Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '08

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Tüketimin İnce Felsefesi

Tüketimin İnce Felsefesi
 

Fotoğraf:www.satirarasi.wordpress.com


" Basit yaşayacaksın / Mesela susayınca su içecek kadar basit / Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında / Tek düğmesi olacak elindeki cihazın; / tek bir düğme, tek bir cümle gibi…" dizeleriyle başlıyor "Düş hekimi" Yalçın Ergir’ın “Basit yaşayacaksın“ başlıklı şiiri. Oysa yaşanılan gerçek öyle mi?

Bilindiği üzere “ kitlesel üretim “de, Batı kaynaklı bir gelişmedir. Bu oluşumu daha da iyi anlayabilmek için zamanımızı bir yüzyıl kadar geriye götürecek olursak, süreç ana izlek itibariyle şu şekilde oluşmuştur; önce petrol kullanımı yaygınlaşıyor, üretimde otomasyon, montaj bandı devreye giriyor. Bunun sonucunda üretimde ölçekler katlanarak artıyor, maliyetler ve fiyatlar da hiç düşünülmediği ölçüde aşağı iniyor ve talep de patlıyor. Ama kitlesel tüketim tüm dünyayı ilgilendiriyor. Çünkü insanlık, özellikle son yarım yüzyıl içinde satın alma kararları ile ihtiyaçların karşılanması arasında " akılcı " olması gereken ilişki tamamen kopartılarak “ Hedef Kitle ” olarak görülüyor. Böylece gelişmiş ve refah düzeyi yüksek önemli bir kesim, ihtiyacının çok üzerinde bir tüketim düzeyine yönlendiriliyor. Bunun için kullanılan en büyük ve en etkili aktör konumunda ise yazılı ve görsel medya yer almakta.(1)

Medya organlarında boy gösteren renkli, çekici ve tematik reklâmlar, geniş kitlelere örnek gösterilen yapay ünlüler, tüm insanlığı aynı noktada, “ Tüketim odaklı bir yaşam tarzı "nda birleştirdi. Renkler, çizgiler, etkili logolar ve kışkırtıcı sloganlarla sanki tüketimin bir tür “ Empresyonist İllüzyon Çağı “ndayız.(2)

Tüketim, giderek “ Mutluluk!” kılıfına sarılarak sunulur oldu. Tüm insanlık da “ gerçek mutluluğa ulaşma ” adı altında kitlesel bir yarışa sokuldu. Bu yarışta tek kural vardı: “ Ne kadar tüketirsen, o kadar mutlu olursun! ”

Farkında olalım veya olmayalım bu kural hayatımızı etkiliyor. Dışarıda, başkalarından daha farklı olabilme, daha çok dikkat çekebilme, en azından geride kalmama endişesiyle adeta çok sayıda ve renkli şeritli tüketim otoyollarında sürekli bir koşuşturma içindeyiz. Evlerde ise, " Kocaman bir ziyafet sofrasıdır sanki hayat, düşünmeden yenen şahane yemeklerin üzerinde yığılıp kalındığında ise, tüm ihtişamı ile görkemli kristal avize üzerlerine yığılacaktır...".(3)

Peşinde koştuğumuz mutluluk ise, ne gariptir ki " tam yakaladık! ” derken, elimizden hemen kaçıveriyor. Bu kez dışarıdan bize “ Daha hızlı ve daha hırslı koş! ” komutu geliyor. Biz farkında olmadan bu emre uyup, nefesimizi tutuyor ve çözümü hayatımızı daha da hızlandırmakda buluyoruz. Mutluluk ise yine bir hayal oluyor, Kaf Dağının ardına saklanıyor.

Mutlu olmak için çok tüket. Çok tüketmek için çok satın al. Çok satın almak için, çok paran olmalı. Çok paran olması için çok çalış. Çok parayla daha çok tüket.” şeklindeki slogan, sıkıntılı bir kısır döngü içerse de genel kabul görmüş bir yaşam biçimine doğru itiyor adeta hepimizi.

