Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ocak '18

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Cumhuriyet ve Din : 1932-1947 Yıllarındaki Din Eğitimi Yasağının, Yahudi Aşkı ile Olan İlgisi (4)

Cumhuriyet ve Din : 1932-1947 Yıllarındaki Din Eğitimi Yasağının, Yahudi Aşkı ile Olan İlgisi (4)
 

Bilmemek tehlikeli değildir. Bilmediğini bilmemektir, tehlikeli olan.


Rusya’da Çarlık döneminde, Galiçya ve Litvanya ülkesinde oturan Slav ırkından “Ruthenes” denilen bir halk yaşamaktadır. Ne var ki bu halkın mezhebi, Çar'ın Ortodoks mezhebinden değildir.

Çar'lar karar verir : “Rutheneslerin milli mezhepleri söndürülüp, Ortodoks mezhebine sokulacaklardır.”

Bunun için, zulmün klasik tedbiri; Rüten Kiliselerini kapatmak ve rahipleri sürüp, halkı Rus Ortodoks Kiliselerine geçmeye zorlamaktı.

Çar böyle yapmamıştır…

Çar, şu kadarcık bir müdahalede bulunmuştur : Rüten kiliseleriyle, mektep ve manastırlarını hükümet kontrolüne almış; mektep ve manastırlarda ders okutup, ibadet eden genç rahipleri yetiştirecek olan hocaları, Rüten mezhebinin gizli düşmanlarından olmak üzere, kendisi tayin etmiştir.

Bu müdahale kâfi gelmiş, kısa zamanda Rütenlerin milli din ve mezhepleri, sessiz soluksuz çöküvermiştir. (1)

Bir inancı yok etmek istiyorsan, onu kontrol et !

* * *

…1932’den başlayarak Türkiye’de dinî tedrisatın (öğretimin) bulunmayışı ve dini kitapların yayınlanmasına izin verilmemesi, 1947 yılına kadar sürmüş, Milli Şef ve Cumhurbaşkanı İnönü, toplumdan gelen :

“İbadetlerimizi yaptıracak, ölülerimizi gömecek din görevlisi bulamıyoruzsızlanmaları üzerine, 4. Maddeyi tekrar yürürlüğe koyarak, İmam- Hatip Kursları, İlahiyat Fakültesi açılması ve ilkokullara din derslerinin konulmasını “toplumsal bir ihtiyaç” olarak görüp yerine getirmiştir. (2)

* * *

T.C Dahiliye Vekâleti Matbuat U.M. Sayı:653. Ankara, 17 Mayıs 1943.

Bu yazı, Hz. Muhammed’e dair yapılan bir yayının toplatılması üzerine, yayınevinin müracaatı üzerine verilmiştir.

“Muhterem efendim. Mektubunuzu aldım. Biz her ne şekil suretle olursa olsun memleket dahilinde dini neşriyat yapılarak dini bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dini bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz. Zat-ı âlilerinin herkesçe de müsellüm olan ilim ve faziletine hürmetkârız. Ancak günün bu kabil neşriyata tahammülü olmadığını siz de takdir edersiniz. Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim (Tör).” (3)

* * *

26 Aralık 1949 – The New York Times gazetesi

Türkler, İslâm’ın Öğretilmesine Şimdi İzin Veriyorlar

Ankara Üniversitesi’ndeki Karma İlahiyat Fakültesi, Yeni Hükümetin Politikasını Belirtiyor.

(Ankara, 16 Aralık) Bu sonbaharda Ankara Üniversitesi’nde bir İlahiyat Fakültesi’nin açılması, halkın %98’inin Müslüman olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin liderlerinin, İslam’a karşı tavırlarındaki değişimin dikkate değer bir işaretidir. Bu denemenin ileriye dönük özelliği, okulun karma (eğitim veriyor) olmasıyla gösterilmiştir.

25 yıl önce, Ortodoks (gelenekçi) Müslüman din adamları, Kemal Atatürk’ün İslâmi geleneklerin nüfuzunu çiğneyen; kadınların örtünmesinin (tercüme notu : peçe?) ve erkeklerin fes giymesinin yasaklanması, hafta tatilinin Cuma gününden Pazar gününe alınması, İslâm şeriatının Batılı kanunlarla değiştirilmesi, en sonunda da Arap âlfabesi yerine Lâtin âlfabesinin getirilmesi şeklindeki batılılaştırıcı reformlarına karşı çıkıyorlardı. Kemâlist rejim bu mücadeleyi; yeni nesillerin, yeni fikirlere tamamen sadık olarak yetiştirilebilmesi için, devlet okulları sisteminden tüm dini eğitimi kaldırarak gerçekleştirdi.

