Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '18

 
Kategori
Güncel
 

Gerçekten Neler Oluyor ki?

Gerçekten Neler Oluyor ki?
 

İnsanın, insan olduktan sonra soyunun ne önemi var? Ancak öbür taraftan; “asıl azmaz bal kokmaz, kokarsa yağ kokar aslı ayrandır” der bir deyişçe…
 
Devletlerde her tür insan ve insanlar yaşayabilir; bunun sonu veya sonucu insanları sınıflandırarak ayrıştırmak güzel bir şey olmasa da, aslında amacı hile olanların aslan avına çıkarken aslan postu giymeleri olağandır. Öbür taraftan bir garip köylü, bir garip günümüz şehirlisi özellikle soya en büyük etki eden kadın savunmasız bir canlıdır. Kime karşı bizlere, biz erkeklere karşı. Her erkek tenhada sıkıştırdığı bir kadından bir çocuk peydahlayabilir. Hele ki yaşamına dair araçlar elinden zorla alınmış toplumlarda bu çok daha kolaylıkla olabilir. Düşünün ki Suudi Arabistan gibi bir Müslüman ülkede kadınlar tek başlarına dışarı çıkamazlar, annesi babası olmayan ve de erkek kardeşi vasisi olmayan bir kadın bırakın işe gitmeyi erkek olmadan araba kullanmayı düşünemez; hele ki arabada yolculuk esnasında ise; bu durumda ise emniyet kemeri kadınsal hatlarını ortaya çıkardığı için emniyet kemeri takmaları tartışılır durumdayken dahi bu kadar kapalı bir toplumda genç kadınların yurtdışına gidip bekâretlerini tamir ettirme amaçlı turlar düzenlediklerini Dr. Quanta Ahmed adlı Pakistan asıllı İngiliz vatandaşının Görünmez Kadınlar Ülkesinde isimli eserden öğreniyoruz.
 
Devletler savaşa tutuşur ve yenilen ülkenin öncelikle erkekleri savaş meydanlarında telef olurken, kadınları da ne yazık ki düşman askerlerine hediye olur. Yenilen ülkelerin kaderi tarih boyunca değişmemiştir. Bu bir savaş kuralıdır. Irak ve Suriye’de tecavüze uğrayan kadınların sayısı hakkında ortaya inanılmaz rakamlar ortaya atılmaktadır ki; malum bir kadın tecavüze uğrayınca da bebek dünyaya getirebilir. Bundan dört asır önce kimin sülalesinde böyle bir tecavüz olduğunu kim bilebilir ki? Kısacası doğan doğduğu sebep ve sonuçtan ötürü mahkûm edilmez, edilmemelidir. Zira kimse annesinin tecavüz sonucu kendisine hamile kalıp da dünyaya getirmesi gerçeğini değiştirebilecek güce sahip değildir…
 
Öte yandan soy da önemli bir ayrıntıdır. O soy birtakım karakteristik özellikler taşır ki; tıbbi olarak bazı hastalıkların soydan soya aktarıldığı bilinen bir gerçektir. Bir görev için detaylı araştırma yapılan kişilere sülalesindeki akıl hastalıklarının hekimlerce sorulması beyhude değildir.
 
Anadolu ve bölgemiz kritik bir bölge ve söz konusu bölge yüzyıllarca imparatorluklara yuva olmuş bir bölgedir. Geçiş döneminde bulunduğumuz son iki yüz yıllık süreç belki de tarih boyunca bölgede dünyaya kıyasla yaşayan en zayıf devletleri barındırmakta olduğunun tarih bilgisine sahip birçok kişi farkında olmalıdır.
 
Bu kadar uzunca bir giriş oldu hala konuyu toparlayamadığımın farkındayım ki; kanaatimce bölgedeki sorunların temeli yüzyıllarca kaybedilmiş bilim ve dini bir takım sıkıntıların söz konusu duruma vesile olduğu veya olacağıdır. Öte yandan dünyanın hemen her tarafında da sıkıntılar vardır ve dünya aslında cehalet anlamında belki de Ortaçağ karanlığında yaşıyor dahi olabilir. Şöyle ki; yüzlerce yanlışın arasına serpiştirilen birkaç doğru ve Hansel ve Gratel misali gerçek medeniyet izleri gerçekten yok edildi ve bazılarınca sadece o yollar biliniyorsa insanlığın durumu Ortaçağdan daha karanlık olabilir iddiası gülünç bir iddia değildir. Bölgede yaşayan ve kendini Türk olarak adlandıranların ise Müslüman olmak, Müslüman iseler bu defa da Sünni ve Alevi olmak haricinde son zamanlarda artık tamamen her şeyden kendini soyutlayanların yaptığı gibi hiçbir şey olmak gibi seçenekleri mevcuttur. Diğer taraftan katı Atatürkçü, İslamcı gibi sıfatlar alanlar da mevzu söz konusu zamanlarda yaşanan çelişkili durumları tartışmaya, sormaya sorgulamaya başlamaları halinde bulundukları meclislerden dışlanmamaları ise mümkün değildir. Atatürk zamanını eleştiren biri irticacı olabilirken, mevcut İslam’ı eleştiren başka birisi ateist, Osmanlı’yı eleştiren soysuz, devletin yapısını eleştiren anarşist, vatanseverliği savunan faşist, faşist olmayan komünist,  gibi çok çeşitli yaftaların kişilerin yakasına yapışması ve ileride ise önüne konulması sürpriz değildir. Zaman zaman idareyi ele alanların söz konusu gruplardan bir veya bir kaçının sözde savunucularının koalisyonu ile bir yol tutturdukları ama aslında gerçekte etkin düşünce akımının her zaman yerinde taş gibi durduğu ve papyon takan kravat takanla, cüppe ve şalvar giyen kişilerin aynı kişiler olduğuna dair düşünen her kişide ciddi deliller ortaya çıkabileceği görülebilir.
 
