Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Aralık '07

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Sıla dizisi, katkıları ve insanların yaşamlarına kattıkları

Sıla dizisi, katkıları ve insanların yaşamlarına kattıkları
 

Bir dizi insana ne katar, toplumsal sorumlulukları nelerdir, diziler sadece reyting amaçlı mı yapılır, insanların yaşamlarını diziler etkiler mi? Bu ve buna benzer birçok soruyu bir anda sorgulamaya başladım son yaşanan rahip olayıyla beynimde. Bu soruları uzun zamandır sorgulamakla beraber son bıçaklama olayında ki tek bir söz yeniden bu soruların cevabını sormamı ve okuyucularımla sorularımı ve cevaplarımı paylaşmama neden oldu. “Meşhur olmak için yaptım.”

Ne kadar da iç acıtıcı bir cümle meşhur olmak için bir insanı öldürmeye kadar giden psikoloji. Bu psikolojiye insanları iten gerçeklere bakınca işte o zaman insanın tüyleri diken diken oluyor, irkiliyor. Misyonerlik faaliyetlerinin anlatıldığı bir televizyon dizisinden etkilenilerek sadece meşhur olmak adına bir insanı öldürmeye kadar gidebilen insanlar doğuyor ülkemizde. Bu kadar sarsıcı bir gerçeği daha ne kadar yok sayacağız. Bir Hrant Dink cinayeti daha mı olmalı dur demek için bu gidişe !..

Bu olayı şöyle bir gözden geçirelim. Bayram öncesi İzmir’in Karşıyaka semtinde bir adam bir rahibi bıçaklıyor. Şans eseri rahip yaralanarak ölümden kıl payı kurtuluyor. Yapılan sorgu neticesinde eylemin nedenleri ortaya çıkıyor. Zanlı işsizlikten ve parasızlıktan bunaldığı için Türkiye çapında ses getirecek bir eylem yapmak, tanınmak ve meşhur olmak amacıyla böyle bir eylemi ayrıntılı olarak planlamış, adımlarını ona göre atarak sonunda da bir Pazar günü bu eylemini gerçekleştirmiş. Gözünü karartarak yıllarca kardeş gibi yaşadığımız bir rahibi bıçaklamış. İfadesinde misyonerlik faaliyetlerinin anlatıldığı bir diziden etkilendiğini belirten zanlı “Meşhur” olmak adına bu eylemi gerçekleştirmiş. İşte insanı düşünmeye iten iki söz “bir diziden etkilendim” “meşhur olmak için yaptım”.

Diziler insanları bu kadar etkileyebilir mi? Bir insanı öldürmeye kadar götürebilir mi? Son yaşanan olaylara bakınca demek ki yaşamımız da dizilerin etkilerinin küçümsenmeyecek kadar önemli olduğunu bir kez daha görmüş oluyoruz. O zamanda yukarıda ki soruları sormadan edemedim kendime. Ve tek tek dizileri gözümün önünde canlandırdım. Aralarında gerçekten taşıdıkları misyonu toplumsal sorumluluk adına taşıyan kaç dizi var diye. Ve bu sorumluluk adına neler yapmış diziler. Bu kadar insanların yaşamlarını etkileyebiliyorsa diziler, gerek yönetmenlerinin, gerekse senaristlerinin silkinerek yeniden yaptıkları işleri gözden geçirmesi adına bir izleyici ve bir blog yazarı sorumluluğu içerisinde konuyu yatırmak istedim herkesin gözleri önüne. Her şeyden öncesi ben bir gazeteciyim bir gazetecinin sorumluluğunun ağırlığıyla böylesi bir tehlikenin karşısında bu konuya izleyici kalamazdım, kulaklarımı tıkayamazdım, gözlerimi kapatamazdım. İşte bu yüzden siz okuyucularımla paylaşarak yapımcılara yeniden sorumluluklarını hatırlatmalıydım. Ben de öyle yaparak bu sefer ki Blog konumu bunun üzerine yazdım. Umarım bu yazım ve yaşanan son olay bir silkeleniş olur herkes için.