İslâm okulları, veya medreseler, kapatılmıştı ve dervişlerin dini emirleri bastırılmıştı. Fakat ibadetin normal halk (tarafından yapılan) türlerine müsaade edilmişti. Çeyrek yüzyıl sonra, İslâm, takipçilerini kırsal kesimlerde tuttu ve İstanbul’daki büyük camiiler, başlıca dini tatillerin kutlaması boyunca hala kalabalıktı. Nadiren olan bir tutuklama da, bazı yerlerde derviş buyruklarının yasaklanmış olan törenlerinin, gizli olarak hala yapıldığını gösteriyor.

Artık Bir Tehlike Değil

Fakat Hükümet, açık olarak karar verdi ki, İslâm artık cumhuriyetçi rejim için bir tehlike oluşturmuyor. Bir sene önce, padişahlar zamanından kalmış olan eski imamların yerini almak üzere; düzenli dini ibadetleri yerine getirtmeleri için, daha az önemli din adamları olan yeni imamların yetiştirilmesi için okullar açıldı. Bu okullara girmek için, ilkokulu bitirmiş olmak gerekiyor; böylece yeni imamlar, İslâmi gelenek dışındaki çalışmalar için en azından bir temel almış olacaklar.

(hükümetin) İslâm’a karşı olan dostça tutumunun diğer bir işareti ise, dini eğitimin ilkokul ve lise sisteminde seçmeli ders olarak okutulmasına izin verilmesidir.

Türkiye’nin modern üniversite sistemine İslâmi çalışmaların dahil edilmesi, bu ölçülerin çok ötesine geçer. Ankara Üniversitesi Rektörü olan Dr. Hikmet Birand, 31 Ekim’de yeni dönemin açılış nutkunda, -anlamlı bir şekilde Başkan İsmet İnönü’nün huzurunda-, ilahiyat fakültesinin amaçlarını şu sözlerle özetledi :

“ Fakültenin görevi, dini yüksek öğrenime sahip insanlar yetiştirmek, bir dini araştırmalar bilim merkezi olmak, bu münasebetle İslâm’ın ana prensiplerine ışık tutmak ve  tüm yanlış fikirleri ortadan kaldırarak, onun gerçek özünü ortaya koymak. (tercüme notu : bu kısımda “İnşallah” sözü bulunuyor olmalıdır; haber metninde buraya yıldız işareti konulmuş ve sonrasında açıklama olarak “Eğer Allah isterse, görev başarılı şekilde yerine getirilir” notu eklenmiş). Bilimsel gerçekleri reddetmeyen ve onlarla alay etmeyen şekilde oluşturulan bir dindar ruh / tutum; büyük, aydınlatıcı ve derinlemesine bir güç olabilir.

“Lâik-Dindar” Yaklaşım

Dr.Esat Arsebük, fakülte dekanı, (fakültenin) yaklaşımını “lâik-dindar” olarak tanımlıyor. Bu, Türk gençliğine, dinlerini orijinal kaynaklarından öğrenme fırsatını verecek, diyor.

Dört yıllık eğitim için ilk yıl öğrencileri, 15 tanesi bayan olmak üzere toplam 80 öğrenciden oluşuyor. Hepsi lise mezunu ve normal üniversite giriş sınavlarından geçtiler.

Bazı mezunlar, Türkiye’nin başlıca camiilerinde vaiz olarak hizmet verecekler. Bayanların bazıları, dekan tarafından öne sürüldüğü şekilde, bu camilerden daha çok kadınların geliyor olduklarına, vaiz olarak hizmet verebilirler. Bazı erkekler, daha az önemli olan din adamlarına (imamlara) başkanlık edecek müftüler olabilirler.

Birçoğu yine de, bu tip (din adamlığı) görevleri haricinde; İslâmi müze uzmanı, din işlerini ve dini vakıflardan gelen gelirleri yöneten ilgili hükümet dairelerinde memur ve liselerde din öğretmeni olarak görev almaya hazırlanıyorlar. (4)

* * *

"Îlk Diyanet İşleri Reisi olarak da, gerçekte Mason Biraderlerden olan Mehmet Rıfat Börekçi atanmıştır.

Diyanet bugünkü statüsüne, 14 Haziran 1935’te çıkartılan 2800 sayılı kanunla gelmiştir. Aradaki yıllarda temelde değil, bazı kazai konularda yeni yönetmelikler çıkarılarak işlevselliği güçlendirilmiştir.

