Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Haziran '11

 
Kategori
Siyaset
 

İlk kez oy kullanacak gençlere "Açık Mektup" (Herkes okuyabilir)

İlk kez oy kullanacak gençlere "Açık Mektup" (Herkes okuyabilir)
 

Biliyorsunuz biz bir Şark ülkesiyiz. Babaerkil bir aile yapısına sahibiz. Geleneklerimiz göreneklerimiz erkek egemen... Sadece kadınlar değil, çocuklar da ezik oluyor ve ezik yetişiyor bu toplumlarda… “Sus, otur yerine, sen çocuksun, anlamazsın” azarını işitmeyen kaç kişi vardır aramızda?..

Bu coğrafyanın baskıcı kuralları yetmezmiş gibi, bir de “din”i dikmişler tepemize, Demokles’in kılıcı gibi… Hem de insana sadece “insan” muamelesi yapılmasını isteyen, onları kadın, erkek, cocuk diye sınıflandırmayan, zengin fakir ayırt etmeyen, asaleti ve üstünlüğü sadece Allah’a iyi kul olmakta arayan İslâm dinini…

İşlerine gelmiş belli ki babaların, bir de çocuklarla uğraşmamak, onların istekleriyle zaman, para, emek harcamamak… Kâh yoksulluktan, kâh tembellikten, kâh bencillikten…

Çocuk, yaşı küçük bir insan demek sadece. Gençse cıvıl cıvıl, tam bir arayış içinde… Tecrübesiz belki ama cesur, bilgisiz belki ama öğrenmeye meraklı… Oysa öğrenmemiz gereken pek çok şeyi zamanında ve düzgün olarak ne ailemizden öğrenebiliyoruz, ne de okuldan…

Arkadaşlarımız, çevremiz, ağabeylerimiz(!), ablalarımız(!) bize yardımcı olup bilmediğimiz pek çok şey öğretiyorlar sonradan…Karşı cinsle ilgileri sırlar da buna dahil…

Hele siyaset… Evde konuşulmaz bile bizde böyle şeyler… Erkekler kahvelerde konuşur belki.. Gelip evde annelerimize anlatmazlar. Hele bizim yanımızda hiç konuşmazlar. Sanki hiç duymayacakmışız, bu boşluğumuzu doldurmaya çalışanlara hiç rastlamayacakmışız gibi…

Anadolu’nun pek çok yerleşim bölgesi bu tarife uygun bir hayat tarzı yaşar… Aileler kendilerince itaatkâr, söz dinleyen, her şeye karışmayan, siyasete bulaşmayan, eline kız ya da erkek eli değmemiş tertemiz bir çocuk yetiştirdikleri için gururludurlar…

Üniversite için büyük şehirlere gönderilen çocuklarının kendilerini kurtardıklarından eminlerdir artık. Tam istedikleri gibi bir evlât yetiştirmişler ve falancaların İstanbul’da yoldan çıkmış haylaz çocukları gibi olmayacak muhafazakâr, bir veliaht bırakmışlardır geriye…

Ama Anadolu’dan gelen bu körpe yavruların oluşturduğu Üniversite gençliği, nedense hep muhaliftir, isyankârdır, çağdaştır, özgürlükçüdür, solcudur, hatta gelenek, görenek ve din gibi bağnazlıklara da karşıdır.

Nerde bir yürüyüş var, nerde bir protesto gösterisi yapılıyor, gençler ordadır. Seçim zamanı eğer oy kullanmak gerekiyorsa gençler “muhalefet” haklarını kullanırlar ve iktidara oy vermezler. Serde her şeye karşı çıkmak var ya…

*****

İlk yapılan her şey insana heyecan verir. İlk oy kullanmanın da belli bir heyecanı olduğunda şüphe yoktur.

Bilmiyorum başka dillerde karşılığı var mı ama, bizde çocukluk çağından çıkmış gençlere “delikanlı” derler. Aynı zamanda, sözünün eri, dürüst, namuslu kimse anlamına da gelir. Bu manasıyla “delikanlı kız” tabiri bile kullanılır.

Aslında kelimenin aslını oluşturan “deli ve kan” sözcükleri gencin ruh durumunu öyle güzel anlatıyor ki…

Gençler birçok şeyi büyüklerden iyi bilirler, bilmeseler bile bildiklerini zannederler. Büyükler de pek çok şeyi gençlerden iyi bilirler ya da bildiklerini zannederler. Bu açıdan aralarında pek fark yoktur. Tek fark büyüklerin “tecrübeli olduğu” diyeceğimi zannediyorsunuz değil mi?

