Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Şubat '15

 
Kategori
Okullar
 

Öğretmenler odası

Öğretmenler odası
 

Altı buçuk yıllık öğretmenlik hayatımda (5 yılı özel, 1,5 yılı devlet olmak üzere) toplam 5 ayrı "öğretmenler odası"nda vakit geçirdim. Hiçbiri birbirine benzemiyordu elbet. Her birinin havası başka, her birinin ortamı birbirinden tamamen farklıydı. 

Kronolojik sırayla gidecek olursam (ama tersten) şu anki okulumda henüz 1 hata geçirmiş olduğum için fazla gözlemleyememiş olabilirim; ancak dikkatimi çeken en önemli şey şuydu: 30'dan fazla öğretmen, birbiriyle birleştirilmiş 2 büyük masa; ve masanın bir ucunda erkek öğretmenler, diğer ucunda kadın öğretmenler... İlk günümde rastgele bir sandalyeye oturdum, birkaç saniye sonra kadın öğretmenlerden biri "Hocaanım, sizi bu tarafa alalım" deyip beni oradan kaldırdı. Meğer erkek öğretmenlerin tarafıymış (Oysa ben farkında değildim; çünkü onları kadın/erkek olarak değil, birey olarak görmüş olmamın saflığıyla rastgele oturmuştum). Neyse ki, asıl okulumda norm fazlası olduğum için bu okula görevlendirilmeyle geldim, yani geçici olarak... 

Geçen dönem, kadromun bulunduğu okulda görev yapmıştım. O okul da ayrı bir komedi. Okulda 4 adet 9.sınıf ve toplamda 65 öğrenci var. Ve bu okulda haftada toplam 24 saat İngilice dersi oluyor. Ancak Eylül 2014'te tam 3 adet İngilizce öğretmeni atandı! Birimiz başka okulda görevlendirildi, kaldık 2 kişi. Özge Hoca ve ben 24 saati 12-12 bölüştük; ancak maaş karşılığı 15 saatmiş. Böylece branşımız olmayan derslere de girdik (Din Kültürü, Drama, Seçmeli Hz.Muhammed'in Hayatı ve Beden Eğitimi). Lafı fazla uzatmadan öğretmenler odasından bahsedeyim. Sadece 4 sınıfımız olduğu için gün içinde sadece 4-5 öğretmen okulda kalıyordu. Bu arada okul bu sene hizmete açıldığı için 1 öğretmen hariç hepimiz yeni atamayız. Dolayısıyla genç bir kadro. Okulun en yaşlı öğretmeni benden 1 yaş büyük :) Bu sebeple gerçekten çok iyi anlaşıyoruz, ve sohbetin daimi olarak iki konusu var: "Ne olacak bu aday öğretmenlere" ve "Bu okul neden bu kadar soğuk". Evet okulumuz gerçekten soğuk, kat kat giyiniyoruz, bazılarımız kabanıyla derse giriyor, bazılarımız abartıp eldivenle... Şimdi görevlendirilmiş olduğum sıcacık okuldaki ısıtıcının etrafına toplanan öğretmenler geldi aklıma; bizim okulda olsalar ya ölürler, ya da zatüre olurlar herhalde :) Neyse bu dönem geçici de olsa sıcak ve kantini olan bir okuldayım; ancak Türk kahvesi içememenin eksikliğini yaşıyorum. Asıl okulumda her gün içerdik :(

