Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '09

 
Kategori
Meslekler
 

Saat tamircisi

Saat tamircisi
 

Foto:Ş.ODABAŞI Seyyar Saat Tamircisi


Saat bozuk olsa bile, “günde iki defa” zamanı doğru gösterirmiş.

Herkesin bir saati vardır genelde.

Saate bakarak, zamanı kontrol ederiz.

“Zamanı doğru kullanmak, birçok işimizi zamanında yapmak ilkemiz olmalı, ” deriz demesine.

Saate baka baka, randevularımıza yine de geç kalırız.

Uymayız zamana.

Zamanı kendimize uydurmaya çalışırız.

Zamanı sallarız.

Farkında değiliz.

Zaman bizi sallar ve sollar.

En iyisi saate uymak ve zamanı iyi kullanmak.

Saati doğru kullanmak.

Çeşit çeşit saat var.

Kol saatleri. (Hep sol kola takılan saatler var. Sağ kola takılan saat yok.)

Cep saatleri de var.

Duvar saatleri de.

Masa saatleri.

Bizim köyde, 30 sene önce bir imam cebinde masa saati taşırdı(!)

Şehirlerin meydanlarına yapılmış, kulelerin dört yanına takılmış her yerden görülebilen saatler.

Saat kuleleri.

Bir şehrin adı ile özdeşleşmiş saat kuleleri.

TRT’nin en güzel belgesellerinden olan “Safranbolu’da Zaman, ” saat kulesindeki saatin vurma sesi ile başlar.

“Dan dun, dan dun” diye zamanı bildiren saatler.

Hayatı, “dan dun” diye diye harcadığımızdan, zaman denilen görünmez akışta bizim için “dan dun, ” olmuş günümüzde.

*

Bir Türk, Rusya’ya çalışmaya gitmiş.

Bir iş görüşmesi yapacakmış. Randevu vermişler. “Saat kaçta gelirsiniz?” diye sormuşlar.

Bizim Türk, “saat sabah 9.00’da gelirim” demiş.

Rus sekreter, sormuş.

“Rus saatine göre mi? Türk saatine göre mi?”

Bizim Türk, anlamamış.

“Bu ne demek?” deyince.

Rus sekreter, yanıtlamış.

“Türk saatine göre, saat 9.00, 10.00 oluyor da.”

Bizler Türkler, zamana uymak konusunda, biraz hassas davranırız da.(!)

*

Eskiden, saatler “mekanik” olurdu.

“Kurma kollu” ya da “otomatik kurmalı.”

Şimdiki saatler elektronik. Pilli.

“Ezan ve Kur’an okuyan” saatler bile var.

“Guguklu” saatleri de unutmamak lazım.

Elektronik saatler, zamanı çok doğru gösterirler. Pilleri bitince zamanın dışına çıkarlar. Dururlar. Pil takınca, devam ederler görevlerine. Pilli bir saate, pil takıldığı halde çalışmıyorsa, yeri “çöp” tenekesidir.

Şimdilerde cep telefonlarında da saat var. Zamanı kontrol için hiç sorun yok.

Yokta.

Saat yine de bir tutku.

Herkese göre değil.

“Bazılarına” göre.

“Bazıları da” çok az kaldı.

İnsanın kolunda, bir saat olmaması “eksiklik” sanki.

İnsanın kolundaki saat, giydiği elbiseyi tamamlayan güzel bir aksesuar aynı zamanda.

“Peşin veren adam” tablosundaki adamın köstekli saati nasıl?

Sanki saat, aynı zamanda bir zenginlik göstergesi.

*

Benim için saat nedir?

1970’li yıllarda alınan “Cortebert” markasıdır.

Saatin arkasındaki, “TDDY” kabartmasıdır. “Devlet Demir Yolları’nın” dumanını savura savura gelen şimendiferidir.

Günde bir defa, saati kurmaktır.

Saati, kulağıma dayayıp sesini dinlemektir.

