Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Kuşkayası (Turgut Erbek)

http://blog.milliyet.com.tr/kuskayasi

21 Haziran '07

 
Kategori
Anılar
 

Ay ışığında ağladım (2)

Ay ışığında ağladım (2)
 

“Yavaş olun çocuklaaar! Birbirinizi iteklemeyin! Düşüp bir yerinizi kıracaksınız!” diye bağırdı.

Bir araya gelmiş binlerce karakargadan daha çok ses çıkarıyorduk. Onca karmaşanın ve çığlığın ortasında, benden başka kaç çocuğun o sesi duyduğunu bilmiyorum. Ama öğretmen bağırmakta haklıydı. Kapının girişindeki birkaç basamak arada bir temizlenmesine karşın, yine buzlanmıştı ve yağ gibi de kayıyordu.

Dışarı çıkar çıkmaz iki köyün çocuğu birbirine girdi. Herkes birini tutup yere yatırıyor, üzerine avuç avuç kar serpiyordu. Okulun hademesi ve diğer öğretmenler bizim köyün çocuklarını, sürüden kuzu seçer gibi seçip yola çıkmamızı sağlama telaşındaydılar. Bunu yapmalarının nedeni, iki grubun arasında çıkacak muhtemel bir kavgayı önlemekti. Birkaç kere o çok korkulan kavga gerçekleştiğinden, dikkatli davranmak zorundaydılar. Ama unuttukları bir şey vardı, biz her ne kadar dışarıda kavga etsek de içeri girince yine aynı sıraya oturuyor, birbirimizle konuşuyor, kalem ve silgi alışverişi yapıyorduk. Bizimkisi oyun niyetiyle yapılan tatlı kavgalardı. Bunun bilincinde olan Cemal Öğretmen uzaktan bizleri izler ve söylemek istediklerini bakışlarıyla anlatırdı.

Biraz önce söylediğim gibi, köyümüzdeki kızlardan hiçbiri okula gitmediğinden hepimiz erkektik. Bunun en büyük nedeni, okulun uzak olmasını bahane eden ailelerdi. Bu saçma gerekçenin arkasına sığınarak, kızların üzülüp ağlamalarına kulak tıkıyorlardı. İçlerinden bir tanesi bile göndermiş olsaydı, sayının gün geçtikçe çoğalacağına emindik. Fakat o güne kadar köyümüzden hiç kimse buna öncülük etmemişti. Her yıl okul açılınca, ilk gönüllü kim olacak diye aramızda konuşuyor, bahse giriyor ve her defasında da hayal kırıklığına uğruyorduk.

Sürü halinde tepe aşağı köyümüze doğru koşmaya başladık.
İçimiz kıpır kıpırdı...
Kanatlanıp uçuyorduk...
Yel olmuş esiyorduk...
Neşemiz yerinde, aklımız bir karış havadaydı...

Deredeki yuvalarına ulaşmak için kanat çırpan kırlangıçlar gibiydik. Elleri öpülesi öğretmenlerimizin ve eğitim yuvamızın güzel kokularını, toprak damlı ve gübre kokulu evlerimize götürüyorduk. Saçlarımızın arasında oynaşan seslerini, göz bebeklerimize yapışan görüntülerini de onlardan izinsiz yanımıza almıştık. Karanlıkları güneş gibi aydınlatan gözleri rehberimiz, yol gösterenlerimizdi. Hepsi, yüreklerindeki güzellikleri ve beyinlerindeki bilgileri bize aktarmaktan yılmayan birer kahramandı. Eğitim Enstitüsü çıkışlı, yürekleri insan sevgisiyle, beyinleri köylerin kalkınmasıyla, köylünün aydınlanmasıyla ilgili planlarla dolu üç koca çınardılar. Gölgelerinde yüzlerce kuşu barındırıyor, sevgiyle doyurup, bilgiyle donatıyorlardı. Tepeleri karlı, heybetli dağlar gibi dimdiktiler.

Ayaklarımızın altında ezilen karın çıkardığı gıcırtı seslerini bile duymadan, lastik top gibi zıplamayarak ilerliyorduk. Dağların eteğinden çıkan temiz, berrak sular gibi akıyorduk bizi kucaklayan dingin yatağımıza doğru. Düşlerimiz bizden öndeydi. Beynimizin bizlere oyun oynamasına fırsat tanımadan, biz oyunlarımıza başlayacaktık.

Güneşin altın renkli parlaklığı gözlerimizi kamaştırmasına karşın, havada hissedilir bir ayaz vardı. Fakat, “üşüdüm” diyerek mızmızlanan birini anımsamıyorum. Herkes birini tutup yere yatırıyor, karın içinde yuvarlıyordu. Alta düşenin üstüne oturup pozlar veriyor, kaçanlarla alay edip kızdırıyorduk.

Beyaz birer çadır gibi görünen tepeler, cilalanmış gibi parlıyordu. Bazı arkadaşlar kollarını açıp kendilerini sırtüstü yere atıyor, sonra doğrulup karda bıraktıkları izlere bakıyorlardı. O izlere göz yaptık, burun yaptık, ayaklarımızla ölçerek boyu küçük olanları bilinçli olarak kızdırdık... Yerinden doğrulamayanlar debelenip yardım istediler. Tutup kaldırır gibi yaparak, tekrar yere yapıştırdık. Üstlerine kar atıp iyice gömdük...

Zemini ve tüm dekorları beyaza boyanan kocaman sahnede dans başlamıştı. Bildiğimiz tek dans, yani oyun. Oyunun yazarı da bizdik, oyuncuları da. Belli bir süresi yoktu. Canımız istediği zaman ara veriyor, sonra durdurulan film gibi kaldığımız yerden devam ediyorduk.

Neşeli kahkahalarımız tepelerde yankılanıyordu. Tepe aşağı yuvarlananlar, çığlık çığlığa bağıranlar arttı. Kimse halinden şikâyetçi değildi. Çocuktuk ve yaptığımız her şey bir oyundan ibaretti. Yolun bitmesini, neşemizin bozulmasını istemiyorduk. Kayaların başına, derenin dibine kadar her yeri çiğnedik.

Sonsuz gibi görünen beyazlığın üzerine siyah önlüklerimizle desenler çiziyor, nakış konduruyorduk... Canlığını yitirmiş doğaya bir anda yaşam kattık, ses verdik...

www.resimrehberi.com

 
Toplam blog
: 72
: 1492
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Edebiyata ortaokul yıllarında şiirle merhaba dedim. O yıllarda şiirlerim ve yazılarım yöresel gezete..