- Kategori
- Kitap
Aşkın ve devrimin romanı; Hayat Elverirse

Koşullar elverirse, zaman elverirse, durum elverirse… Elverme eylemi duruma, zamana, koşullara, beklentiye, geleceğe dair bir süreç. Elverirse olur, elverirse sonuçlanır, elverirse her şey tatlıya bağlanır. Ama hayat elverirse…Nasıl yorumlarsanız ucu açık bu anlatımın.
Ekrem Ekşioğlu da “Hayat Elverirse” (*) adını verdiği romanında hayatın sürprizlerle, şaşkınlıklarla, serüvenlerle dolu ayrıntılarına dokunuyor. “Hayat elverirse mi demiştin?, “Evet öyle dedim; belki tam dilinizdeki karşılığını bilmiyorum.”, “Şey gibi mi…Talihe yer bırakmak gibi?”
Sinan ve Elen… Romanın iki kahramanı. Zengin kız, fakir oğlan filmlerindeki gibi değil bu. Sinan sıkı bir devrimcidir, gerilladır. Yolu, Latin Amerika’da gerilla çalışmalarından zorunlu bir dönüş sırasında İtalya’ya düşer. Yoldaşı Donato’nun İtalya’daki ailesini ararken, görkemli bir evde yaşayan varsıl kız Elen’le karşılaşır. Elen’in Sinan’a duyguları kısa sürede aşka, sevdaya dönüşür. Elen sanki önceden hazır gibidir bu sevdaya. Sevdalısının kanında sonsuz yaşamla tanışmaya. “Ne var ki aşık olduğu adam bir devrimcidir, gerilladır, aşktan daha öte "aşk"lar vardır hayatında.”
Ekrem Ekşioğlu adıyla ilk karşılaştığım yer Milliyet Blog oldu. Birkaç yazısını buradan izledim. Yanlış anımsamıyorsam Afrodisyas Sanat Dergisi’nde de şiirini ve öyküsünü görmüştüm. “Kanımla Döllenen Zaman” (Artshop y. 2008) adlı bir şiir kitabının olduğunu da duymuştum.“Şiir ki, yaşamın çaresizliğidir. Diğer bütün yolların denenip tüketildiğinde, elde avuçta kalan yoksa şiirin kapısı çalınabilir. İnsanın ifadesi ya da ifadesizliği oralarda aranmalıdır artık.”diye özetlediği şiire dair sözlerini unutmadım.
“Hayat Elverirse” adlı romanıyla yeni buluştum. Ekşioğlu hem şiirde hem romanda birlikte mi yürüyecek, birinde mi karar kılacak zamanla göreceğiz. Bildiğim kadarıyla “Hayat Elverirse” (*) Ekşioğlu’nun ilk romanı. Kitabında yazarına dair bilgi yok. Özgeçmişi de. Ancak ilk romanı olmasına karşın şiirden de gelen yazı olgunluğunun, kurgu düzeninin, anlatım özelliğinin daha başlarda ayrımına varıyorsunuz.
Hayat Elverirse adı ilgimi çekiyor. Şiirsel buluyorum. Şiir insanın yüreğine düşünce, kanına işleyince yazılarında, öykülerinde, romanlarında da onun dilinden, sesinden, ezgisinden kurtulamıyor olmalı. Romanı okuyup bitirene dek bunu izledim. Eh bir okur olarak şiire de bulaşmışsan hele, bu anlatımı, dili sevmemek olası değil.
“İtalya, Latin Amerika’dan başlayıp Türkiye’de bitecek yolculuğunun son durağıydı.” Bu satırlarla başlıyor roman. Sinan’ı Türkiye’ye götürecek kuru yük gemisinin henüz İtalya’ya gelmemesi, bu sürenin bir hafta kadar uzayacak olması, onun İtalya’da konukluğunu da zorunlu kılar.
Sinan’ı İtalyan arkadaşı Donato’nun şehrinde sürprizler beklemektedir. “Arkadaşı Donato’nun şehrinde olması, onu yabancılık duygusundan uzak tutmaya” yetmiştir. Hiçbir yerini bilmediği tanıdık bir şehrin içinde” duyumsar kendini. “Belleğinde kalan anıları parça parça birleştirerek”, Donato’nun evinin yerini saptar. Ancak tam kapıya yaklaşırken, köşkten çıkan genç bir kızın üzerine Chevrolet arabanın hızla geldiğini ve bir silah namlusunun arka pencereden uzandığını görür. Sinan da ani kararla cipini Chevrolet arabaya göbeğinden vuracak biçimde çarpar. “Çarpmanın çıkardığı gürültüyle birlikte bir el silah sesi de” duyulur. “Dedektif filmlerini aratmayacak bu olayın bir mafya hesaplaşması” ndan mı kaynaklandığı ise ilk akla gelendir. Sinan’ın zamanında müdahalesi kızı ölümden kurtarır.
Tüm bu olanlar kısa sürede gerçekleşirken, silah sesini duyan iki silahlı adam da “Bayan Elen…Bayan Elen…” diyerek olay yerine gelirler. Endişe ve tedirginliği yüzlerinden okunan ve kızı korumakla görevli adamlar Elen’in hayatını kurtaran Sinan’ı köşke buyur ederler. Kırmızı bültenle aranan Sinan, polise yakalanmamak için bu teklifi geri çeviremez.