Artık böyle eski saatleri bulmak mümkün mü?

Çevrenizde kimliği eski insanlar varsa, eski saatlerde vardır.

O eski saatlerin gösterdiği zaman, daha değerlidir sanki.

*

“İsviçre” saat yapımında eskiden beri lider ülkeymiş.

El yapımı saatler yaparmış.

Günümüzde bir “saat koleksiyonu” anlayışı var. Bir çok saat “antika” olmuş.

Eski saat markalarına baktığımızda, bir kalemde aklımıza geliveren markalar var.

“Omega, Nacar, Hislon, Arlon, Cortebert, Zenit, Tisot, Novada, Serkisof, Seiko, Cıtızen”

“Rado” diye bildiğim bir marka var. Çizilmez, ezilmez. Güneydoğu’da evine ekmek götüremeyenlerin taktığı pahalı saat.

Başbakan, 60 bin dolarlık Timex kullanırmış.

Sibel Can’ın oğlu, 15 bin dolarlık Bvlgari saat kullanırmış.

Bir çok parasının hesabını bilmez, Raymond marka saat kullanırmış.

Daha başka markalarda vardır eskilerden. benim bildiklerimden başka markalarda vardır.

Bir de günümüzde sonradan görme politikacıların ve de sanatçıların taktıkları birkaç bin dolarlık saatler var.

Bu saatlerin özelliği, sadece pahalı olması.

Yoksa zamandan kimseye torpil yapmıyorlar.

Eski yada tek üretilen saatler koleksiyoncuların gözdesi.

Bir firmanın ürettiği bir markanın ilk kopyası, ya da tek kopyası inanılmaz paralara alıcı bulabiliyor.

*

Köyüme gittim.

Bir öğle vakti.

Köy kahvesinin bir köşesinde bir adam. Bir masanın üstüne minik bir sergi açmış. Önünde sökülmüş parça parça edilmiş saatler.

Tamircini kullandığı yakını gösteren üç gözlük.

Kolay mı saatin içine girmek. Minicik parçaları görmek, söküp takmak.

Tamir ediyor.

Kolay gelsin dedim. Kalın çerçeveli gözlüğünün altında bakıp, “sağol” dedi

İki çay söyledim. Oturdum yanına. Ben sordum o cevapladı.

Benim ilgimden memnun kalan tamirci, anlattı da anlattı.

Hep saatlerden konuştuk. Çay içtik konuştuk. Konuştuk çay içtik.

Tamircini önünde hiç pilli saat yok. Hep mekanik saatleri tamir ediyor.

Dediğim gibi, pili saatin değeri yok. Bozuldu mu, hadi çöpe.

Diğer saatler bozulsa da, tamir ettirilip tekrar kullanılıyor.

Tamir ettiği saat. ”Omega” marka bir cep saati.

Saatin seri numarası bile var. Saat gümüşten çerçeveli. İçinde “omega” damgası var. Saatin çalışmasına bakıyoruz ve dinliyoruz

“Saat tamircisi, ” sakin sakin konuşuyor.

“Hacı Dayı, bu saati yere düşürmüş. Bu saatin ön kısmı çini. Düşünce parçalanmış. Hacı Dayı, saatine sahip çıkmamış, ” diyor. Üzülüp iç geçiriyor.

Tamirci, “eskici pazarlarından” bozuk saatler alırmış. Tamir edermiş. Tutkusu, tamir etmek. Bir saate, tekrar hayat vermek.

Eski saatleri, çok seviyor.

Günümüzde, “saat tamirciliği, ” yapıp para kazanmak zor.

Minik tezgahında, numaralı gözlükler, elektronik saatler var.

Hacı misi, gül yağıda satıyor.

Bir de, “eski kasetler” var.

“Ahmet Sezgin, Esengül, Hüdai Aksu, Suat Sayın, Y. Özkasap, Ali Seven, Nevin Gül, M. Senar, Nurcan Opel, Şükran Ay” gibi sanatçıların kasetlerini satıyor.