Egemen eğitim sistemi ve tüketim ilişkisi;

Diğer taraftan, eleştirel felsefenin de başta, “ artık eğitimin tekelinden çıkan bilgi " ve “ egemen grubun çıkar amaçlarına uygun eğitim sistemi ” temelinde bu konudaki yorumları gündeme geliyor ister istemez. Örneğin Frankfurt okulu temsilcilerinden, sosyolog T. W. Adorno, “ Kitle Kültürünün Şeması " ( Adorno, 1991, 52 ) başlıklı yazısında, gündelik hayatta kültürün metalaşması ve insanın estetik duygularının bağımsızlığının iktisadi sistem sürecindeki oyunlarla körleşmesini ele almakta. Bu “ körleşme “ ( daha doğrusu “ yozlaşma ” ) sistemin eğitim anlayışı ile desteklenmektedir. Adorno bu eğitim anlatısının ikiyüzlülüğünü bir tarafta “ varolan toplumun rekabetçi yapısına uyum sağlayacak, diğer yandan da samimi ve dürüst kişilikler olarak duracak bireylerin yetiştirilmesi amacı güdülmektedir “ ( Adorno, 1991, 53 ) diyerek tanımlamaktadir. Ancak bu birey, kendini bu saflığın içinde kaybetmekle yetinmeyerek “ düzenin gözü açık vatandaşı “ da olmak zorunda bırakılmaktadır. Böylelikle “ ideal “in metaların dünyasında köleleşmesi olgusu da gerçekleşir. Adorno, insanın zengin düşünme ve estetik duygularının her zaman için kölelikle eşit kılınmış idealleri aştığını söylerken; eğitim sürecini tamamlamış kişilerin nasıl olup da bireyleşemediğini de şöyle örneklendirir, " ... Eğitim sistemince bastırılan idealler dönüp dolaşıp kendini tüketim sürecinde gösterir. Gerçekleşemeyen bu idealler sistemce geliştirilip yapay ihtiyaçlar tarafından yönlendirilen tüketim metalarında son bulur. Tüketim kültürünün objesi olan kitlelerin içinde kaybolan birey, kendini satın aldığı mallarda arar..."

Öte yandan mevcut iktisadi sistemin hegemonyasını sadece toplumun üst kurumlarında değil, bireylerin gündelik hayatlarında da kurguladığını savunan Henri Lefebvre, bireyin modern dünyadaki bürokratik olarak yönlendirilmiş tüketim toplumu içinde çektiği bütünleşme sıkıntılarını hafifletmek için, sistemin estetik kaygıları nasıl da metalaştırıp kitlelerin önüne sürdüğünü şu örneklerle açıklamaktadır: “ Sinema ve tiyatro dünyasında eğitimli büyük burjuvaların yeniden oluşturulan kent merkezlerinde yer alan terk edilmiş, çürümüş ya da yıkılmış binaları yeniden canlandırarak, kent dışındaki lüks evlerini terk etmeleri, ayrıcalıklarını değerli mülk ve tüketim kültüründe hisseden bu kitlelerin antika üsluplu mobilyaların üstüne atlamaları; yine bununla bağlantılı olarak boş zamanlarını değerlendirme tarzı olarak önlerine sunulan Grek ve İtalyan antik kentlerine seyahatler düzenlenmesi ” gibi. (Lefebvre, " Modern Dünyada Gündelik Hayat ", 1998:80 ) Modernitenin ve iktisadi sistemin zincirleriyle bağlanmış ve onun atmosferinde tutsak olmuş birey, modernite öncesi döneme ait nostaljilerini, yine sistemin önüne sunduğu metalaşmış tüketim mal ve hizmetlerini sahiplenmekle giderebilmektedir... Hayal güçleri azaltılarak, gündelik yaşamın tüketim güdüsüyle hareket eden bireyler eğitimlerini de artık birer meslek edinme aracı, teknik bir biçimlenme ve sistem içerisinde ( kendilerine biçilen-İ.E.K. ) işlevi yerine getirebilmek için gereken bir önkoşul olarak görmeye başlarlar..."(4)

