Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Kasım '06

 
Kategori
Bilim
 

Bilimsel Kuvayı Milliye ruhu

Bilimsel Kuvayı Milliye ruhu
 

Bu yazı sessiz bir çağrıdır, yeni bir misaka çağrı, " Bilimsel Kuvayı Milliye Ruhuna"

Milli mücadele döneminde, işgal altındaki vatanı düşmüş olduğu durumdan kurtarmak için halkın yöresel olarak – genelde emekli veya terhis olmuş bir subayın, kaymakamın veya vatanseverin yol göstericiliğinde – örgütlenmesiydi Kuvayı Milliye. Kuvayı Milliye Ruhu en güzel şekilde kendini, 22 Haziran 1919 günü Bekir Sami Beyin Bandırmaya gelerek halka yaptığı şu konuşmada kendini gösterir:

"Müslümanlar!... Bugün ne hükümet ne devlet kalmıştır. Devlet de siz, hükümet de sizsiniz. Ya düşmanları öldüreceğiz bu vatan bize kalacak; ya biz öleceğiz, bu vatanı alanlar burada tek bir Türk bulamayacak!..."

Vatanımız aslında bugün de işgal altındadır. Ancak bu düşman dışarıdan değil, içeriden. Sorumlusu başkaları değil bizzat kendimiz, yani “cehalet”.

Cehalet ve eğitimsizlik yüzünden bugün hırsızlık ve kapkaç olaylarının ardı arkası kesilmiyor, adamcılık ve rüşvetçilikle kolay yolu seçip geleceği kirletenlerin sayısı azalmıyor ve ekmeğini yediği vatanının bayrağını yakabilen köksüzler ortaya çıkabiliyor.

Maalesef çok çarpık ve zayıf bir eğitim sistemimiz var. Ana-babalar çocukları bir meslek sahibi olsunlar diye okulun dışında dünyanın parasını dershanelere ödüyorlar ve çocuklar tüm hayatlarını yıllarca sadece yılda bir defa şansları olan bir sınava bağlıyorlar. Bu sınavı başarıyla geçebilen küçük bir azınlık ise okuldan mezun olduktan sonra da eğitimine devam edebilmek hatta doktora yapabilmek için tekrar tekrar seviye tespit sınavlarına girmek zorunda kalıyor. Sonuçta yarış atı gibi sınavdan sınava koşan ve bu sınavlarda başarıyı ancak yığınla bilgiyi veya soru tipini ezbere öğrenerek yakaladığı için başarıyı bundan ibaret sanan, ancak somut bir ürün olarak ortaya hiçbir şey koyamamış ve koyamayacak öğrenci tipi çıkıyor ortaya. Tabi bu ailesinin desteğiyle yine de iyi bir konuma gelenlerin yani azınlığın hikâyesi.

Okumayı sevmeyen ve kendi dilinin inceliklerinden bihaber olan bir insan tipi yetişmiş durumda. Hele son dönemde üniversite giriş sınavında uygulanan sözel-sayısal arasındaki korkunç puan ayrımıyla insanların sağ ve sol beyin lobları arasında tam anlamıyla bir set çekilmiştir. Sayısalcı bir öğrenci dilbilgisinin d’sinden, tarihin t’sinden anlayamayacak, sözelci bir öğrenci ise neredeyse dört işlemi bile yapamayacak hale gelmiştir.

Zaten tamamıyla yabancı dile odaklanmış bu eğitim sisteminde insanların özgün düşünceler üretebilmelerini
ummak büyük bir iyimserlik olur. Oysa dil bir milletin karakterinin en belirgin yansımasıdır.

Bilimsel Kuvayı Milliye Ruhu… Kendi alanında dünya çapında birinci sınıf olma ateşini taşıyanların mücadelesi,
“neden hala bilimsel alanda bizden Nobel ödülü alan çıkmadı, neden her sene ortaya çıkardığımız patent sayısı
neredeyse iki elin parmakları kadar?” diyenlerin tepkisi, örümcek sabrıyla gecesini gündüzüne katanların göz
nuru dökmesi… Evet, bu yazı okuyucusunu kendi alanında dünya çapında birinci sınıf olmaya ve bu arada diğer
tüm konularda da belli bir bilgi birikimine sahip olmaya sessiz bir çağrıdır. İster matematikçi olsun, ister piyanist, ister ressam...

