Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Aralık '06

 
Kategori
Blog
 

Abartmayalım!

Abartmayalım!
 

Yapılan iş üzerine konuşmayı, yazmayı pek sevmem ama blogdaşımız Alptekin Yıldız’ın “ey blogçu, haddini bil!” üslubundaki yazısı beni iki gün içinde ikinci defa blog konusuna girmeye zorladı. Herşeyden önce birçok haklı tespiti olmasına rağmen Alptekin Yıldız arkadaşımızın yaklaşımı ve haşin üslubunu yadırgadığımı söylemek istiyorum; kusura bakmasın. Yıldız’ın, Savaş Şakar’ın bir blogunda, blogcuların da artık bir anlamda gazeteci sayılabilecekleri, Batı’da trendin bu yönde seyrettiği mealindeki sözlerine sinirlenip bütün blogculara gazetecilik deyimiyle “giydirme” girişimi bence hiç de şık kaçmadı. Şakar'ınki bir iddiadır, gözlemdir, tahmindir, temennidir; dile getirilebilir. Bu kadar hiddetlenecek ne var bunda? Biz de mi filmlerde bir mensubu olumsuz karakterde gösterildiği zaman ayaklanan meslek örgütlerine benzeyeceğiz? Hani bir ara “Bizimkiler” dizisindeki Kapıcı Cafer rolü için kapıcılar, “Hamam” filmindeki sahneler için de hamamcılar protesto eylemlerine girişmişti...

Ortada bu kadar endişelenecek ve kızacak bir şey yok. Savaş Bey’in “artık hepimiz gazeteciyiz” demesiyle her kameralı cep telefonu sahibi gazeteci olamayacağı gibi eğer gerçekten bu yönde bir gidiş varsa bizim bunun önüne geçebilmemiz de mümkün olamaz. Gazetecilik okullarında ister dört yıl okuyalım, ister kırk yıl...

Bir de madalyonun öbür yüzü var tabii; ve asıl değinmek istediğim de o: Bloglar ve blogcular... Burası Antik Yunan'daki bir agora, ya da Londra’nın Hyde Park’ı olarak görülebilir. Ancak oralarda düşünceler sözlü biçimde dile getirilirken burada yazılı biçimde sunulmak zorunda. Dolayısıyla yazı dili diye bir gerçek var. Buna mümkün olduğunca uymamız gerekiyor bence. Bunun için ilkokulda öğrendiğimiz temel dilbilgisi bile yeterli aslında. Noktanın, virgülün, aralığın, büyük/küçük harfin nerelerde nasıl kullanılacağını; dahi anlamındaki de da’ların nasıl yazılacağını hatırlamak, hatırlayamıyorsak bile öğrenmek o kadar da zor değil. Hadi noktalı virgülü boşverelim; olmasa da olur!

Temel dilbilgisi bence ilk şart, ama yeterli mi? Değil...

Her aklımıza geleni yazmak zorunda mıyız? Bir düşünelim. Üzerinden iki hafta geçtikten sonra dönüp kendi yazımızı okuduğumuzda, “amma da saçmalamışım!” ya da “bunu ne diye yazmışım ki?” dedirtecek bloglarımızın oranı nedir? Mesela pencerenin kenarındaki masamıza kurulmuş çayımızı içiyoruz. Derken pencerenin denizliğine bir güvercin kondu ve paytak paytak birkaç adım atıp uçup gitti. Şimdi biz hemen bunu bir bloga çevirmeye mecbur muyuz? -Ha, oradan Yaşar Kemal gibi muhteşem ayrıntılar çıkarırsınız o başka!- Milliyet Blog şimdilik bir yere kaçmıyor, burada duruyor. Bugün olmazsa yarın bir yazı gönderirsiniz. Yani kısacası, biraz seçici davranmakta fayda var.

Her öğün bir blog yollamaktaki amacımız nedir? Yazılarımız her yemekten sonra mutlaka alınması gereken bir ilaç mıdır? Kuvvet şurubu mudur? Zengin içerikli bir multi-vitamin midir? Yoksa günde bilmem kaç kere okunması şart olan gizemli bir bereket duası mıdır? İnsan günlük tutsa oturup günde bir kere yazar. Köşe yazarı olsa haftada ancak birkaç gün yazmasına izin verilir. Çok affedersiniz ama en zorunlu ihtiyacımız için bile günde ortalama bir kere tuvalete gideriz. Düşünün ki, burada bine yakın kayıtlı yazar var. Bunların hepsi aynı mantıkla hareket etse günde üç bin yazı eder. Bunları okumayı bir yana bırakın sadece tek tek sayfaları çağırıp başlıklarını okumaya kalksanız akşam olur. Bu yarış ne için? En aktif, en çok yorum alan, en çok okunan yazar olacaksınız da ne olacak? Eğer yazdıklarınızın kalitesi herkesten önce sizin içinize sinmiyorsa günde on yazı gönderseniz, her biri de on bin defa görüntülense ne geçecek elinize?..

“Bu yarışın, günde bilmem kaç blog göndermenin zararı ne?” derseniz şu: Burada bazen gerçekten dikkate değer yazılar çıkıyor. Daha çok kişi tarafından görülmesi, okunması gereken yazılar ve yazarlar... Ama öyle bir blog sağanağı var ki bir sürü harcıalem yazı arasında onlar da anasayfadan ışık hızıyla kaynayıp gidiyor. Ayrıca, bazı arkadaşların çoğu birbirine benzeyen yazılarının sürekli ana sayfada yer alması bakma ve okuma bıkkınlığı yaratıyor.

Özetle; "ne konumumuzu, ne yazdıklarımızı ne de rekabeti abartalım" derim naçizane. Ne birbirimizi hor görelim ne de pozisyonumuzu olduğundan farklı değerlendirelim. Belki aramızdan iyi yazarlar çıkacaktır. Herkes bu iddiayı ve gücü kendinde görebilir. Eğer öyle bir hedefi olan varsa herşeyden önce yazdıklarını kendi estetik süzgecinden geçirmeli. O aşamayı sorunsuz geçmişse başkaları tarafından anlaşılması ve beğenilmesi de daha kolay olacaktır. Özellikle yazıda ve sanatta kalıcı olan niteliktir, nicelik değil.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..