Bu açıdan bakınca yönetmenliğini Gül Oğuz’un yaptığı Sıla Dizisini irdelemek istedim kendimce. Çünkü yayınlandığı andan itibaren toplumsal sorumluluğa örnek olduğuna inandığım, tüm soruları yıkan ve cevaplayan bir dizi olma unvanını taşıyor Sıla dizisi. Bu yüzden de tüm sorulara cevap veren, topluma doğru yolda örnek olan bir dizi üzerinden yaklaşmak gerektiğini düşündüm ve Sıla dizisiyle ilgili bir şeyler yazmak istedim. Nedenine gelince nedenleri yazımın devamında saklı….

Sıla dizisi başladığı andan itibaren farklılığını her alanda korudu, sadece bir dizi olmaktan kendini sıyırdı. Daha doğrusu bir dizinin üzerinde taşıdığı tüm sorumlulukları yerine getirdi. Ama şimdi? ( Ama şimdiyi daha sonraya bırakıyorum şimdilik!)

Neydi yaptıkları peki. Birincisi bir kadın gözüyle Berdel gerçeğini yaşamımızın ortasına soktu. İstanbullu olarak Törelere nasıl bakılır mantığından yola çıkarak. Abartısız töreyi ve içinde barındırdıklarını işledi. Ve her kadın kendini sorgulamaya başladı Sılayla. Tabii Töre’nin kendisi ve yaratıcıları da sorgulamaya başladı bu gerçeği; ağamlar, paşamlar ve yaratıcısı sistem. Dizinin yönetmeni Gül Oğuz yöreye bir okul kazandırdı. “Eğitimle Yıkılır” her şey mesajını yaptığı ilköğretimle kazıdı insanların beynine. Reytinglerinin karşılığını izleyicisine orda bir okul yaparak verdi. Duruşuyla, çizgisiyle, konusuyla ilk andan itibaren farklılığını korudu, sadece bir dizi olmaktan çıkarak yaptıklarıyla farklılığını gösterdi. Şimdi bütün bunlara dönüp bakınca bir dizi tüm bunları nasıl başardı sorusunu soruyorum. Aslında bu soruyu bir yıl öncesinde sormuştum kendime ve bu sorunun cevabını ararken kendimi sila.gen.tr diye bir sitede bulmuştum. Bu site Sıla severlerin kurduğu bir fan sitesi. Başlangıçta Mehmet Akif fanatiklerinin kurduğu bir siteymiş gibi geliyor insana. Ben de böyle düşünenlerdendim siteye üye olduğum ilk zamanlar. Ama yorumları okuduğumda verdikleri emekleri gördükten sonra kendimi sorgulamaya başladım birden. Ben bu diziyi neden izledim? Neydi beni bu diziye bağlayan, neydi bu siteye getiren ve bu site de yorum yazmama neden olan asıl gerçek? İşte bu sorularla boğuşurken ilk kez bir dizinin fan sitesi kurulduğu gerçeğini de öğrenmiş oldum. Bir dizi bütün bunları aynı anda nasıl yapabilirdi ki! Benzerleri de vardı sitenin ama bu sitenin içi hiç boş değildi benzerleri gibi…

Farklılığı neydi sitenin peki benzer Sıla dizisi sitelerinden? Bir kere ne kurucuları, nede üyeleri ev hanımı değildi. Küçük bir azınlığın dışında çoğu iş sahibi ve eğitimli insanlardı. Ama geç saatlere kadar diziyle alakalı gelişmelerden tutun, özel kliplere kadar işlerinden, eşlerinden, çocuklarından çaldıkları zamanı bu siteye harcıyorlardı. Hatta daha çok paylaşım için kalkıp Mardin’e gidebiliyor, ekiple görüşmeler yaparak sitelerine taşıyorlardı bu insanlar, üyeleriyle paylaşmak adına. Üstelik sitenin gerçek sahibi de bir erkekti. Üyelerin tamamı da sadece Türkiye’den üyeler değildi. Dünyanın her yerinden diziyi izleyenler üyesiydi sitenin. Neydi bu insanların bunca emeğinin nedeni? Peki, neden bu insanlar buradaydı ve ben neden buradaydım?

