Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '08

 
Kategori
Öykü
 

Spiral yongalı yaşamlar - 3

Spiral yongalı yaşamlar - 3
 

Stratejilerinin temelini kışkırtma teknikleri oluşturacaktı besbelli. Daha ilk duruşmada sansasyon yaratılmalı, basın orada hazır bulundurulmalı ve konu hızla toplum gündemine doğru hareketlendirilmeliydi. Büyük bir heyecan kasırgası sarmıştı her ikisinin de hayal alemini daha şimdiden...


Bölüm - 1: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=117367

Bölüm - 2: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=117522

“Emre’nin mucize iksiri diyorsun değil mi? Can dostum” diye, önce içi çığlıklarda sessizce mırıldandı daldığı yerden ama hemen toparladı kendini ve ekledi. “Rezzan biliyor musun? Emre, hatalarla bezediğim geçmişimden bana kalan elle tutulur tek materyalim artık. Heybemdeyse sadece tecrübelerim var, geçmişimi bedbaht beni ise ben yapan.”

Rezzan derin bir “off” çekmekten alamamıştı kendini. “Kızım” dedi, “sana hep söyledim durdum yıllarca, bu edebiliğinle yazdıklarını şiire – romana döksen materyal zengini olurdun. Sakalımız olmadı ki, dinletelim sözümüzü. Sonra buldun bir hoş sakallı. Sevindik eş dost hep birlikte. Yarım kalan okulu bitirmende yardımı olmadı mı?. Hatta durmadın lisans eğitimini de tamamladın evli barklı. O sene üniversite sınavına girdiğinizde, sen sorularla boğuşurken afacan karnını tekmeliyordu hatırlasana. Her şey o kadar da kötü değil Duygu. Senin en beğendiğim yanın olayların iyi tarafını görebiliyor olman tatlım. Ama bir de kötü tarafın var ki, maymun iştahlısın” diye söylendi arkadaşına. “Nerede o sakallı şimdi hıı? Nerede koyup gittin onu? Söyletme beni yine yaa. Açtırma ağzımı maymun…”

Suskunluğunda sakladığı hak verişçi hüznü, her zamanki gibi bakışlarında çoktan kararlılığa dönüştürmüştü Duygu. “Kimse kimseyi koyup gitmedi canımın içi tamam mı? On yıl evlilik yaşadım o sakallıyla. Bu muydu maymun iştahlılık? Üstelik ben maymunsam o da keçiydi o zaman. Sakallı deyip durma çocuğumun babasına. Keçi sakalıydı onunki bikere. Top sakal diyecem, verecem sazı eline olmayacak. Adamı hiç yoktan bir de keçi yaptırdın bana. Neyse ne yaa, ayrıldık işte. Aradan tam bir yıl geçmiş. Esas sen beni söyletme. Buraya bunları konuşmaya gelmedim heralde.”

Bu gittikçe yayvanlaşan cümle formları, Duygu’nun saklandığı gerçeklerden kaçış edebiyatının izlerini taşıyordu. Arkadaşı ise onu yeterince iyi tanıyordu. “Tamam, hadi uzatma daha fazla. Düşürdün yine baltayı elinden, şirinliğinle kazanmaya kalkışma savaşını biliyosun bana sökmez. Sen şimdi anlat bakalım dün yaşananları tüm ayrıntısıyla bir daha. Belki yakalarız işe yarar bişeyler. İşlem yapmadan anlat ama. Bölme, çıkarma olmasın. Ne olduysa baştan sona bütün detaylarıyla bilmek istiyorum.”

Her şeyi masaya yatırdıklarında “asistan” dedi Rezzan, “hemcinsimiz bu genç bayan bize sokulur mu, Ne dersin?” Duygu çok net cevapladı. “Bunu hiç düşünme. Onda kendimi gördüm desem yeterli olur heralde senin için.” Rezzan için bir gaf anıydı. “Ne menem bir iştir ki bu asistanlık bilmem. Ne yani o da mı evlenir diyorsun Ender’le?” diye çıkıverdi ağzından. Duygu’nun yüzündeki ifade bir anda sertleşmişti. “Ne evlenmesi yaa? Ne saçmalıyorsun sen. Yeterli olur dedim ama sana fazla geldi, taşıyamadın. Adam evli zaten, üstelik bana göre mutlu bir evliliği var. Asistan, asistandır. Benim yaşadığım genel değil, özel bir durumdu tamam mı? Bırak mesleğine kaptırıp hin düşünmeyi avukat hanım. Karalatmam mesleğimi sana öyle bir kalemde anlaşıldı mı?”