“Evin salonunda onları, etrafındakilerin saygıyla Bay Vigor dedikleri ak saçlı, yetmiş yaşlarında, her haliyle hükmetmeye alışmış bir adam ayakta” karşılar. Vigor aynı zamanda Sinan’ın Latin Amerika’daki gerilla arkadaşı Donato’nun babası, Elen’in amcasıdır. “Vigor, yıllar önce Ortadoğu ülkelerine gönderdiği bir gemi dolusu silahtan kazandığı parayla satın aldığı” topraklarda “saray yavrusu” bu evi yaptırmıştır.
Sinan’ın Güney Amerika’ya gitmesinin nedeni, sosyalist dünya düşüncesi, özlemidir. Kapitalist sistemle savaşan bir devrimcinin, bu savaşı dünyanın neresinde sürdürmesinin önemi yoktur. Bekaa Vadisi’nde gerilla kamplarında eğitim görmüş, çarpışmalara katılmış, yaralanmış bir devrimcidir Sinan. Kendi grubu içinde önderdir.Türkiye’de 12 Eylül’ün sancılarını, yıkımlarını yaşamıştır. Nice arkadaşı tutuklanmış, işkence görmüş, öldürülmüş, idam edilmiştir.
Sinan şimdi görkemli bir evde şaşkınlığı yaşamaktadır; bir yanda Elen’in içten, sevgi dolu yakınlaşması, bir yandan Vigor’un tepkileri, kuşkulu ve sorgulayıcı bakışları, köşkteki varsıl yaşam görüntüleri… İnanmış bir devrimcinin bu süreçteki duyguları, düşünceleri de karmaşıktır. Elen’in giderek tutkuya, aşka dönüşen davranışları, doğallığı, “zaman zaman dışa vurduğu şımarık, çocuksu yanı” Sinan’ı da etkilemeye başlar. Ancak yaşadığı zorlu, eylemli yaşam, onun bu denli derin aşklara yer vermesini engellemiş, “desteklenmeyen duyguları, zamanla körelmiş. Hatta “son yıllarda rüyalarında bile kadına yer veremeyecek” duruma gelmiştir. Ancak o da Elen’e karşı ilgisiz değildir. Sevgi, tutku, aşk gibi kavramları da tamamen dışlayamaz. Ne var ki devrim fikri, eylem kararları “aşktan öte” öncelikleridir.
Gün dediğin ne ki… Hele de dört gün…Hayatın elverdiği kadarını yaşamaya çalışmaktadır Sinan. O da günlerin nasıl geçtiğini anlayamamıştır. “Sanki bir bardak suyun içilmesi gibi”dir her şey. “Zamanın göreceli olduğunu bilir, ama bu kadar hızlı ve bir yaşamı doyuracak kadar yoğun olabileceğine ilk kez tanık olur.”
Beklenen gün gelip çatar. Sinan’ı Türkiye’ye götürecek şilep açıkta demirlemiştir Yoldaşı, okul arkadaşı, devrimci dostu Hüseyin ve arkadaşları güvenle Türkiye’ye götürmek üzere onu beklemektedirler.
Bir yandan Sinan’ın şilep yolculuğu sürerken, bir yandan da Elen cephesinde devinimler sürmektedir. Elen de kafaya koyar. Sinan’ın memleketi Türkiye’ye, İstanbul’a gitmek, onun yaşadığı mahalleyi, sokakları, evi, çevreyi görmek, onun havasını koklamak ister. Sinan’la karşılaşma olasılığı çok zayıf olsa da umudun küçük kırıntılarını serper içine. Aslında Elen daha Sinan İtalya’dayken kafasına koymuştur İstanbul’a gitmeyi. Ancak Sinan’dan olumlu yanıtı alamaz. Bunun üzerine Elen sürpriz kararını verir ve Türkiye’ye uçar.
Hayat Elverirse, bir dönemin romanı. Türkiye’de yaşanan 12 Eylül karabasanın, devrimciler, solcular üzerindeki baskısının, şiddetinin arttığı yıllarda yaşananlara vurgu yapan bir anlatı. Ekrem Ekşioğlu bu anlatımı ustalıkla başarmış. Dili temiz. Anlatımı düzgün. Konuya egemen. Kurgu, imgelem bağlantılarında titiz davranmış. Okuyucu yormuyor. Merak ettiriyor. Siz kendinizi bir yandan eylemler içinde bulurken, bir yandan da bu aşkın daha ileri boyutlara taşınmasını istiyorsunuz. Ancak beklediğiniz gibi olmuyor. Sevda Elen’de tek yanlı bir bağlanış olarak sürüyor. Elen böyle bir sevdanın tanığı olmaktan pişman değildir. “Bu tanıklık bile yaşamını farklı ve daha duyarlı boyutlara” taşıdığı için kendini şanslı saymaktadır.
Hayat elverdiği kadar vardır. Elverdiği kadar yaşanır. Sonunu kestirmek olası değildir. Sonunda her şey yerli yerine… Evli evine, köylü köyüne, gerilla da ölüme…
(*) Hayat Elverirse, roman, Ekrem Ekşioğlu, Bence Kitap Yayınları Kasım 2012, 184 sayfa