Aslan avına çıkan uyanık bir avcının öncelikle bir aslan postu bulması gerekir ki aslanı kolayca tuzağına düşürsün. Aslanı aslan postu giyerek avlamak ona yaklaşmak için etkili bir yol olabilir ama bilenler bilir ki bir köpek bir insana göre elli kat daha büyük koku bezesine sahip olduğundan öyle hayvanlar dünyasında post giyerek aslan kandırmak mümkün bir şey olmadığını bilmediğimden değil, sadece durum daha anlaşılır olsun diye yazılmış bir iddiadır ki; aslan aslında aslan postuna giren bir insan tarafından avlanmaya kalkışılsa muhtemelen avcının, aslanın bir öğün yemeği olacağı şüphe götürmez bir gerçektir. Aslan postuna giren insan ancak insanı kısa süreli korkutabilir ki; korkutma da aslında en büyük yönetim aracıdır. Korkutma ile ilgili köpeğe vurmak çözüm değil, gözünü korkutmak gerek diye bir söz vardır ki, insanların da korkuları ile yönetildiği, daha fazla alışveriş yaptıkları, korkuları yüzünden daha çok harcama yaptıkları, ellerindekileri bağışladıkları dilencilerin bile bildiği en hakiki gerçektir. Sahi ateist bir toplumda dilenci acaba ne diye dilenirdi hiç düşündünüz mü? Dilencilerin toplumda kullandığı klişe sözlerin daha önceden topluma verilen düşünce, inanç biçimleriyle paralel olduğu aşikârdır, o halde insan elindeki avucundakini korkarsa, umut ederse, beklenti duyarsa veya zorlanırsa pekâlâ verebilir. Aksi halde kardeş kardeşin gözünü bir avuç dünya malı için çıkarırken, başka birilerine bağışlamaları belli altyapısı olan inanç, düşünce, korku altyapılarının oluşturulması sebebiyledir. Polisten veya askerden korkutulan bir toplumun polis telsizini duyunca telefona koşması, Allah’tan ve Cennet ve Cehennem ile korkutulan bir insanın tüm mal varlığını bir takım dini cemaatlere veya tarikatlara vakfetmesi altyapısı olan bir düşünce sebebiyledir.
 
Bizler şanssız bir toplum olmak veya şanslı olmak arasında gidip gelen bir toplumun mensupları olarak; öncelikle dinimiz İslam ve inancımız eski Arapça olan Kuran-ı doğru dürüst anlamamak, ezberi inanışlar yapmakla hayatını geçiren kimseleriz ki aslında tüm dünyada anne, baba ve çevrenin etkisi altındaki düşünsel dönüşüm nasıl yaşanıyorsa bizler de öylesine yaşıyor gidiyoruz. Bu satırları okuyup da Türkiye’de doğanların sınırın öbür tarafında Ermenistan, Gürcistan, Yunanistan veya Bulgaristan’da kendi milletlerinin mensupları olarak doğmaları neticesinde nasıl ki Müslüman olmaları mümkün değil ve bu arada söz konusu ülkeler malum, Ortodoks Hıristiyanlığın yaygın olduğu ülkelerdir; onlar nasıl bulundukları durum itibariyle edindikleri din ve milliyetten gurur duyuyor ve düşüncelerinden veya inanışlarından şüphe etmiyorlarsa bizler de etmiyoruz. Neden edelim ki?  Ya da onlar neden düşüncelerinden, dinlerinden dolayı şüphe etsinler ki?
 
