Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mart '13

 
Kategori
Anılar
 

Derin anlamlı özlem...

Derin anlamlı özlem...
 

       

       

          "Mutluluk yaşanmaz, anımsanır."

                            Yıldız Kenter

"Topluluk içinde yaşayan bir insan için en büyük acı, anlaşılamamaktır."

         Prof. Dr. İsmail Hakkı Baltacıoğlu                                                                           

 Yazımızı, "geçmişin güzellikleri ve bugünün rezillikleri" sözcükleriyle başlıklamayı düşündümse de gördüğünüz başlığı koymak için karar kıldım. Aslında dünün kalitesi ile bugünün kalitesizliği çarpışmaktadır.

·Rektör Ağabeyim Prof. Dr. Poyraz Ülger’in gönderdiği, Prof. Dr. Saffet Solak’ın Anıları’ndan aktarılan “Işığı yanan evler başlıklı görülmesi ya da okunması gereken görüntülü metni aldım. Hoşuma gitti ve ilgimi çekti!

·Birkaç gün sonra meslektaşım Hasan Akar’ın Tokat Kümbet Dergisi’nin kapak görüntüsüyle Face’ye yüklediği Çoşkun Demirçelik’in “İşte bizim hikâyemiz” başlıklı serbest vezinli şiirini sindire sindire  okuyunca benzer  ve etkileyici duygular yaşadım!·

·Geçmiş, bir film şeridi örneği gözlerimin önünden ya da belleğimden aktı, aktı, aktı… Bu akıntıyı, beni anlayacaklarını sandığım okurlarımla paylaşmak istedim. Yazı, uzun olabilir. Ne ki herkes kendisinden bir şeyler bulacak ve okuduğunda beğenecek,  düşüncesindeyim.

·Kimi duygular anlatılmaz yaşanır ya  da okunur. Bu derin anlamlı özlem duygularına tercüman olmak, önemlidir. Yazı konumuz olan iki gönderiyi, okunmaya değer buluyorum. Siz de arkanıza yaslanıp okumak ister misiniz !?

                     ***

                                                                           Işığı yanan evler

       "Değerlerinize dikkat edin karakterinize dönüşür… Karakterinize dikkat edin kaderinize dönüşür."

                                                                      Prof. Dr. Saffet Solak

" Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya’ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim, bekârdım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi.

Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti.Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum.

Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak: "Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?" dedim. Hacıanne: "Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz." dedi.

Merak ettim, tekrar sordum: "Trenden sizin bir yakınınız mı inecek?” Hacıanne: "Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, "ışığı yanan bir ev“ bulsun diye bekliyoruz."

Konya Ovasında ya da bir başka yerinde Türkiyenin, trenden inen yabancılar için "Işığı yanan evle” yerinde hâlâ duruyor mudur? Yabancılar, yorgun bedenlerini yün yataklarda dinlendirmeye devam ediyorlar mı? Aç bir köpeğin önüne bir kap yemek bırakan kadınlar yaşıyorlar mı? Kuşlara yuva yapan mimarlar sahi şimdi neredeler?

Bu güzel insanlar, atlarına binip gitmişler. Bizler, atlarına binip giden güzel insanlara sahip bir medeniyetin yetimleriyiz. Çekip gidenlerin doldurulmamış boşluklarında savrulup duran yoksullarız.

Şâir öyle diyordu: " Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler." Şimdi bu güzel insanlar, neden ve nasıl atlarına binip gittiler? Onları ne yıldırdı da bir daha dönmemek üzere, sessiz sedasız gittiler? Ey güzel yurdumun güzel insanları! Neredesiniz? ”

***

İşte bizim hikâyemiz


50'li yıllarda Demokrat Parti'yle
Hayata gözlerini umutla açanlar.
Tahta beşiklerde ninnilerle uyuyup,
60 ihtilalinin ayak sesleriyle uyananlar.
Çocukluğunu bu kargaşayla geçirip,
68'de 18 yaşın heyecanıyla
68 kuşağının çilesini çekenler.
Bu hikâye sizin...

Bizim o yıllarda çocukluğumuz
Hep sıkıntılarla geçmedi.
Biz nedense ergenliğe geç girdik.
Çocukluğumuzu uzun yaşadık.
Bizim oyun alanlarımız çoktu.
Yemyeşil çayırlarda, bahçelerde
Evimiz kadar güvenli sokağımızda
Güven içinde oyunlar oynardık.

