Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Haziran '07

 
Kategori
Anılar
 

1974 - 2007 " Bütün askerler hep ölür mü anne"

1974 - 2007 " Bütün askerler hep ölür mü anne"
 

1974.

İlkokulun birinci sınıfından, ikinci sınıfa geçtiğim yılın yazı.
Haziran sonu temmuz başları .
Henüz küresel ısınma başlamamış, yine de o dönemler için hatırı sayılır bir sıcak yaşanıyor İstanbul’ da ya da çocuğum ya, bana öyle geliyor.
Sabah, öğleden sonra ve akşam üzerleri, peyderpey ya da sürekli sokakta oynama günlerim.
En büyük keyfim; sokakta oynarken, akşam saat altı buçuk, yedi civarı babamın alt sokaktan köşeyi dönüşünü beklemek.
Kızlar babalarına düşkündür ya birinci neden bu, ikinci ve o zamanlar için bana göre önemli sayılabilecek neden; okumayı yeni sökmüş bir çocuk olarak babamın her akşam olmasa da, en azından gün aşırı eve dönüşlerinde getireceği kitapları beklemek
. . .

Birkaç akşamdır babam yok ortalarda.
Bekliyorum
. . .

Gelmiyor.

Anneme soruyorum: -“Anne babam nerede? Neden gelmiyor?” diye.
- “ Bekleme yavrum baban bu gece de gelmeyecek “ diye yanıtlıyor beni.
Böylece neredeyse bir ay geçiyor, aslında bana göre geçmek bilmiyor. Üzülüyorum, merak ediyorum, kalbimin yerinde her an uçmaya hazır bir kuş varmış gibi kıpır kıpır babamı bekliyorum.

Geceleri yatağımda babamı düşünüyorum, anneme bakıyorum, annemde bir telaş, komşularımızda da bir telaş, korkuyorum.
Mahalledeki arkadaşlarımın babaları eve geliyor ama benim babam yok!!
-“ Anne neden arkadaşlarımın babaları akşamları evlerine geliyor da benimki gelmiyor bir şey mi oldu babama?” - “ Baban görevli kızım, ortalık karışık, uzun bir süre gelmeyecek” diyor.
- “ Ya babama bir şey olursa anne, ne yaparım o zaman?”
- “ Olmaz kızım, merak etme diyor”.
Bu konuşma hemen her gün annemle aramızda tekrar ediliyor.
Ben bıkmadan soruyorum, annem sabırla yanıtlıyor.
Sözde rahat görünmeye çalışıyor annem, rahat değil, gergin üstelik, çocuklar hissederler böyle şeyleri anlamaz mıyım?

Birkaç gün sonra tarihi Kıbrıs Çıkartması gerçekleşiyor. O dönemler binbaşı rütbesinde olan deniz subayı babam, daha uzunca bir süre eve dönemiyor.

Eve döndüğü gün, babama sarıldığım gün. . . . büyüdüğümü hissediyorum
. . .

1979. Orta ikinci sınıftayım.
Aylardan kasım. Gece yarısını çoktan geçmiş saatler. Sabaha karşı. Uykuda herkes.
Şiddetli bir patlamayla uyanıyoruz. Patlama sesine cam kırıklarının sesi karışıyor.
Dışarıya bakıyoruz, gök yüzü kıpkırmızı, Kadıköy yanıyor sanki.
“Babacım ne oluyor” diye o korkuyla iki kardeş annemizle babamızın yanına koşuyoruz..
Kardeşim “ baba beni kurtar” diye ağlıyor. Ne olduğunu anlayamıyoruz. Ortalık mahşer yeri gibi.

İlk şoku atlattıktan sonra Üsküdar açıklarında iki geminin çarpıştığını öğreniyoruz. Petrol yüklü Romen bandıralı gemi alev topuna dönüşüyor.
O dönemde İstanbul’da yaşayanların şimdi bile hatırladıkları “ İndependenta” adlı gemi gözümüzün önünde alev alev yanıyor. ” Babam yanımızda ya bize bir şey olmaz “ diyor kardeşim. Varlığı güven veriyor bize

. . . 1984.

Geçtiğimiz günlerde yaşanan üniversite sınavı telaşı var evimizde. Sınav iki aşamalı o dönemlerde. İlki bitmiş, kazanmışım, ikinci sınava gireceğim. Gerginiz ailecek. Tercih yapmak gerekli ( O zamanlar tercihimizi sınava girmeden yapıyorduk ).
-“İstanbul dışı tercih yapma istersen kızım” diyor babam.
Kavak yelleri benim de başımda esiyor ya o zamanlar, dinler miyim hiç ? Yapıyorum İstanbul dışı tercihlerimi, sıralıyorum bir güzel...
Sonuçlar açıklanıyor. Kazandığımız yerler belli oluyor. Benimki İstanbul dışı!!
Sesini çıkartmıyor babam.-”Tercih senin kızım, hayırlı olsun “ diyor.
Babamla düşüyoruz yollara. İlk kez ayrılacağım ailemden.
Olsun, yanımda babam var. Kaydımı yaptırıyoruz birlikte, eksiklerimi alıyoruz. Yerleştiriyor beni ve dönüyor İstanbul’a.
Kapıdan içeri girer girmez anneme sarılıp: -“ Kızımı oralarda bıraktım ben” diye ağladığını yıllar sonra bir sohbet sırasında tesadüfen öğreniyorum annemden.

. . .

Hayatımın her döneminde babama ihtiyaç duydum ben. Altı yaşımda, on altı yaşamda, kırk yaşımda, değişmedi hiç.
. . .

2007

Aylardan Haziran. Karmakarışık ülkemin güney doğusu. Ne olacağı da belli değil. Haberleri izliyorum. Çatışmada bir “binbaşı, bir “ albay”, bir er şehit düşmüş yine. Bir sürü ocak sönmüş tanımadığımız bilmediğimiz. Sönmüş ama Güneydoğu’da da, yüreklerde de yangınlar bitmiyor. Babasız kalmış çocuklar, evlatsız kalmış babalar. Babalar günü yaklaşıyor üstelik...
Ertesi gün, elimdeki gazetede bir haber: “Şırnak’ta mayının patlamasıyla şehit olan Hasan Güreşen’in babası Nuri Güreşen, 11 aylık torunuyla Babalar Gününü Edirne kapı Şehitliği’nde geçirdi.

. . .

Gözlerim doluyor. Göz yaşlarıma engel olamıyorum.

Küçük bir kız çocuğu geliyor gözlerimin önüne, altı yaşında , ilk okula yeni başlamış.

Meraklı, çocuk gözleriyle annesine : - “ Anne arkadaşlarımın babaları eve geldi, benim babam nerede, anne babam niye gelmiyor, yoksa babama bir şey mi oldu”? diyen…

Not: Bu yazı yazıldıktan sonra da birkaç tane şehit ve yaralı haberleri geldi yine Güneydoğu’dan. Ben bir süreliğine bu haberleri izlemek istemiyorum. Yüreğimde güç kalmıyor çünkü.
Üstelik çocuktur anlamaz dediğimiz ama her şeyi fark eden bir “can”ım var henüz 4 yaşında olan. Televizyondaki haberlerden etkilenerek yıllar önce anneme sorduğum sorunun daha da karmaşığını, annesine çocuk aklıyla soran: “ Bütün askerler hep ölür mü anne” ?

 
Toplam blog
: 157
: 1671
Kayıt tarihi
: 12.10.06
 
 

İstanbul doğumluyum ama 20 yıldır Antalya'da yaşıyorum. 3 yaşında bir oğlum var ve eğitimciyim. Kend..