Şimdi 2 sene geriye gideyim, yani Atalay (oğlum) doğmadan önceki okuluma. Bir özel okuldu ve orada ilk defa "öğretmen" olduğumu hissetmiştim. Orada öğretmenler odasıyla Yabancı Dil öğretmenlerinin odası farklıydı. Bizim (Yabancı Dil) odası günün her saati aktif, fotokopi makinesinin her daim çalıştığı, harıl harıl iş yapan birkaç öğretmenle birlikte, Facebook'ta arkadaşlarının fotoğraflarına bakıp vakit geçiren öğretmenler de vardı. Orada 2 yıl bulundum; ve ilk yılımdaki bölüm başkanı bu boş yere vakit geçirenlere hemen müdahale ediyordu. ikinci yılımda bölüm başkanı bendim ve boş yere vakit geçirenlere müdahale etmek yerine onların işini de ben yapıyordum (yarım yamalak yapacakları için benim başım yanacaktı, bu yüzden onların işini tam manasıyla kendim yapmayı tercih ediyordum; koca bir yanlış tabi, şimdiki aklım olsa kendimi o kadar yıpratmazdım). Ama çok güzel günlerdi, yine genç bir kadro (en yaşlımız yine benden 1 yaş büyüktü); ve yine her gün Türk kahvesi içiyorduk :) Muhabbetimizin konusu aklınıza gelebilecek her şeydi; okul dışında da hep görüşülürdü; ama ben uzakta oturduğum için ve son zamanlarda karnımda Atalay olduğu için pek katılamazdım onlara.

Ondan 1 sene öncesini ise karanlık ve kabus dolu yılım olarak nitelendiriyorum. Mutlu ve huzurlu olmadığım tek yer, öğretmenler odasıydı. Kalabalık bir Yabancı Dil öğretmenler odası (12 kişi), ve yaş ortalaması daha yüksek bir kadro düşünün. Ve odadan kim çıkarsa geri kalanlar onun hakkında konuşurdu. Köklü ve başarılı bir eğitim kurumu olduğundan olsa gerek, üzerimizde çok baskı vardı ve bu baskıdan dolayı herkes hep panik halindeydi. Orada kendimi hiçbir zaman ifade edemedim. Çünkü biliyordum ki, ne yaparsam yapayım onların diline yine de düşecektim. Sadece ben mi? Dedim ya, odadan kim çıkarsa, onun arkasından konuşulurdu. Ayaklarımın geri geri gittiği, bir an önce anlaşmamızın sona ermesi için yazı iple çektiğim; koskoca, kapkaranlık bir yıl...

Ve ilk çalıştığım, mezun olur olmaz derslere girdiğim köklü ve çok bilindik, karizmatik bir dershane. Orada da 2 yıl çalıştım, ve öğretmen gibi hissetmesem de, bana belki de en çok katkısı olan yer orasıydı. Öğretmenler odası mı? Asla unutamam, asla. Farklı yaş grupları ve farklı deneyime sahip öğretmenlere rağmen gruplaşma, sataşma, atışma, dedikodu vb. hiç olmadı (Ya da ben hiç rastlamadım). İki buçuk saat öğlen aramız vardı, ve en unutamadığım şeylerden biri de oydu. Herkes bir şeyler yapar ya da alır, büyük masada hep beraber yerdik, muhabbet de genellikle öğrenciler üzerine olurdu. Ama herkes her zaman aynı fikirdeydi. Çok az siyaset, bolca öğrenci, sıfır magazin, yeteri kadar da güncel olaylarla dolu uzun muhabbetler. Tam benlikti :) 2 sene çalıştığım o dershanede en çok özlediğim şey öğretmenler odasıydı. 

Şimdi geçmiş yıllarımı şöyle bir düşünüyorum da, en iyisinden en kötüsüne kadar çalıştığım her kurum bana bir şeyler öğretti, bana dostlar kazandırdı. Şimdiki geçici okulumda dost kazanma ihtimalim düşük gibi; ama daha dün bir, bugün iki. Belki yanlış bir izlenim edinmişimdir. Önyargıyla yaklaşmamakta fayda var.

Bu dönemi bir atlatsam, Türkiye'nin bu en doğusundan uçağa son kez binip evime; eşimin, oğlumun ve ailemin yanına gitsem, başka bir şey istemiyorum. Atamam gerçekleşti diye seviniyorum elbet; ama keşke bu kadar uzak olmasaydı... Keşke! Her şeye çare buluyorum da özleme çare yok!   :(

 
Toplam blog
: 152
: 1957
Kayıt tarihi
: 19.08.06
 
 

Ortada bir problem görüyorsak bu bizim de problemimizdir. Ve eğer 'birisi'nin bu konuda bir şeyle..