadi evde sıkılmadın mı, dışarı!”, dur yemek yeme, ne yiyeceksin ki, dışarda yersin.”

(T)-“Tamam o zaman dur giyinip geliyorum, of ya bugün ne giysem ki daha dün giydim bunları, en iyisi ben bugün yeni birkaç şey alayım. Geldim.”

(K)- “Önce yemek yiyelim sonra alışverişe çıkarız.”

(T)-“Peki yiyelim, nereye gidelim?”.

(K)-“Buldum gel şuraya girelim oh patates kokusu harika!

(T)- “Ama bu müzik neden bu kadar hızlı çalıyor, sanki hemen yiyin de çıkın der gibi, daha çok müşteri gelsin diye mi?”

(K)-“Sanmam!”

(T)- “Doydun mu?”

(K)- “Az doydum zaten başka bir yerde yine yeriz.”

(T)- “Hep yiyip içiyoruz, biraz da çalışsak mı?”

(K)- Kes sesini!

Hayali iki kişi arasında geçen bu konuşmada T Tüketici, K ise Kapitalizmdi. Annem de odada otururken beyninde kapı çaldı ve “gel bak bütün kadınlar indi sen de in” dedi. Yapacak bir şey yoktu artık inecekti. Bir kere kapıya dayanmıştı muhterem arkadaş! Ama sanırım yanlış kapıyı çalmıştı. Sonrasını ise şöyle anımsıyorum:

-Anne anahtarı aldın mı ben birazdan çıkarım.

-Aldım oğlum

…biraz bakındım onlara, bir de ne göreyim evde ki çaydanlar yetmezmiş gibi annem almış eline çaydanlığı alıcı gözüyle inceliyor. Ben ise acaba alır mı diye adeta zihnim de loto oynuyorum. Sonrası:

-Oğlum parayı evde unuttum inebilir misin?

-Tamam anne(yapacak bir şey yok mecbur indim)

annem ile satıcı başladılar pazarlığa, en son böyle kıyasıya pazarlığı kurban pazarında göreli 2 yıl olmuştu.

-(S): Abla valla o fiyata olmaz. Bana gelişi zaten 70 lira.

-(A): Yok oğlum pahalı

-(S): Tamam hadi kârım olmasın 70 olsun

-(A): Vazgeçtim almıyorum çok pahalı

-(S): Neyse abla sen geçende benden almıştım 60 son fiyat başka da inemem

(A): 35 liram var oluyorsa ver olmuyorsa almıyorum

yaklaşık 10 dakikalık bir pazarlıktan sonra annem çaydanlığı 40 liraya almanın gururuyla oturduğumuz binaya yöneldi. Ben şok olmuştum. Nasıl oldu da bu denli bir indirim oldu. Annem kazanmış gibiydi(kendince). Ama evde çaydanlık koleksiyonu ne işe yarayacak orası da muamma.

…”

Kapitalizm bana kalırsa yine kazanmıştı. Kaybeden satıcı ve annemdi. Satıcının da kaybetmesinden şüpheliyim, ama annem kaybetmişti. En azından o ana kadar öyle düşünüyordum. Takii bir akrabamızın nişanında o çaydanlığı çeyiz diye götürene kadar. O an almaya çalışsaydı o aceleyle muhtemelen satıcının ilk fiyatından çok aşağıya alamayacaktı. Ama şimdi kâr yapmış gibiydi. Kapitalizmi anlamak için böyle gel-gitler sürekli olur. Piyasada, borsada da gel-gitler vardır. Acaba kim kazanacak diye. Şu bir gerçek ki, kapitalizmi en iyi kullanan ya da kendini en iyi koruyan kazanacaktır. Bunu yazdığım esnada ilkokul beşinci sınıfa -yani yıllar önceye- Proustvari bir yolculuk yaptım. Bir gün sınıftaydık konu neydi şuan hatırlayamadım ama öğretmenin o an söylediği bir şey vardı ki o daha da aklımda: “Biz Çin’e bir kutu salça gönderiyoruz, onlar salçayı yiyip tenekesiyle de bize araba yapıp geri gönderiyorlar”. Kimin kapitalizmi daha iyi kullandığını ise sizlere bırakıyorum.

Mehdi Başer

İletişim bilgileri: https://www.facebook.com/pages/Psikolog-Mehdi-Ba%C5%9Fer/392554860918729

https://www.facebook.com/mehdi.baser

https://twitter.com/psikologamed

 
Toplam blog
: 12
: 1056
Kayıt tarihi
: 30.12.14
 
 

Psikolog ..