Günümüzde yaklaşık yüz bin kişilik bir kadrosu vardır ve çok ilginçtir ki, Türkiye’de toplam nüfusun yaklaşık 120’de biri, Diyanet’ten doğrudan veya dolaylı olarak nemalanmaktadır.

Diğer bir anlatımla, toplam nüfus içinde çalışan ve emekli olarak yaklaşık beş yüz bin vatandaş bu kurumdan doğrudan veya dolaylı olarak nemalanmaktadır." (5)

* * *

Ve artık konuya girebilir; Müslümanların, Yahudileri kutsamasına (!) gelebiliriz.

Aslında ise Yahudilerin, Müslümanları kutsamış olduğu gerçeği, yazı dizimizin sonraki (5.) bölümünde aktarılacaktır.

* * *

Yahudiler ve Son Halife II. Abdülmecid ve Osmanlı Hanedanlığı Mensuplarının Sürgün Hikayesi

Yahudilerin vefası ve...

“SON HALİFE ABDÜLMECİD"

“…Bizim Hilafetmeâblığımız artık kalmadı; bir gece, apar topar, Hanedan’ımızın altı yüz sene hükümdar olduğu bir memleketten kovulduk. Kim derdi ki Fatihlerin, Yavuzların, Kanunîlerin torunları, çamaşırlarını bile alamadan yolcu edilecekler ! 

…Ölümüzü bile kabul etmeyeceklerdir. Hem baksanıza, hilâfetin değeri, halâ yerimize bir kimse düşünmedikleri ile anlaşılıyor. Belki de Osmanlı Hânedanı’ndan sonra, bu makama oturmaya kimse cesaret edemeyecektir…

4 Mart 1924

“Yol hazırlıkları ancak sabaha karşı tamamlanabildi. Halife Hazretleri’yle oğlu Şehzade Ömer Faruk, kızı Dürrüşehvâr Sultan ve Kadınefendiler, verilen haber üzerine, alt kata indiler. Binek taşında bekleyen ve elini öpen eşime, Efendimiz :

“Sizi de birlikte götüremediğimize esef ederim Kızım; ileride imkân bulunursa ayrıca çağırtırım.dedi; kendisini son defa selâmlayan yaverini kucakladı, arabasına binmeden önce de ellerini açarak, milletimizin ve memleketimizin selâmeti için dua etti.

Efendimizin maiyetinde Mabeyinci Hüseyin Nakib Turhan Beyle, hususî tabibi Doktor Selâhattin Bey de bulunuyordu. Aile otomobillerinin önünden ve ardından giden arabalar uzun bir kafile teşkil ediyordu. Edirnekapısı’na vardığımız sıralarda gün ağarmaya başlamıştı. Nihayet öğleden sonra Çatalca Demiryolu İstasyonu’na varabildik.

Rumeli Demiryolları Şirketi’nin oradaki amiri, meğer bir Musevi vatandaşımızmış. Efendimizin ve ailesi azasının dinlenmelerine elverişli başka bir yer bulunmadığı için, üst kattaki dairesini böyle habersiz gelen yüksek misafirlerinin istirahatine tahsis etti, çoluk çocuğuyla da îzaz ve yardımlarına Efendimiz tarafından takdirle teşekkür ettiğimiz zaman da:

“Osmanlı Hanedanı, Türkiye Musevilerinin velinimetidir. Atalarımız İspanya’dan sürüldükleri, kendilerini koruyacak bir ülke aradıkları zaman onları yok olmaktan kurtardılar, devletlerinin gölgesinde tekrar can, ırz ve mâl emniyetine, din ve dil hürriyetine kavuşturdular. Onlara, bu kara günlerinde, elimizden gelebildiği kadar hizmet etmek bizim vicdan borcumuzdur.” dedi ve gözlerimizi yaşarttı.

Kafilenin bineceği Simplon Ekspresi ancak geceyarısına doğru Çatalca’ya geldi. Yataklı vagonun kapısında Efendimize, Vali Bey büyükçe bir zarf takdim etti ve iyi yolculuklar diledi. Öbür vagonlardaki yolcular, koridor pencerelerinden başlarını çıkarmış, merakla bizlere bakıyorlardı.

ACELEYLE, TOPTAN SÜRÜLMÜŞTÜK !