Biz küçük şeylerden mutlu olmasını iyi bilirdik.
Uzun kış gecelerinde içilen semaver çaylarıyla,
Samimi aile toplantılarının sıcaklığını hep hissettik.
O yıllarda komşuluk bağlarımız da çok güçlüydü.
''Bir maniniz yoksa akşam annemler size gelecek.''
Sözü bizi çok mutlu ederdi.

Karanlık günlerde önlüklerimiz karaydı ama
Karanlıkları aydınlatan beyaz yakalarımız gibi
Umutlarımız, mutlu günlerimiz de vardı.
Kitaplarımızı, defterlerimizi itinayla biz kaplardık.
Tahtadan, telden, ağaçtan oyuncaklar yapardık.
Yaratıcı, yetenekli, paylaşımcı çocuklardık.

Biz, yuvarlak, köşeli kurşun kalemlerimizle
Düz, eğik, süslü okunaklı yazılar yazardık.
Biz halk kütüphanelerine, halk evlerine giderdik.
Ne omuza asmalı deri, renkli çantalarımız
Ne 0,5 uçlarımız, ne kokulu silgilerimiz vardı.

Tahta sıralı, varil sobalı sınıflarımızda
Kara tahta başı heyecanlar yaşardık.
Nohutlu, fasulyeli matematik derslerimiz.
Cin Ali serisi okuma saatlerimiz
Andımız, 50.Yıl Marşımız, Cumhuriyet şiirlerimiz
Sapanla kuş avımız, derelerde yüzme yarışlarımız
Ömer Seyfettin, Dede Korkut Hikâyeleri
Kafdağı arkasına uzanan masallarımız.
Battalgazi, Köroğlu Destanları
Uzun kış gecelerinde uyuklayarak dinlediğimiz
Babaların, dedelerin askerlik anıları...

Amerikan yardımı süt tozundan hazırlanmış
Beslenme saatlerimizi unutmak mümkün mü?
Ya sabahları üzerine ''sana''yağı sürülmüş dilimlerle
Taze yumurtalı, pekmezli sabah kahvaltılarımız.
Tarhana çorbasının lezzetini nasıl unuturuz?
Pazar sabahları sıcak ekmek için kuyrukta bekleyişlerimiz
Buharı kokusuna karışmış pidelerden, somunlardan
Elimiz yana yana yediğimiz lokmalar…

Bizim Amerika'dan ithal hemen herkesin okuduğu
Teksas-Tommiks'imiz -Zagor'umuz da vardı.
Hayat, Ses Mecmuaları, Hürriyet’in Güngörmüşler'i
Radyoda Enosis-Makarios, Vietnam haberleri
Arkası Yarınlarımız, efektte Korkmaz Çakar Bizimkiler,
Kaynanalar, Radyo tiyatrolarımız
Erkan Yolaç'la ‘Evet-Hayır’ yarışmalarımız
Orhan Boran'ımızla Yuki'miz.
Hayatımızın bir parçasıydı.

Soğuk kış günlerinde, buzlu yollarda
Tahta okul çantalarımızı kızak yapar kayardık.
Bizim mahalle bakkalımız Haydar Amca'mız
Yolunu hasretle beklediğimiz postacımız
Bekçi Hasan’ımız, kasabımız, manavımız
Aile fertlerinden biri sayılırdı.
Mahalle bekçimizin düdüğünün sesini
Hepimiz çok uzaklardan tanırdık.

Lastik ayakkabıdan naylon ayakkabıya
Bez toplardan naylon toplara
Batarya pilli radyodan ağır, iri, sandukalı
Siyah-beyaz televizyona biz kavuştuk.
Gazocağından 'Aygaz'lı ocaklara biz geçtik.
'Vita'yağı tenekelerinden su kapları yapardık.

60'lı sıkıntılı yılların sonunda
Amerika Apollo 11'i Ay'a gönderirken
Bizim ilk yerli otomobilimiz ‘Anadol'umuz
Başarılı olamadığımız 'Devrim'arabamız
Arkasından ‘124 Hacı Murat'ımız.
O yıllarda bizim ne emniyet kemerimiz
Ne otomatik klimamız, CD çalarımız
Ne uzaktan kumandamız, ne oto alarmımız
Ne hava yastığımız, ne otoyollarımız vardı.

Bizim uzaktan kumandamız yoktu.
Çatılarda daha iyi görüntü için ölüm tehlikesiyle
Antenleri biz çevirirdik.
Gurundik, Şaplorenz asker bavulu televizyonlarda
Karlı, silik, bulanık görüntülerden oluşan
Yerli diziler bizi mutlu ederdi.