Eğitim-meslek ve tüketim ilişkileri bağlamında İvan İllich ise, "Tüketim Köleliği" adlı eserinde; "... Halk, uzmanın kendilerine bir ihtiyaç diye yamadığı şeyin eksikliğini duymaya hazır hale gelmedikçe, uzman meslekler, egemen ve kabiliyetsizleştirici şeylere dönüşemezlerdi. Ulaşımla felce uğratılan, programlarla uykusuz bırakılan, hormon tedavisiyle zehirlenen, hoparlörlerle susturulan, yiyeceklerle hasta edilen vatandaşlar yığını arasındaki bir kaç grup azınlık, örgütlenmiş ve aktif vatandaşlardır. Şu sıralarda bunlar, yeni yeni büyümeye ve genel muhalefet için yekvücut olmaya başlamaktadırlar. Öyle sanıyorum ki bu gruplar bir çağı kapatmaya hazırdır. Fakat işinin çabucak bitmesi için darbe indirici bir isim gereklidir, bu çağa. Ben, yirminci yüzyılın ortalarını, kabiliyetsizleştirici uzmanlıklar çağı olarak isimlendirmeyi öneriyorum..." demektedir.(5)

Bu anlayışlar çerçevesinde, teknolojinin yanlış kullanımı, tekdüzeleştirme, şeylerin metalaştırılarak tabulaştırılması ve insanlarda gereksiz beklentilerin yaratılması her zaman cesaretle dile getirilmeli ve insanoğlu içine girdiği bu kısır döngüden kurtulmalıdır.

Okyanus ötesinden bir başka bakış açısına göre ise; Amerika artık bir ülke değil, o şimdi trilyonlarca dolarlık bir markadır! Bunu Kalle Lasn ve onun "kültür bozucu" arkadaşları söylemektedirler. Adbusters ( Reklâm bozanlar ) dergisinin kurucusu ve aynı adlı hareketin öncüsü Lasn ve arkadaşları; bilginin akışını, şirketlerin ellerindeki gücü kullanma biçimini, televizyon istasyonlarının yönetim yapılarını, gıda, giyim, otomobil, spor, müzik ve kültür endüstrilerinin işleyişini eleştirerek küresel markalaşma sürecine karşı koymaya çalışmaktadırlar. Lasn, cesur ve sözünü esirgemez üslubuyla, medya uykusuna yatmış tüketici bireyleri sarsıp kendine getirirken " Satın Almama Günü ", " Televizyon Kapatma Haftası " gibi eylemlerin de liderliğini yapmaktadır. (6)

Yukarıda dile getirerek aktarmaya çalıştığım yaklaşımlar yelpazesinde biraz daha insaflı olmak ve “ kantarın topuzunu fazla kaçırmamak “ gerektiğini de dikkate alırsak, aşağıda yer alan şu soru geliyor akla;

Tüketim kültürü denince aklımıza hep negatif çağrışımlar geliyor. Bu tümüyle yerinde bir izlenim midir? Geçmişe oranla, bu kültürün insanlara kazandırdığı olumlu nitelikler de yok mudur?

Bu soruyu kendimize sorduğumuzda ilk yanıt olarak, eğer tüketim kültürünü, israfa dayalı, adeta üretici ve yaratıcı yanlarımızı felç etmeye yönelik, aşırı bilinçsiz bir şekilde yapılan bir eylem ve bunun kültürü olarak düşünürsek, tüketim kültürüne yapılan tüm eleştiriler önemli bir haklılık payı kazanır. Ancak günümüzde tüketim kültürünün bazı temel özelliklerine de bakmak gerekiyor. Bu bakışda en önemli nokta; tüketim kültürünün sadece daha fazla tüketmeye yönelik olmasının ötesinde, tüketim ile anlamlar oluşturma boyutunun da varlığıdır. Bu durumu belki iktisadi yaşam yanında, gösteriş ve imaj dünyasının egemenliği altında tüketimin kültürel boyuttaki açılımı ve yaşanması olarak da düşünebiliriz (7).

