aydınlık dolu yumuşak ezgilerle yankılanmaktadır günün ilk rüzgârları olgunlaşmış üzüm taneleri asma bahçeleri hazza boğulmuş tanrılar baharın ilk çağrı..
yel değirmeni uçuşan leylekler kar yılgını rüzgar gelincik tohumları benzer sezişleriyle gelişir kaygılar tanrıya şarkısını söylerse toprak ve topraktan sonr..
öyle garip bir makine ki bu yaşam denen büyük saat yitirmiş mihrabını zamanın mabedinde bir ülke yanlış secdelerde eğil eğil bunalıyor dillerinde eski bildik rüzgârla ..
dudak uçlarında boğuk gecelerin çığlık izi süzülüp sonra dalgınlığından usulca karaköy iskelesi' nde sisler içinde sesine istanbul karışmış kızgın ve gücenik serçe buğ..
göz nuru hangi geleceğin ağacısın ışıklı imkan içinde hangi putun önünden geçmektesin sevinç getiren durmadan değişen ve yeniden gelen imkan onlar yaş..
yer yanı dudak bir tutam göz ağrısı aşk değil zavallı ilkbahar damarlarında yalnız bir keder kim bilir nerede oturuyor bir çiçek bahçesi geceye durgun ..
Amcam Mustafa Ersan’a Ben içinde bir aynanın buğulandığı yerdeyim Çenesi bağlanmış bir ömrün sonunda Kendime dokunmadan aynayı seyrediy..
Gözler için mavi göz bağı Yürek için beyaz patiska gerek Gün doğarken öldürecek beni dostlar Sunak edip sevgi diye ülkeme Anneme bir öykü uyduracaklar Bağrının içinde taşısın ..
Gün kavuşurken bir ekin sapına Bir mutluluğa Güneşli bir bahçede umuda Kim seçiyor yaşamın seyrini Dağların ağında kuşlar uçuşuyor Yalnız çok uzakta çekiç sesleri Kapa..
Gücün bitene kadar tüket bizi Ey kocamış zaman Ölümlü tortular bırak bize Kaybımız çok az bizim Yaşadık yeterince Gördük her bir şeyi Açgözlü dünyalıların Tükenince..