Sokaktaki Arnavut kaldırımlarındaki oyunlarımız
Gece muhabbetlerimiz, cambazlı-palyaçolu panayırlar
Topacımız, misketimiz, uçurtmamız, beş taş oyunumuz
Gizlice içtiğimiz, birinci, bafra, gelincik sigaraları.
Pamuk şeker, elma şekeri, kâğıt helvalı dondurmalarımız
Uzuneşek, birdirbir, saklambaç, körebe oyunlarımız.
Hayatımıza renk katan, anlam kazandıran bayramlarımız.
Biriktirdiğimiz bayram harçlıklarıyla gittiğimiz
Dönme dolap, atlıkarınca, çadır tiyatrosu.

İstop, dokuztaş, el üstünde kimin eli, mendil kapmaca
Gazoz kapağı, sigara kutusu, bilye, düğmelerle
Yaratılmış bir oyun dünyamız vardı.
Yakan top, seksek, ip atlama, çelik-çomak oyunları.
Okulda yerli malı haftalarımız
Evde tasarrufa teşvik edici kumbaralarımız
Ada'ya barışı götürmek için yaptığımız 'Kıbrıs Harekâtı'
Sokakta şeker, yağ, benzin kuyrukları…

Postahaneden yazdırmalı çevirmeli telefonlarımız
Pötükareli, kalın çizgili muşamba kaplı odalarımız
Odalarımızda kestane pişirdiğimiz kuzine sobalarımız
Mutfaklarımızda tel dolaplarımız
Duvarında günlük 'Saatli Marif Takvimi’miz
Samimi, sıcak sohbetlerle dolu aile toplantılarımız

At arabası, eşek arabası, süslü faytonlarımız
Ağustin, Magürüs, Ford marka
Bagajı üstünde şehirlerarası otobüslerimiz.

Futbol sahalarında Baba Hakkı’lı, Lefter’li, Metin Oktay'lı
Unutulmaz derbi maçları.
Sinemalarda John Wayne’lı, Clint Eastwort'lu
Unutulmaz kovboy filmlerimiz
Beyaz perdede Ayhan Işık, Belgin Doruk, Sadri Alışık
Kötü Adam Ahmet Tarık Tekçe
Göksel Arsoy, Filiz Akın, Fatma Girik, Yılmaz Güney.
Orhan Gencebay şarkıları, arabesk duygular
Zeki Müren, Erkin Koray, Berkand-Samanyolu
Barış Manço ile dünya turu
Aşk dolu, duygu dolu, hüzünlü şarkılar.

Sonra Dallas, Köle Izaura, Yalan Rüzgârı, A Takımı
Cosby Ailesi, Uzay Yolu, Tatlı Cadı, Küçük Ev
Amerika, Avrupa, Brezilya dizileri
Beatles, Rolling Stones, Boneym, Adamo
Amerika, Avrupa hayranlığı derken,
Hippiler, bitli turistler, ansızın girdi hayatımıza.
Benliğimizi yavaş yavaş kaybetmeye başladık.
Cola, adidas, bulujin, Rak, Rok, Pop merakıyla
Unutuverdik kendi müziğimizi, öz değerlerimizi
Halk oyunlarını, destanları, hikâyelerimizi…

80 ’ de 12 Eylül sabahı Hasan Mutlucan'la uyananlar
Tutuklananlar, gözaltına alınanlar
Akıl almaz işkencelere uğrayanlar
Bedenlerini, ruhlarını kaybedenler
Yeni idamlara, haksızlıklara şahit olanlar.
Gönülden yaralanıp gençliğini sürdürenler.
20 yılı aşkın süredir terörle birlikte yaşayanlar.
Bu öykü sizin...

Oysa ilk kolayı biz boykot ettik.
Ulusal değerlere biz sahip çıktık.
Güzelim İstanbul'da Amerikalıları Dolmabahçe'den
Biz denize döktük.
Tam bağımsızlık sevdalısı vatansever gençlerdik.
ÖSS 'yi bilmezdik ama gece en son 23.00 ’ de
Radyodan puanları dinler erken davranmak için
Sabahları bagajı üste otobüslerle yola çıkardık.
Eğitimin çilesini de biz çektik.
Ülkesini ölesiye seven de bizdik.