Bu soruları sorgularken kendimle, asıl gerçeğin bir töre mağduru olmam olduğunu anladım bir anda. Gül Oğuz’un "Kaçın, itiraz edin, kurtulun” mesajını yıllar önce gerçekleştirmiş töre şamarını yemiş kaçarak kurtulmuş biriydim. Okumak, okutmak için kaçırmıştı Babam bizi Töre’nin vahşi gerçeğinden. Kaçarak tam kurtulmuş muyduk bu gerçekten? Aslında “Hayır!” En büyük avantajım iyi ki engelliyim sözünü söyleten engelli olmamdı. Engelli olmamdan kaynaklanan destekle bu töre denilen şeyden kısmen de olsa kurtulmuş ama yüreğimde ki ve yaşamımda ki nasibini daha yıllar önce almıştım. Bir gün belki kendi nasibime düşen törenin bendeki etkilerini daha detaylı sizlerle paylaşırım. İşte bu gerçek yüzünden bu sitedeydim. Bunu ilk başlarda kendime bile itiraf edemiyordum. Hiçbir zaman hiçbir konuda fanatik olmadım, hele kadınların çok olduğu bir yerde hiç bulunmadım kendimde bir bayan olmakla beraber. O zaman neden buradaydım, asıl neden neydi sorusunu sordukça gerçek suratıma bir tokat gibi çarptı. Ve bu diziyi de neden izlediğimi anladım o zaman. Töre’nin gerçek çıplaklığıyla abartısız sorgulandığı bir dizi de kendimizi, kendimi bulmaktı asıl gerçek izlememde ki.

Burada olan diğer üyeler neden buradaydı peki… Benim gibi töre gerçeğini yaşayan var mıydı bilmiyorum ama onların orda olma gerçeği de kadın olarak bu gerçeği sorgulamaktı sanıyorum.

Bir dizi bir platformda insanları topluyor ve o insanlar diziyi her şeyiyle, her ayrıntısıyla sorguluyor. Sosyal sorumluluk denilen şeyde bu değil midir zaten? Bu anlamda Gül Oğuz’a ayrıca teşekkür etmek gerekir aslında. Bir dizinin sorumluluğu nedir sorusunun cevabı kendiliğinden gelmiş oluyordu böylelikle.

Bugün gelinen noktadaysa dizi farklı bir boyut kazanmaya başladığı için site sakinleri isyanlarda. Sosyal sorumluluk bilincinde olan, olması gereken dizi ekibi bu sesleri duyar mı bilmiyorum. Ama site sakinlerinin yaptıklarını izliyor ve büyük merakla sonucu bekliyorum. Tabii üstüme düşen sorumluluğu da gerçekleştirerek. Bu da izleyici sorumluluğu nasıl olur, ne yapmak gerekir sorusunun cevabı. Bu sorunun cevabı da kendiliğinden gelmiş oldu böylelikle diğer soru gibi.

İlk kez bir sitede kendi adım dışında yorum yazarak katkıda bulunmaya çalışıyorum. Kendimi gizleyerek sanırım onlardan biri olduğumu hissettirmeye çalıştım ya da bunun için gizledim. Başka türlü Google’a adım yazılınca hakkımda her türlü detaya ulaşmak kolaydı. Belki kafalarında soru oluştururum diye bu yolu seçtim ama insanların güvenini de kazandım. Bu ayrıntıları neden veriyorum sizlere sanırım kendime yaptığım itiraflarımı paylaşma zamanı…

Ama şimdi? Gelinen noktada dedim ve kaldım orda. Gelinen nokta neydi ve site sakinleri bu nokta da neden isyan ediyor ve ne yapıyordu? Asıl konumuzun önemi de dizinin bugün geldiği noktadır. İnsanların yaşamlarını etkileyen dizilere sorumluluklarını hatırlatmak adına, gelinen noktayı sorgulamak ve örnek bir dizi üzerinden tüm çıplaklığıyla konuyu masaya yatırarak gözler önüne sermek.