Ayrıca bu kültür sadece yeni / modern çağın getirdiği bir yaşam biçimi de değildir. Tarihte tüketimin bu derecede ön planla olduğu dönemler de vardır. Peki, çağımızın hangi özellikleri bu kültürün doğmasına ve süreğen bir boyut kazanmasına neden olmuştur?

Tüketim egemenliği, serbest piyasa ekonomisi içinde küreselleşen ve enformatik bir devrim yaşayan bir dünyada oluşan, çağımız kültürünün önemli bir boyutudur. Ancak, tüketim ve bunu açıklamaya çalışan kültürel analizlerin daha önceki dönemlerde de olduğunu görmekteyiz. Örneğin, aşırı ve gösteriş unsuru tüketim olgusu İngiltere’de Viktorya döneminde yaşanmıştır. Ayrıca, 19. yy. Almanya’sında romantizm akımı içinde de bu konuya dikkat çekilmiştir. Hatta hepimizin lise dönemi tarih kitaplarından da aşina olduğumuz bir şekilde, Osmanlılarda Lale Devrindeki hazcılığa dayalı yaşam biçimi ve tüketim sembolleri, o dönemlere ait tüketim kültürü hakkında bize önemli ve benzer ipuçları vermektedir.

Günümüzde tüketim kültürünün dur durak bilmeksizin yaygınlaşmasına etki eden faktörlerin başında, serbest piyasa ekonomisine dayalı küreselleşme ve teknolojinin çok gelişmesinin yanısıra tüketimin geçmiş dönemlere göre olumsuzluk içeren boyutundan kurtulmasına yönelik değer yargılarının yaygınlaşması da gelmektedir.

Bu bağlamda da kendi kendimize bazı sorularımız olabilir. Şöyle ki; Pazarlamanın yegâne amacının tüketimi arttırmak olduğunu kabul edersek, tüketim kültürünü oluşturan, büyüten ve besleyen temel hızlandırıcı acaba gelişen pazarlama taktikleri midir? Pazarlama biliminin temel amacı, yönlendirilmek için bekleyen insanların adeta beyinlerine işleyerek onları birer " satın alma robotu " haline dönüştürebilmek midir? Biliyoruz ki pazarlamanın, tüketimi arttırmamaya yönelen uygulamaları da vardır. Örneğin “ sürdürülebilir pazarlama “, "pazarlamama " gibi kavramlar doğrudan bu durumla bağlantılıdır. Pazarlamayı talebi yöneten bir uygulama olarak düşünürsek, talebi arttırıcı, yani tüketimi arttırıcı, bir özelliği olduğu kadar, talebi aynı düzeyde tutan ya da belirli durumlarda azaltmaya dolayısıyla tüketimi de azaltmaya yönelik uygulamalara da rastlamak olanaklıdır. Tarafsız bir gözle konuya bu açıdan da yaklaştığımızda; günümüzdeki uygulamaların hızlı bir biçimde tüketicinin patron, şef, kral olarak adlandırılan güçlerle donatılmış fakat pasif konumundan, aktif konuma geçtiği bir döneme doğru yol alındığını da gözlemlemekteyiz. Hatta üretici ve pazarlamacıları bir sınıf, tüketicileri ve müşterileri farklı bir sınıf olarak gören görüşün sonuna yaklaşıldığı da gözlenmektedir" (8). Sayıları giderek artmakta olan bir çok nitelikli tüketici, günümüzde artık eski dönmelerde olduğu gibi kolay ikna olmamakta, geniş ve renkli bir zevk ve paylaşım yelpazesinde, üretimden pazarlamaya değin uzanan sürecin aktif bir unsuru olabilmeyi de hedeflemektedirler.

Söz konusu bu gelişmeler çerçevesinde, ürünler - pazarlama ve tüketim kulvarları arasındaki sınırların kaldırılarak hepsinin bütünleştiği yeni bir döneme doğru girilmektedir. Bu dönüşüm başta gelir, eğitim ve kültür düzeylerindeki farklılık ve sorunlar nedeniyle ülkemizde çok da kolay gerçekleşecek gibi görülmemektedir.