Erkeklerde İspanyol paça pantolonlar
Geniş gösterişli kravatlar, uzun saç ve favoriler
Siyasi görüşe uygun, yukarı-aşağı, kalın-ince bıyıklar
Deri uzun çizmeler, asker postalları, askeri renkler
Parkalar, kalın kemerler, palaskalar, kalpaklar
Arka cepte ince dişli taraklar, yuvarlak aynalar
Gömlek ceplerinde gelincik, bafra sigaraları

Kızlarımızda lüle lüle saçlar, allıklar, küpeler
''Her genç kızın rüyası Zetina dikiş makinası'' reklâmları
İnce belli mantolar, yüksek topuklu rugan ayakkabılar
Döpiyesler, jarseler, koyu kırmızı rujlar, kalın kemerler
Doğal güzellikler, tabii kokular, masumane bakışlar.
Kınalı eller, ah... ah o ince beller...

Biz anne-baba sözü de dinlerdik.
Çoğumuz görücü usulü ile evlendik.
Kim ne derse desin,
Hâlâ devam eden çok mutlu evlilikler kurduk.
Sevmesini de sevilmesini de iyi bilirdik.
Leyla'yı bilir, Mecnun’u anlardık.
Bizim ne unutulmaz aşklarımız vardı.
Mevsim mevsim yaşadık duygularımızı
Şarkılarda sever şarkılarda ayrılırdık.

Bizim mektuplarımız vardı renk renk kâğıtlara yazılmış
Kendi el yazımızla, gözyaşı dökülmüş,
Aşk mektupları, asker mektupları
Gül kokulu, duygu dolu, gözyaşlarıyla ıslanmış
İçinde bir tutam saç, bir küçük el izi, dudak izi
Taşıyan selamla başlayıp, selamla biten mektuplar...

Ah... Biz neydik ne değildik.
Romanlara konu hayatların sahibiydik.
Biz o yıllarda iyi ki vardık.
Bütün olumsuzluklara rağmen
Mutlu bir çocuk, sevdalı birer gençtik.
Biz 2000'li yıllarda yine varız.
Biz 60 ' larda çocuk, biz 70 ' lerde gençtik
Biz 80 ' lerde ihtilali, biz 90'larda ekonomik krizleri
Bir kez daha yaşayanlarız.


Şimdi teknolojik gelişmelerle dolu 21. asrı yaşıyoruz.
Kredi kartı, bilgisayar, internet, cep telefonu
Süper market, mp3 çalar, dizüstüler, plazmalar
Artık o kokulu, duygu dolu uzun mektuplar yok
Aşklar yok oldu, duygular kısaldı, sembol oldu
Gençlerin iletilerinde '' nbr '', '' by '','' slm '' kısaltmaları.
Cep telefonlarında kısa mesaj çılgınlıkları.

Nerede meyvesini elimizle topladığımız ağaçlar?
Korkusuzca oyunlar oynadığımız sokaklar...
Nerede o sözünün eri yağız delikanlılar?
Vefalı dostluklar, ölesiye arkadaşlıklar
Nerede utangaç al yanaklı kızlar?
Saflık, doğallık, bağlılık nerde?

Bu nedenle çocukluğumu özlüyorum.
El yapması oyuncaklarımı,
Uçurtmamı, yaralı dizimi, annemin ninnisini
Kâğıt helvayı, bakkalın sakızını
Bahçedeki kiraz ağacını özlüyorum.

Ya şimdiki çocuklar, çoğu internet başındalar
Fesfutlarda süper menülerle beslenerek
Bilmem hangi yabancı müziği indirip dinliyorlar
Cep telefonlarına, bilgisayarlarına sarılmış
Çoğu kilolu, renkleri uçuk, dişleri bozuk
Teknoloji çağını yaşıyorlar.

Artık 20. asır gerilerde kaldı.
Çocuktuk genç olduk, baba olduk, dede olduk.
Ne badireler atlattık, yıkılmadık ayakta kaldık.
Artık yaşadığımız kadar yaşayamayacağımızı,
Bir bu kadar daha ömrümüzün olmadığını biliyoruz.
Olsun iyi ki o yılları gördük, o hayatları yaşadık.

Pişmanlık mı, asla!
Sadece o güzel, doludizgin unutulmaz yılları
Özlüyoruz...
Verseler aynı hayatları yeni baştan
Büyük bir keyifle yaşamak isteriz.
İşte bizim hikâyemiz...
Yarım asrı biz böyle yaşadık.

 

Coşkun Demirçelik

 

*

 

 

 

 
Toplam blog
: 782
: 1295
Kayıt tarihi
: 18.08.08
 
 

Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu'nu, İzmir Buca Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü, İstanbul Çapa M..