Evinde, eski plakları varmış.

“Ud ve çümbüş” ile çalınmış şarkıları çok seviyor.

*

Büyük bir çuvalı var. Bir erzak çantasında yiyecekleri. Ekmek bakkalda. Bazen, köylerde aç kaldığı da olurmuş.

Geziyor.

Seyyar saat tamircisi.

Lâmekan.

Bitmiş, kaybolmuş bir mesleğin ”son temsilcisi” olduğunun bile farkında değil.

Artık büyük şehirlerde, ”Saat Tamir Edilir” levhaları asılı dükkanlarda, saat satanlar olsa da kim takar eski saatleri? Kim uğraşır, tamirler mamirle?

Bizim saat tamircisinin adı, “Ahmet Balcan.”

Soyadı gibi, tam bir “Bal ve Can.” Balcan.

Çanakkale’nin bütün ilçelerini ve köylerini geziyormuş. Balıkesir ilinde de, Gönen İvrindi ve Balya köylerine gidiyormuş. Yol üstü köylere uğruyormuş.

Aç kalıyormuş. Açıkta kalıyormuş. İşini bırakmıyormuş.

Bazı köylerde, kahveciler saat tamiri için masa vermezlermiş. “Sen masayı işgal ediyorsun” derlermiş.

O köylere bir daha gitmezmiş.

Artık bir mesleğin son temsilcisini bile, “işgalci” olarak görebiliyoruz.

Ne diyeyim?

*

Ben nesli tükenmekte olan birini buldum.

Bulduğum bir, “saat tamircisi”

Bir define değil, değil de. Bir değer. Bir sanatın değeri. Bir geleneğinin iz süren neferi.

Saatin zembereğini düzeltmeye çalışan, hayatın zembereğine dolanmış birisi.

Bir meslek olarak algılanabilir mi?

Yoksa bir tutku mu?

Bir ilde, ilçe de artık saatinizin pilini değiştirecek birisinden başkasını bulamazsınız.

Zamana yenilmiş saatlerin, ruhundan anlayan birilerini bulamazsınız artık.

Saatlerin “ruhundan, dilinden anlayan” birisini buldunuz mu, bırakmayın sakın.

Anılarını dinleyin, tamircinin.

Bir saat tamircisinin, “nasıl bir sanatçı ruhu ile yaşadığını” anlamaya çalışın.

Operatör doktor gibi, bir eski saate can vermeye çalışmasının tatlı telaşını gözleyin.

Durmuş bir saatin, “zembereğindeki hareketin güzelliğini” görüverin.

Yüz yıl önceki bir saatin, “zamanın geçişine şahit olan” bu günkü çalışmasının çıkardığı sesin melodisini dinleyin.

Bir saatin, “yüz yıllık senfonisini” hayran kalacaksınız.

Artık tükenen mesleklerin “küf kokulu anıları var ellerimizde, gözlerimizde.”

Onlar, eski saatler.

Onlar, eski tamirciler.

“Saat Tamircileri.”

Zamanın içinde yaşarken, dışında kalanlar.

Bozulmuş yorgun saatler, eski zamanların şahitleri.

Bir tamircinin hayat verdiği eski bir saat.

“Tamirci.”

Bir saatin, “küçücük organize olmuş parçaların ruhunu bilen adam.”

Sen tamirci.

Zamana yenilmiş saatlerin üstadı.

Sen aynı zamanı iki kez yaşayan adam.

Kimse, senin farkında değil.

“İki zaman var.”

Bir saat, birde sen.

Zamanın içinde; “bir saat, birde sen.”

Peki!

Her “zaman, " ölüme koşarmış.

Saat, “ölümün adımlarını sayar” aslında.

Zamanı, “en iyi hanginiz biliyor” usta?

Sen mi?

Saat mi?

Ben, “bir şey bilmiyorum” usta.

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..