Rezzan yaptığı gafın altına okka giden kendi mesleği olsa da, aldırmadan arkadaşındaki incinmeyi telafi etti hemen. “Canım Pardon diyorum. Sen de art niyet arama hemen öyle. Patronunla olan evliliğini her safhasında daima desteklediğimi unutmuyorsun değil mi Duygu’cum? Tamam, meslektaşın işinde iyi ve bize malzeme vermeyecek bu anlaşıldı. Şu durumda elimizde kalan iki şey var. Öncelikle diğer hastalardan alabileceğimiz ifadeler, bir de belki Doktor ’un yapabileceği bir itiraf. Ne dersin, olası mı bu?”

Duygu yine çok netti. “Bak bu kesinlikle olur işte. Kaçacak biri değil. İlkeli ve kararlı olduğu her halinden belliydi. Kışkırtılmaya hiç mi hiç ihtiyacı olacağını düşündürmüyor. Kesinlikle iddiayı doğrulayacak, bundan eminim. İfadelere gerek kalacağını da sanmıyorum. Tabi, yine de sen bilirsin.”

“Evet, onu da bırak ben bileyim” dedi Rezzan anlamlı bir edayla gülümseyerek. Kırk kadar eğitimli tilki, iş çantalarını almış aklının içinde birbirlerine çarpışmadan dolanmaya başlamıştı bile çoktan. Yavan bir dosyada açılmış bireysel tazminat davasının kimseye hayır sağlamayacağı belliyken, iddianın kamusal alana taşımasını ise tamamen karşı tarafın tutumu belirleyecekti.

“Bak güzelim” dedi, “tazminatı falan unut bugünden o imkansız görünüyor, sen meşhur olmaya var mısın? Yazılı basın satırlarını birkaç kez süslemeni şimdiden garanti ediyorum ama görsel medya için hemen bir şey diyemem. Bilerek ya da bilmeden, karşı taraf işbirliği yaparsa onu da oldu bil. Her ne kadar davacı olsak da, biz mağdur tarafız. Bu medyada elimizi her zaman güçlü kılar. Konu, medyada kendine çok çabuk yer bulup gündeme oturacak kadar aktüel. Bağlantılarımız da artık oldukça sağlam. Kısacası sen - tamam, hazırım ve ben varım - de yeter. Var mısın?” diye bir kez daha sordu ısrarla. Duygu ise zaten bunu bekliyordu tek bir şartla. “Haber medyası diyorsan tamam arkadaşım. Magazin basını dersen asla derim bilesin.” dedi ve ayağa kalkarak elini uzattı. Dört el üst üste tutuştular ve bir ağızdan haykırdılar. Tıpkı geçmiş günlerdeki gibi…

“Hür kadınlar adına! Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için.”

Hemen işe koyuldular. Stratejilerinin temelini kışkırtma teknikleri oluşturacaktı besbelli. Daha ilk duruşmada sansasyon yaratılmalı, basın orada hazır bulundurulmalı ve konu hızla toplum gündemine doğru hareketlendirilmeliydi. Büyük bir heyecan kasırgası sarmıştı her ikisinin de hayal alemini daha şimdiden. Duygu, kışkırtma sanatının doğal ustalarındandı. Rezzan ise gerek aldığı eğitim gerekse deneyimleri sayesinde işin bütün tekniklerini öğrenmişti.

İlk duruşma için her şey planlanmıştı bile. Rezzan “dava dilekçesini hazırlar, dosyayı açar seni haberdar ederim tatlım” dedi. Duygu ise birden acıktığını hissetmişti. “Neee! Tatlı mı dedin sen? Hem de bana haa? Yürü gidiyoruz, alçak!” derken bir yandan da alışılmış sevimli şımarık tavırlarıyla arkadaşını çekiştiriyordu. Rezzan “Dur, dur! bekle bidakka” demeye kalmadı ki, kendini asansörün içinde bulmuştu bile. Keyifli bir öğlen yemeği yediler. Ayrıldıklarında, her ikisinin aklında kalan nakarat aynıydı. Kadının fendi, erkeği yendi. Doktor Ender Beyefendi…

 
Toplam blog
: 36
: 1267
Kayıt tarihi
: 25.05.08
 
 

İstanbul'da doğdu. Teknik Lise Elektronik Bölümünde okurken rakamlara olan ilgisini de keşfetti. ..