" Tüketim egemenliği " denilince birbirine zıt " Tüketmek tükenmektir " ve " tüketmek yaşamaktır " algılamaları ve sloganları geliyor akla. Peki, hangisi daha doğru?

“…Beklentilerin de basit olacak / Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar / Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını; / ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana / en ucuz aşk romanını / “ Bilmiyorum ” diyebileceksin bilmediğinde / ve çok normal olacak onu da bilmeyişin / Tek dereden su getirmen yetecek, / bir “istemiyorum” diyebilmeye…

“Tüketmek yaşamaktır “ diyen bazı araştırmalara göre yaşam bir sanattır. Tüketmek de yaşamın vazgeçilmez önemdeki bir öğesi olarak, o da sanattır. Yokeden, her şeyi hoyratça kullanıp bitiren bir tüketim anlayışının ötesinde, yaşamda seçenekler ve mutluluk, hatta kimilerine göreyse özgürlükler getirebilen, içinde yaşadığı dünyayı yok etmeyen bir tüketim anlayışını insanlığın gerçekleştirmesinin olanaklı olduğunu düşününler bulunmaktadır. Bu grup giderek hiç de azımsanamayacak bir çoğunluk teşkil etmektedir...

Yazının devamı için bkz.: http://blog.milliyet.com.tr/tuketimin-ince-felsefesi--2-/Blog/?BlogNo=112503 

Kaynakça:

(1) Dr. Veli Sırım, “ Kendini Tüketme. Sade Yaşa Mutlu Ol!”, Nesil yayınları, Haziran 2007.

(2) Ecmel Ayral, " Organizasyonel pazarlama ", Milliyet İK, 18 / 05 / 2008, s.4

(3) İlke Veral, " Plastik Papatyalar ", Milliyet Blog, 27 / 02 / 2008

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=90750

(4) Özgür Sarı-Güncel Önkal, " Eleştirel Düşüncede Entegrasyon Süreci Olarak Eğitim ", G.Antep Üniversitesi Sosyal Bilimler dergisi, 6 (1):45-52 (2007)

(5) Ivan Illıch, " Tüketim Köleliği" , Pınar Yayınları, 2000 I.Baskı.

(6) Kalle Lasn, " Kültür Bozumu", Çev. Cem Pekman- Ahmet Ilgaz, Bağımsız Kitaplar Yayınevi, 2004.

(7) Bir İngiliz kasabasında halkın patatesle ilk kez karşılaşmasının öyküsü de bu anlamda çok ilginçtir. Kasabanın idari amiri, o sıralarda ABD'den getirildikten sonra İngiltere'de de üretilmeye başlanan patatesin faydalarını görerek kasaba halkını da bundan yararlandırmayı düşünür: bir araba dolusu patates getirerek kasaba meydanının ortasına döktürür. Patetes yığınının yanına da "isteyen alabilir, ücretsizdir" diyen bir ilan kondurur. Bu yamru yumru, çamurlu, ne olduğu belirsiz şeyler kasabanın meydanında günlerce durur, kimse gelip bir tane bile almaz. Bunun üzerine bu yetkili ilk konan ilanı, üzerinde "Kraliçenin malıdır, sakın dokunmayın" yazan bir yenisiyle değiştirip başına da boş tüfekle sırtı dönük bir asker dikince patates bir anda yağmalanır ve kasaba halkı da patatesle böylelikle tanışmış olur!

(8) Prof.Dr.Yavuz Odabaşı, "Tüketim Toplumu: Yetinen Toplumdan Tüketen Topluma-", Sistem Yayıncılık, 1999, I.Baskı.

(9) İ.Ersin Kaboğlu, "Günü Yaşa Halleri! ve Yarattığı Çağrışımlar(1) ve (2)", Milliyet Blog, 04 -06 / 02 / 2008 ,

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=89222

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=89916


İ.Ersin KABOĞLU,

4 / Haziran / 2008, Ankara

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..