Sıla dizisi misyonunu tamamladı mı, tamamlamadı mı, daha yapması gerekenler var mı, artık diğer diziler gibi mi bitmeli sonu? Bu sorular sorgulanırken yaşanan rahip olayı koca bir "Hayır" sesiyle beni kendime getirdi ve beni kendime getiren bu ses herkesi irkiltmeli kendine getirmeli diye düşünerek gelinen noktadaki tehlikeleri de sorgulamak adına konuyu açtım sizlere. İşte bu yüzden Sıla dizisi bu kadar örnek taşırken durup yeniden kendini gözden geçirmeli benzerlerine benzememek adına. Gelinen noktada ki bu tehlikeyi görmeli. Bu yüzden hep beraber sorgulama zamanı geldi bu diziyi ve tüm dizileri.

Gelinen noktayı anlatmadan önce dizinin önemli karakterlerinden olan Boran Ağa karakterini kısaca özetlemem gerek anlaşılması için.

Boran Ağa Mezopotamya topraklarında doğmuş köklerini ve hayata bakışını bu toprakların içinden gelen kültürle almıştı. Aşkı bile Mezopotamya’nın kendisi idi. Uçsuz bucaksız. Boran Ağa’nın kendisiydi aslında Mezopotamya. Mezopotamya gibi gündüz mavi deniz görünümünde, gece ise bir gerdanlık gibiydi. Kendi kültürü içerisinde İstanbullu bir kıza aşık olmuştu. Töre’nin Berdel gerçeğiyle evlenmişlerdi ama zamanla aşık olmuşlardı birbirlerine bu gerçeğin içerisinde. Boran Ağa’nın aşkıysa masalsı bir aşk gibi anlatılmıştı izleyiciye en başından bugüne kadar.

Aynen Mezopotamya gibi iki nehrin arasındaydı Boran Ağa. Aşkıyla, Törenin arasında. Fırat ve Dicle gibi Aşk ve Töre de delicesine akıyor arada bırakıyordu Mezopotamya gibi. Sümer’in Asur’un ev sahibi gibi, Boran Ağa’da İstanbullu bu kızın ev sahibiydi. Bereket tanrısı, yazının merkezi gibi Sıla’nın merkeziydi. Mezopotamya gibi aşk, inanç, bereket üçgenin de en doruktaki kültür gibiydi. Mezopotamya gibi tüm kutsiyetiyle Mardin’in önünde diz çöken deniz, kaleye selam veren bereket gibi Boran’da bu İstanbullu kız Sıla’nın önünde diz çöküyordu. Ve yine iki nehrin arası gibi Töreyle aşkının arasında ölüme bile bile giden kirlenmemiş bir aşkın kahramanıydı Boran Ağa. Mezopotamya’nın aşk tanrıçası İnana’dan almıştı aşkının gücünü. Mezopotamya'nın Aşk Tanrıçası İnanna'nın gücüyle aşkının kaynağını almış bir Ağa.Tıpkı Devriş ile Adule’nin aşkı gibi, tıpkı Mem û Zîn aşkı gibi ve diğer Mezopotamya topraklarında yaşanmış temiz aşklar gibi masalsı bir aşk ve aşık Boran Ağa. İşte izleyiciye sunulan Boran Ağa karakteri ve aşkın tarifi buydu.

Yakın zamanda yapılan bir kazıda Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde bugüne kadarki kazılarda saptanmış dünyanın en eski âşıklarına ait bir mezarlık bulundu. 8 bin yıl öncesine ait, birbirine sarılı kadın ve erkeğin sevgili oldukları ve bir aşk cinayetine kurban gittiği düşünülüyor. İşte 8 bin yıl öncesine dayanan bu temiz aşkların doğduğu bu topraklarda Mezopotamya gibi adam olan Boran Ağa’nın bu temiz aşkına hayran olan seyirci şimdi bu aşka post modern yaklaşım içinde zarar verilmesine tepki gösteriyor. Bunun için durmadan usanmadan yorumlar yapıyor. Bunun için hiç üşenmeden yapımcı firmaya fakslar çekiyor. Dizide ki çelişkilerin nedenlerini sürekli sorguluyorlar... Karşı durdukları şeyin post modern akımdan etkilenmiş bir diziye dönüştüğünün farkında olmadan bu karakteri ve aşkını zedelemelerini istemiyorlar. sila.gen.tr üyeleri ve dizi izleyicileri.