Tecrübe, yaşlı olmak değildir, bir işi uzun yıllar yapmak da değildir. Sanırım tecrübe, yaşananlardan ders almak demektir. İşte bu noktada yaşlıların gençlerden üstün bir tarafı var. Onların hepsi gençliklerini yaşadı, hepsi o yollardan geçti… Ama gençler…

Her genç yukarıda tarif edilen şekilde olmadığı gibi her yaşlı da gençleri anlayacak deneyimde olmayabilir. Ben de çok iyi anladığımı iddia edemem. Ama bildiğim bir şey varsa, insan genç de olsa yaşlı da olsa birilerinden emir almak istemez. Hele bir şey bilmiyormuş gibi sürekli kendisine telkinde bulunulmasından hiç hoşlanmaz.

*****

Genç arkadaşlar,

Hiç annenize, babanıza, ailenize, öğretmeninize, hocanıza, bir büyüğünüze ettiğiniz bir isyanı hatırlıyor musunuz? Sonra ne hissetmiştiniz ve isyan ettiğiniz kimseler size nasıl davranmıştı, onlar sizin için ne hissetmişlerdi?

Üzülmüşlerdi sadece, üzülmüşlerdi…

Zaten sizin de amacınız onları üzmek değil miydi?

Üzdünüz… Bir nevi intikam aldınız onlardan… Bilinç altında birikmiş bastırılmış duygularınız için… Söylemek isteyip de söyleyemediğiniz, yapmak isteyip de yapamadığınız her şey için…

Biliyorsunuz 12 Haziran’da ülkemizde bir seçim var. Önümüzdeki 4 yıl için ülkemizi yönetmek üzere bir partiye vekalet vereceğiz. Sandık başına gittiğiniz zaman 15 partinin yer aldığı çarşaf gibi bir liste verecekler size.. Bunlardan birini seçin diyecekler…

Siz belki de sadece adını, renklerini, amblemini, liderini görüşlerini beğendiğiniz herhangi bir partiye oyunuzu vereceksiniz, verebilirsiniz. Nasıl olsa ortaya çıkacak sonuç sizi ilgilendirmiyor ki.

O parti barajı aşar mıymış, iktidara gelir miymiş, gelse ne yaparmış, Türkiye için ne gibi hedefleri varmış, bunları gerçekleştirecek kadrosu var mıymış, bunların da hiçbir önemi yok tabi sizin için…

Muhalefet partilerinden biri olsun yeter. Niye iktidardaki bir partiye oy vereceksiniz ki? İktidar demek güç demek. Siz güçlünün değil zayıfın yanında yer alın, mağdurlara yardımcı olun yeter…

*****

2001 yılında tam anlamıyla kriz gibi bir kriz yaşadı Türkiye. O zaman dünyada, etrafımızda hiçbir şey yok. Bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Cumhurbaşkanımız başbakana Anayasa kitapçığını fırlattı sadece ve biz krize tutulduk

Yaşadıklarımız inanılır gibi değildi. 21 Şubat 2001’de yaşanan bu feci olay, her vatandaşın sırtına 600 dolar ek yük bindirdi.. Gecelik faiz % 7500’e çıktı. İşsizlik piyasayı bunalttı, pek çok iş yeri kapandı.

Geçtiğimiz yıllarda dünyayı sarsan büyük kriz ise, başbakanın tabiriyle Türkiye’yi teğet geçti ama bununla ne kadar alay edildi biliyorsunuz. Belki siz de alay etmiştiniz. Ama bir de gerçekler var. Bilmemiz gereken gerçekler...

O kriz sonrasında Başbakan Ecevit’in % 22,18’le bir önceki seçimde birinci olan partisi DSP, 2002’de % 1,21’lik oy oranıyla ancak dokuzuncu parti oldu. Koalisyonu teşkil eden partilerin hiç biri parlamentoya giremedi.

Bunları siz maalesef hatırlamazsınız. Çünkü o zaman henüz 10-13 yaşlarındaydınız. Siz aklınızın erdiği günden beri bu hükümet döneminde rahat bir hayat yaşıyorsunuz. Yeni liderler görmek istiyorsunuz belki, yeni partiler tanımak istiyorsunuz. Haklısınız da... Vaktiyle biz de bıkmıştık bir takım siyasetçilerden. Ama onlar yarım asır kaldılar bizim hayatımızda...

Bizim kuşak dokuz değil otuz yıl aynı siyasetçilerin kahrını çekti. Babanızın doğduğu yıllarda siyaset yapanlar, hâlâ ülkenin gidişatına yön vermek için, daha doğrusu her şeyi kendi istedikleri gibi yapabilmek için burunlarını her yere sokup duruyorlar.

Siyasetten kısa vadeli beklentiler hep ekonomiktir. Seçimde ilk kez oy verecek genç bir vatandaş olarak ilgiyle izlemeseniz de kulağınıza herhalde çalınmıştır, partiler işçiye, işsize, emekliye, kimi nakit, kimi kredi kartı gibi bir şeyler vadediyorlar, görüyorsunuz.