5 Mart 1924

Lokanta vagonunda kahvaltıya çağırmak için kapımızı vurup bizleri uyandıran garsondan, trenimizin Bulgaristan’a geçmiş olduğunu öğrendik. Hazırlandık ve efendimizin bizleri çağırtmasını bekledik.

Sabah muayenesi için ilkin D. Selâhattin huzura çağrıldı. Efendilerimizin geceyi rahat geçirdiklerini, dönüşünde öğrendik ve sevindik. Hatır sorma sırası bize gelmişti. Efendimizi, çok şükür, iyi gördük. Vali Bey’in kendisine takdim ettiği zarfı açmamızı istedi. İçinden pasaportlarımızla daha küçük bir zarfa konmuş İngiliz banknotları çıktı. Bütün pasaportlar sade çıkış için verilmişti ve İsviçre Konsolosluğu’nca vizelenmişti. Bu demekti ki; yurtdışına aceleyle, toptan sürülmüştük.

Zarftan çıkan iki bin Sterlin kadar seyahat parası da kafilenin ancak birkaç haftalık masrafını karşılayabilirdi. Trenden İsviçre’nin neresinde ineceğimizi de daha bilmiyorduk. Simplon Ekspresi, bu memleketin güneyinden geçtiği, bu bölge halkı da çoğunlukla Fransızca konuştuğu için Prens Faruk Territet’deki Büyük Alp Oteli’ne yoldan telgraf çekip, yer ayırtmamızı tavsiye etti.

Ankara, Osmanlı Hânedanı’nın ülkeyi on gün içinde terketmesini benimsediği hâlde, İstanbul Valisi Haydar Bey ve polis müdürü Sadeddin Bey, Halife’ye dört saat verdiler ve iç çamaşırlarını bile başkalarına toplattırarak, sınır dışına koydular !

Halife; TBMM’den çıkan karara inanmadı. Ankara’ya tekrar sorulmasını ısrar ettiğinde. Vali Haydar Bey ve Polis Müdürü, yalan söylemek zorunda kaldılar (!). Dolmabahçe Sarayı’nın etrafı kuşatılıp, içeri girildiğinde, telefon ve telgraf hatları kesilmişti. Dışarı ile, dolayısıyla Ankara’yla görüşme imkânı yoktu. Saray Telgrafhanesi’ne oturan Vali ve Polis müdürü, kendilerini TBMM Reisi yerine koyup, yeni bir telgraf kaleme aldılar ve bunu gerçekmiş gibi Halife’ye okudular.

…Halife ve yanındakilerin masraflarını karşılamak üzere 20 bin Sterlin verilmesi, TBMM’ce benimsenmişti. Bu para on taksitte ödenecekti. İlk taksit olan 2000 Sterlin, pasaportlarla birlikte büyük bir zarfa konulmuş ve İstanbul Valisi’ne teslim edilmişti. Halife, Çatalca’da trene bindirilince, paket de verildi. Tren Bulgaristan toprakları üzerinde yol alırken, tarihler 5 Mart 1924’ü gösteriyordu.

Zarf açıldı ve içinden pasaportlarla, para çıktı. Pasaportlar çıkış için vize edilmişti.

Geri kalan 18 bin Sterlin, dokuz taksitte ödenecekti; ama ödenmedi ! (6)

* * *

Bu noktada, bir "halk meclisi"nin sözünün ve kararının yerine gelmemiş olmasının ne anlama geldiğine ve nasıl olabildiğine, konumuz olmadığı için girmiyoruz.

 

www.canmehmet.com

Devam edecek...

- Fransızlardan daha fazla laik olmak nedir ?

Resim: Tarafımızca hazırlanmıştır.

Kaynaklar :

(1) Liberte Civile. Jules Simon. s.325.

(2) Mustafa Kemal Paşa'dan, Kamal Atatürk'e Gizli - Açık Planları ve Tutan - Tutmayan İnkılapları. Süleyman Kocabaş. İstanbul, 2013, s.101.

(3) Din ve Laiklik. Ord.Prof.Dr Ali Fuad Başgil.

(4) 26 Aralık 1949 tarihli The New York Times gazetesindeki ilgili kaynak bağlantısı : http://query.nytimes.com/mem/archive-free/pdf?res=9804E6DC1F3BE23BBC4E51DFB4678382659EDE&legacy=true

(5) Devlet ve Kimlik. Aytunç Altındal. s.94 , 1.Paragraf. (Nisan 2010, 1.Baskı).

(6) Son Halife Abdülmecid. O.Gazi Aşiroğlu. (Ocak 2011, İstanbul).

 

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..