İşte tehlike ve Sıla dizisinin yeniden gözden geçirilmesini gözler önüne sermemin nedeni de burada başlıyor. İzleyiciye kulak tıkamak sorumluktan kaçmaktır hedef tamamlanmış görünse de asıl hedef tamamlanan ve verilen halini korumaktır. O halde geç kalmadan bu gerçeği görmek gerekir. Bu gerçekse Sıla dizisinin bu kadar yaptıklarından sonra benzeri dizilerin arasına girme tehlikesiyle karşı karşıya olması ve tehlikeli mesajları vermeye başlamasıdır. İnsanlara çizilen masalsı aşk kahramanının bir anda yerle bir edilerek bir akıma kurban edilmesidir. Dizilerin insanları olumlu ya da olumsuz etkilediği bu dönemde aşka inançlarının sarsılmasını sağlamak, aldatma ve aldatılmanın doğallığını bilerek ya da bilmeden sergilemek ve bu tehlikeyi görmemek. İşte gelinen nokta bu.

Post modern akımla Klasizm iç içe işlenerek bir yanlışa doğru yol alınıyor. Oysaki postmodernizim denilen şey Klasisizimle örtüşmez şu an olduğu gibi. Çünkü bu akımda gerçek ve hayal gücü birbirine karışmıştır. Kimin yazdığı değil olayın ne şekilde kurgulandığı önem kazanır. Gerçekten daha gerçek, mistikten daha mistik mistik olaylar dizisi yani hppergerçekler yaşanır. Markalar ve seks bu tip anlatılarda ön plana çıkar. Metinler birbiri içine girer. Neden sonuç ilişkisi sorun olmaktan çıkar. Klasizimle başlayıp postmodernzim akımına sürüklenen bir dizide bu şekilde karakterler evrim geçirir ve eğreti durur. Bu yüzden de Mezopotamya’nın kendisi olan Boran Ağa’nın bu aşkıyla Boran karakteriyle oynanmasına verdikleri tepki aslında gerçekte postmodern anlayışına bir tepkidir. Şimdilerde aşkı bu kadar farklı tanımlayan ve yaşayan bir erkeğin yaşamına başka bir kadın sokulması entrikaların içine sokulmasına verilen tepki izleyici sorumluluğunun önemini göstermekle beraber buna kulak tıkamaksa sorumluluktan kaçmak demektir. Ekranların böyle dizilerle kirlendiği şu günlerde izleyici böyle sahneleri görmemek adına tepkisini dile getirirken sorumluktan kaçmamak gerekir. Bu anlamda Sıla dizisi bir ilke daha imzasını atmış olacaktır kendi çizgisinde.

İzleyici sorumluluğu. Nerde başlar, nasıl şekil alır ve nereye kadar etkindir? Sanırım şu an ihtiyacımız olan şey bu aslında. Sıla bunu başarırsa ki Gül Oğuz gibi toplumsal sorumluluk bilincinde olan bir yönetmenin buna kulak tıkayacağını sanmıyorum. Yeniden senaristlerini gözden geçireceğine inanıyorum. Evet, Sıla dizisi bu ilke de imza atarsa diziler arasında farklı yerini koruyacak izleyici sorumluluğu denilen önemli bir kavramla bizleri tanıştıracaktır. Dilerim bu kavram yaşamımıza girdiği andan itibaren ekran kirliliği denilen şey ve reyting canavarı frenlerine basarak durur ve böylece yozlaşmanın önüne geçilir. Çünkü bugünlerde en çok ihtiyacımız olan şey kaybettiğimiz değerleri yeniden kazanmak ve onlara sahip çıkmaktır. Artık izlemiyorsan kanal değiştir, ya da bunu verdim bunu izle günleri tarihe karışmalı modern olmak adına yozlaşan tüm değerlerimizin yeniden hayat bulması adına bir silkenişin zamanı çoktan geldi ve geçiyor bile… Umarım herkes geç olmadan bu uykudan uyanır ve yeniden sorumluluklarını yüklenir. Mezopotamya’nın kendisi olan bir aşk masalı bu ilke imza atar ve yozlaşmadan bu gidişe dur der…

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..