Türkiye’deki aklı-selim ve okur hemen herkes, Suudi Arabistan’da ve tüm Arap yarımadasında onlarca yıllık çalışma ile şekillendirildiğini bilebilecek ya da bizim bakış açımızla bilebilecek durumdadır. Yine hemen herkes bilir ki; silahı olmayan herhangi bir teknoloji üretmeyen bir toplumun kendi kendini yönetmesi mümkün değildir. Düşmanca satılmış silahlar aynı düşmana patlatılmak üzere kullanılamaz değil mi? O halde bizler Arap toplumlarının büyük açmazlarını yakinen görebiliriz; dışarıdan bakınca değerlendirmek daha da kolay olur. Aynı şekilde; muhtemelen onlar da bizim ülkemizle ilgili birçok yargıya sahip olmalılar ki; gazeteci suikastından sonra yapılan boykotlardan sonra Suudi Arabistan’da satılan Türk mallarının satışı %30 azalma göstermiş. Çünkü biz ülke olarak onların ülkemiz topraklarında gelip de cinayet işlemelerini dünyaya duyurmuşuz. Mahkemelerin mahkûm etmediği bir insanı öldürmenin İslam ve Müslümanlıkla bağdaşır bir iş olmadığı halde kendi ulusunun prenslerinin verdiği kararı desteklemeleri halkın hakkın pek de yanında yer almadığı, dahası İslami kuralları hiçe saydıklarını göstermesi bakımından ilginç bir tezat oluştursa da nasıl ki daha henüz yeni doğan bir şehzadenin boğularak öldürülmesi gibi bir olayı ki daha akıllıca bir yöntem bulunmalıydı bizler de savunmuş veya buraya yazıldıktan sonra en azından ya işte aslında şöyleydi şeklinde ortaya tezler atılabilir yine aynı şekilde boğazlanan bir sabi açısından durum hakkında bir bakış açısı ortaya atmak son derece zor hatta anlamsız kalır çünkü seyirciler için boğa güreşinde matadorun ölmesi veya boğanın ölmesi çok kısa süreli bir şoka sebep olsa da iki kadehle yerini başka dünya zevklerinin tadına bırakır…
 
Misal 1
 
Akşemseddîn müderrislik görevini bırakarak, Ankara’ya geldi. Rastladığı bir kimseye Hacı Bayram Veli’yi nerede bulabileceğini sordu. O da karşı sokakta yanında iki talebesiyle gezen bir zatı göstererek;
 
“İşte şu gördüğün, dükkân dükkân gezerek para toplayan kişi Hacı Bayram’dır.” dedi.
 
Akşemseddin’in yüzü buruştu, kalbi sıkıntıyla doldu. Demek meşhur veli Hacı Bayram, dükkân dükkân para topluyor, buralara kadar kendimi boşuna yormuşum diyerek oradan uzaklaştı ve meşhur veli Şeyh Zeynüddîn-i Hâfî hazretlerine talebe olmak gayesiyle Halep’e doğru yola çıktı. Günlerce yol alan Akşemseddîn, Halep’e bir konak mesafeye geldiğinde bir hana indi. Sabah, elleri yüzünde korku, şaşkınlık ve dehşet içerisinde uyandı. Hâlâ gördüğü rüyanın etkisi altındaydı. Sabah namazını eda eden Akşemseddîn, Halep yerine, tekrar geri Ankara istikametine döndü. Oysa Halep’e bir saatlik yol kalmıştı. Onu geri döndüren, Akşemseddîn hazretleri ile ilgili bir rüya idi ve hep bu düşün tesiri ile yürüyordu.
 
Rüyasında boynuna takılan bir zincir, Hacı Bayram’ın elindeydi. Akşemseddîn, Halep’e gitmek istedikçe, Hacı Bayram zinciri çekiyordu. Tam boğulmak üzere iken uyanmıştı. Rüya, tabiri gerektirmeyecek kadar açıktı. Akşemseddîn hızla Hacı Bayram’a gelirken; “Ne yaptım ben” diyerek kendi kendine söyleniyordu. Ankara’ya gelip, Hacı Bayram-ı Veli’nin dergâhına ulaşınca, onun talebeleriyle tarlada çalıştığını öğrendi. Hemen oraya koştu fakat Hacı Bayram hiç iltifat etmedi. Akşemseddîn, diğer talebeler gibi tarlada çalıştı. Yemek vakti gelince, Akşemseddîn’in yüzüne bakmadı. Hacı Bayram, hazırlanan yemeği talebelerine taksim etti, artığını da köpeklerin çanağına döktürdü. Akşemseddîn, bir onlara bir de kendine bakarak, nefsine; “Sen buna lâyıksın!” diyerek, köpeklerin önüne konan yemekten yemeye başladı. Hacı Bayram-ı Veli, onun bu tevazuuna dayanamayarak; “Köse, kalbimize girdin, gel yanıma!” diyerek gönlünü alıp sofrasına oturttu. Sonra;
 
“Zincirle, zorla gelen misafiri böyle ağırlarlar.” dedi. Akşemseddîn buna çok sevindi ve kendini onun irfan meclisine verdi.
 
Sırasıyla yan yana duran on adet su bardağından sadece birincisi doludur. Birinci bardaktaki su ikinciye, ikincideki üçüncüye sırasıyla en sonuncuya geldiğinde son bardaktaki suda gözle görünür bir azalma olmayabilir. Ancak yine de diğer dokuz bardak yaştır ve dikkatle bakıldığından diplerinde birkaç damla su dahi kalmış olabilir…
 
Bilgi de böyledir, her bilgi kusursuz iletilemez, buna bazen güvercinler mani olur bazen de telefon hatları, onlarda hata olmazsa kulağın duyduğu her sesin anlamlı bilgiye çevrilmesi kulağın, beynin, organların ve niyetin hassasiyeti ölçüsünde artabilir. Tartıyı tartan tartıyı bile tartarlar…
 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..