Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Nisan '17

 
Kategori
Öykü
 

Ahşap Pencere

Ahşap Pencere
 

 Eski ahşaptan bir pencere tam karşımda; tarihin kokusu sinmiş belli, yer yer aşınmış olsa da zamana karşı duran bu pencerenin ruhuna kimler dokundu diye düşündüm. Ellerimi yavaş yavaş yaklaştırmaktan tedirgin olsam bile parmaklarımın hissettiği o an, aşınan pencere dışında, zamanın ruhunun da aşındığını hissettim. Ruhların derin yaralarına dokunuyordum. İhanetler, aşklar, ihtiraslar, ölümler yılların tortusunu bırakıp da geçmişti.
 
Bilincimin bulanıklaştığı o an bedensiz sade bir ruhtum; dokunduğum pencerenin ardında neler olmuş merakıyla daldım içine. Değişen zaman rengini ve kokusunu bildiğim fakat unuttuğum bildik geçmiş gibiydi. Tarih gibi  insanlar da tekrardan ibaretti .Kahramanları vardı bir de itaat edenleri. Yoksulluğun acıtan çaresizliğini yaşayan insanları görüyordum. Sanatı aşkla işleyen ressamlar, müzisyenler vardı. İstediğim zaman daha hızlı hareket edebiliyordum zamanlar arası geçişlerim öylesine hızlı oluyordu ki inanamıyordum; kalbim daha hızlı çarpıyordu. Uçsuz bucaksız bir ovada korkunç bir savaşa tanıktım. Atlıları ve zırhlıları ile nasıl da hızlı koşuyorlardı. Oklular bir taraftan yaşlı, çocuk binlerce insan. Havada keskin kan kokusunu duyuyordum; kopan kollar ve bacaklar... Genç, yaşlı bir çoğu niçin orada olduğunu bilmeden, sevdiklerini geride bırakmışlardı. Cinnet hali içinde saldırıyorlardı. Çaresizlik insanlığın boynuna inen kılıcın keskinliği kadar büyüktü. Hayallerini bir tarafa bırakmak zorunda kalmış; yaşanılacak sevgilerini unutmak zorunda olduğunu bilerek büyük bir yıkımın parçası olmuş onlarca insan. Kalbine yediği hançerle ağlayan bir çocuk; sevgilisini hatırlıyor; göz yaşları akıyor, biliyor ki dönüşü yok. Hayalin ılık sıcaklığı ile ölümü karşılıyor. Savaşın dehşeti içinde şöyle der ‘’ Özlediğim masum sevgilim hoşçakal.’’ Onu çok iyi duyabiliyordum. Bu belirsiz yıkımın kimlere hizmet ettiğini bilemeden ölüme teslim olup gitmenin acısını herkes duyacaktı. Savaşın korkunç yıkıcılığına tanık olduktan sonra hızlıca uzaklaştım.
 
Doğanın dingin ve huzurlu olan sesine doğru yolculuk yapmaya devam ettim. Gözlerime inanamıyordum böylesi yüksek dağları; nasıl anlatabilirim. Doruklarında beyazdan kar örtüsü, güneyinde yeşilin ve renk renk çiçeklerin açtığı- sınırsızlığı anlatan- bu dağlar karşısındaki heyecanım inanılmazdı; insanlığın örnek erdemlerini taşıyordu bana göre; dik duruşu bu sebeptendi. Dağların doruklarından dökülen mavi gelinlikli şelale nehire akıyordu. Devasa ağaçlar rüzgarla dans ediyordu. Dokunulmamış olanın muhteşem yaratıcılığından nasıl da etkilenmiştim. Her şey mükemmel ötesi. Doğanın insanlara ihtiyaç duymadan mucizelerini yarattığını gördüm. Oysa geldiğim yerlerde renkler yoktu; insanlık taştan duvarlar örüyordu. Korkuları arttıkça daha da çirkinleşen bir dünya yaratmanın çıldırmış halini yaşıyorduk. Üzgündüm; insanlığın geldiği noktayı düşündükçe hırsına yenilen insanoğlu kendi sonunu hazırlıyordu; bunu hissediyordum.
 
Ruhum zamanlar arası yolculuğuna devam ederken;değişmeyenin insanın sonsuz hırsı olduğunu gördüm. İyiler de var elbet onlar aşkla var etmeye çalıştılar; en güzel resimlerini çizdiler; en duygulu şarkılarını söylediler sadece aşkı anlattılar. Sadece sevdiler. Sevmenin büyüsüyle yaşadılar. Tarih şu anda olduğu gibi masum insanların savaş kurbanı olduğu bir dünya olmaya devam ediyordu. Yoksul insanlar, kimsesizler acılarını türkülere döktüler. Eski ahşap pencerenin ötesinden dönerken, tarihin her zaman iyileri aşkla hatırladığını öğrenmiştim.
         
   
 
Toplam blog
: 42
: 263
Kayıt tarihi
: 29.09.14
 
 

Eczacılık mesleğimin yanında Edebiyatın da olmasını istedim çünkü çok sevdim. Yazma eylemi; hayalle..