Son dokuz yıldır iktidarda olan parti ise “İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün” sloganıyla sesleniyor seçmenlerine... Düpedüz adamlar iktidardan gitmemek için bunu söylüyorlar diye düşünmüş bile olabilirsiniz.

Ama biz ortalama ömrü 1 yıl civarında olan koalisyon hükümetlerinden çok çektik. İstikrara gerçekten hem hasretiz hem muhtacız. Bu konularda öyle zırt pırt değişiklik pek iyi olmuyor. Ülke bundan çok zarar görüyor. Bugünün zararlı işlemleri, yıllar sonra sizin karşınıza bir bir çıkacak eminim.

Bugünden bunu anlamanız zor biliyorum, ama yine de söylemek zorundayım.

*****

Şimdi size dünyanın 16. büyük ekonomisine sahip olan Türkiye, zamanında 70 sente muhtaçtı desem inanmazsınız ki, alay etiğimi sanırınız.

Kişi başına 10 bin dolar olan milli gelir dokuz sene önce 3492 dolardı desem,

Bugün % 6,5 civarında seyreden enflasyon dokuz sene önce % 30’du, geçmiş yıllarda yüzde yüzü aşan enflasyonlarla yaşadık biz desem,

Bugün 114 milyar dolar olan ihracat dokuz yıl önce 36 milyar dolardı desem,

Bugün devletin TL cinsinden % 7 civarında olan borçlanma faizi dokuz yıl önce % 62.7’ydi desem,

Bugün güçlü bir şekilde ayakta duran ve kâr eden bankalar dokuz yıl önce borç batağı içindeydi, birçok banka sapır sapır dökülüp batıyordu desem,

Bugün telefonla randevu alınıp gidilen hastanelerde muayene olabilmek için dokuz yıl önce kuyruğa giriliyordu, bunun için de akşamdan gidip sokaklarda yatmak zorunda kalınıyordu desem,

Bugün fiyatları düşürülen ve standartlaştırıln ilaçlara dokuz yıl önce her gün zam gelirdi, eczacılar etiket yapıştırmaktan çalışmaya vakit bulamazlardı, her eczaneden ilaç alınamaz, bazı ilaçlar da eczanede bulanamazdı desem,

Okullarda 70-80 kişilik sınıflarda ders yapmak zorunda kalınırdı, bunun için dokuz yılda 160 bin derslik yapıldı, bilgisayar sınıfları açıldı, okullara internet bağlandı desem,

Her yıl veliler kitap kuyruklarında neredeyse bir ay zaman kaybederken şimdi okulun açıldığı gün kitaplar sıraların üzerinde öğrencileri bekliyor, hem de bedava veriliyor desem,

Büyük şehirlere kümelenmiş üniversitelerin sayısı dokuz yılda iki kat artırılarak her ilde bir üniversite açıldı desem,

Üniversite öğrencilerinin bursları 45 liradan 240 liraya çıkarılırken isteyen her öğrenciye burs imkânı sağlandı desem,

Kimsesizlere, muhtaçlara, yoksullara, sakatlara her türlü devlet yardımı sağlandı, 100 lira taksitle peşinatsız ev sahibi yapıldı desem,

Her gün trafik kazalarında kaybettiğimiz onlarca canı kurtarmak için 80 yılda yapılan yolların iki buçuk kadar duble yol dokuz yılda yapıldı desem,

Hızlı trenle zaman tasarrufu yapılıp Ankara Eskişehir, Ankara Konya arası daha da kısaldı, sırada başka hızlı tren hatları da var desem,

Uçağa binmek sadece belli hatlarda sefer yapan zenginlere mahsusken bugün 46 havaalanına inen ve neredeyse otobüs fiyatına yolcu taşıyan uçak seferleri kondu desem,

Gecekondular yıkılıp sakinleri modern binalara yerleştirildi, buralara dokuz yılda 100 bin nüfuslu 18 yeni şehir anlamına gelen 490 bin konut yapıldı desem,

Bütün komşularımızla problemli bir ülke iken sıfır problem anlayışıyla Türkiye herkesle diyalog kurabilen bir ülke haline geldi, birçok ülkeyle vize problemi kaldırıldı desem,

Geçen dokuz yıl zarfında DGM’ler kaldırıldı, Olağanüstü hal kaldırıldı, İşkenceye son verildi,12 Eylül Anayasasında pek çok değişiklikler yapıldı, insan hakları seviyesi yükseltildi desem,

Kendi silahını, kendi uydusunu, kendi savaş gemisini, kendi helikopterini üreten bir ülke olduk desem,