Bilimsiz teknoloji, felsefesiz bilim olmaz. İlk çağ filozoflarının bilimleri birbirinden ayırışlarından beri gerçekliğin bütünlüğünden kopuk bir hayat anlayışımız ve algılayışımız var. Öncelikle bizi bütünselliğe ulaştıracak kendimize ait bir felsefe kurmayı öğrenmeliyiz. Soyuttan somuta geçmesini bilen ve özellikle kendine karşı dürüst olmayı öğrenmiş eğitimli insanlar olarak, kendini dilin ince kıvrımlarında belli eden kendi düşünme mekanizmamızı çözümlemeli, üstün ve zayıf taraflarını ortaya çıkarmalı ve bu doğrultuda yaşadığımız yüzyılda yer alan tüm kavramları yeniden tanımlamalıyız. Amacımız tüm dünyaya ve yüzyıllarca sonrasına bile hitap edebilecek ürünler ortaya koyabilmek olmalı.

Ayrıca bir yandan bireysel olarak en iyiye ulaşmaya çalışırken, diğer yandan da sistematik düşünerek bilgi birikimimizin yapısallaşmasının ve kurumsallaşmasının yollarını aramalıyız. Bugün ABD gibi bir ülkede, gerek Savunma Bakanlığı gerekse özel şirketler, üniversitelerle anlaşarak ilgilendikleri projeleri ortaya koymakta ve bu konuda yapılacak araştırmalara destekleyicilik yapacaklarını belirtmektedirler. Kendilerine tahsis edilmiş olan bu maddi destekle profesörler, yüksek lisans veya doktora öğrencilerine yaptıkları araştırmada – yolculuk ve laboratuar gibi ihtiyaçlarını karşılamaları için – bu parayı kullanmalarını sağlamaktadırlar. Sonuçta hem öğrenci kazanmakta – çünkü gerçek dünyadan somut ve işe yarar bir ürün ortaya koymakta, böylelikle de geleceğe daha da hazır hale gelmekte – , hem okul kazanmakta – çünkü bu gelirlerle üniversite devletten bağımsız olarak kendi ayakları üstünde durabilmekte –, hem de talep makamı kazanmaktadır – çünkü hem projesinin ARGE çalışmasını ucuza yürütmekte, hem de gelecekte istihdam edebileceği öğrencileri erkenden tespit edebilmektedir –. Oysa talep, arz ve araştırma makamları arasında sağlanacak eşgüdüme dayalı bir yapılanma ülkemizde maalesef – her ne kadar başlıca bazı üniversiteler TSK ve DPT gibi kurumlarla ortak projeler geliştirse de – özellikle özel şirketler açısından henüz oturmamış durumda.

Aslında sorunumuz bizzat cehaletin kendisi gibi görünse de, bir açıdan baktığımızda asıl sorun öğrenme korkusundan kaynaklanmaktadır. Yeni şeyler öğrenme, bizim de içten içe değişmemiz anlamına gelmektedir. Değişime direnç ise bir insanın kendine karşı gösterdiği en temel tepkilerden biridir. Bunu aşmanın birincil yoluysa kendimize inanmaktan ibarettir.

Evet, sözün kısası, cehalet ve dolayısıyla tembellik ve ilgisizlik hala karşımızdaki en derin ve köklü sorun durumunda. Oysa yaşadığımız bu yirmi birinci yüzyılda bile ülkemizin onda biri henüz okuma yazma bilmiyor. Bu durumda her birimize birey olarak bizzat yükümlülük hissetme ve bu en büyük düşmanla mücadele etme görevi düşüyor. Çözümü dışta değil içte arayarak. Dışarının bilim ve tekniği karşısında büyülenip kendini kaybetmeden, kendi damarlarımızda mevcut olan asil kana olan inançla.

İçten gelen bir sorumluluk duygusuyla, Kuvayı Milliye Ruhuyla…

 
Toplam blog
: 72
: 1949
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Yazar 1975 Ankara doğumludur. Monterey Postgraduate School / California'da bilgisayar bilimi dalı..