Dokuz yılda turizm gelirleri ikiye katlandı, turizm kapasitemiz arttı, 56 yeni kültür merkezi, 35 yeni tiyatro sahnesi, TRT’de sesimizi dünyaya duyuran yeni kanallar açıldı desem,

Türkiye’nin her iline doğal gaz götürüldü, hava kirliliği azaltıldı, petrol sondajları 3 misline çıktı, maden ihracatımız arttı desem,

Genel sağlık sigortası başlatıldı, SSK, BağKur ve Emekli sandığı tek çatı altında birleştirildi, sağlık karnesi kaldırıldı, kimlik numarasıyla herkese her yerde hizmet imkânı getirildi desem,

Ülkemizde Üniversite yaz ve kış oyunları, Formula-1, Basketbol şampiyonası, Bisiklet şampiyonası gibi uluslarararsı organizasyonlar yapıldı desem,

Suyu, yolu olmayan köy kalmadı, yerel yönetimler daha da güçlendirildi desem;

Bilmiyorum ki sizin için bir şey ifade eder mi?

*****

Son bir şey daha..

Döviz fiyatlarıyla ilgileniyor musunuz? Mesela bugün 1 dolar kaç kuruş? Ben söyliyeyim, 157 kuruş...

Bundan dokuz sene önce, yani bu hükümetin seçimleri kazandığı 2002 yılının Kasım ayında 1 dolar 1 milyon 678 bin liraydı biliyor musunuz?

Önce şu rakamları bir düzene sokalım, daha sade anlaşılır hale getirelim değil mi? Bu hükümet işte bunun için önce paradan 6 sıfır attı... O kadar kalabalık sıfırın hiçbir değeri yoktu çünkü.

Şimdi 2002 yılındaki doların fiyatını bugüne uyarlarsak 167 kuruştu diyebiliriz. Diyeceksiniz ki ne var bunda, dokuz yılda 10 kuruş düşmüş.

İşin püf noktası burada zaten... Dokuz yılda doların 10 kuruş düşmesi sizin için bir şey ifade etmez. Çünkü sizin aklınızın erdiği günden beri zaten dolar fiyatı buralarda seyrediyor.

Ama eskiden öyle miydi ya... Her sabah insanlar dolar bugün kaç para diye fırlardı yataklarından. 3 kuruşunu dövize yatıranlar, dolar arttıkça kâr ettiklerini sanırlarken, enflasyon canavarının cebimizden alıp götürdüklerinden haberleri bile olmazdı.

Sizin doğduğunuz yıllara denk düşen 1990’dan 2002’ye kadar doların seyrini bilikte izleyelim mi?

Kasım ayı itibariyle

1990 yılında 1 doların fiyatı 2.780 lira

1991 yılında 1 doların fiyatı 4.960 lira

1992 yılında 1 doların fiyatı 7.915 lira

1993 yılında 1 doların fiyatı 13.300 lira

1994 yılında 1 doların fiyatı 35.650 lira

1995 yılında 1 doların fiyatı 51.100 lira

1996 yılında 1 doların fiyatı 95.450 lira

1997 yılında 1 doların fiyatı 182.500 lira

1998 yılında 1 doların fiyatı 285.400 lira

1999 yılında 1 doların fiyatı 481.000 lira

2000 yılında 1 doların fiyatı 683.000 lira

2001 yılında 1 doların fiyatı 1.585.000 lira ve

2002 yılında 1 doların fiyatı 1.678.000 liraydı.

bilmiyorum size bir şeyler anlatabiliyor muyum?

*****

Neyse en iyisi ben nutuk çekmekten vazgeçeyim. Siz de sandığa gidin, kafanıza göre takılın, istediğiniz partiye oyunuzu verin.

Oy verdiğiniz parti iktidara gelirse, zaten benim size söyleyeceğim bir şey yok... En kısa zamanda siz “kendim ettim kendim buldum” şarkısını söylemeye başlayacaksınız...

Oy vermediğiniz parti kazanırsa, sakın yaptıklarına kızmayın, hesap da sormayın. Öyle ya siz ona oy vermediniz ki, ne hakkınız var tenkit etmeye?

Hele eften püften bir partiye aklınızca “Tepki” olsun diye verdiyseniz oyunuzu, ona acırım işte.. Yazık olur gerçekten size de, oyunuza da... Çünkü boşa gider, hiçbir işe yaramaz. İlk atışta karavana...

Ananıza babanıza ilk isyan ettiğinizde onlar üzülmüşlerdir, ağlamışlardır demiştim size... Siyasete isyan ettiğiniz zaman sizi bu yola sevkedenler ağlamazlar, sinsi sinsi bıyık altından gülerler sadece...

Karar sizin, istediğinizi güldürün, istediğinizi ağlatın...

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..