Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ağustos '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Altta mayo, polis yakalamak da varmış

Altta mayo, polis yakalamak da varmış
 

Manavgat Öğretmenevi’nde bize ayrılan ve normal şartlarda ortam ısısının artı elli beş derecelerde seyrettiği, sauna efektli odamızda kalamayacağımızı anlamak için malum yerde -sekiz dakikası zaten duşun altında geçen- on dakikalık bir zaman sarf etmemiz fazlasıyla yeterli oldu.

Bir gecelik yol molamızı Antalya’da, meşhur Konyaaltı Plajı’na çok yakın bir tesiste konaklayarak verdik. Antalya da Manavgat’tan aşağı kalmıyordu ısı ve nem konusunda. Hatta bir gömlek de fazlaydı sanki. Arabada, odada klimalar can yeleğimiz olmuştu.

Akşamüzeri, İzmir’den ayrıldığımızdan beri, yani koskoca bir haftadır denizsiz kalan bizler için çoktan Akdeniz’in ılık ve tuzlu suyuna batıp-çıkma vakti gelmişti. Soluğu Konyaaltı Plajı’nda aldık.

Göz alabildiğince uzayıp giden kumsal, sahile sıralanmış onlarca mekan ve binlerce insan. Daha önceleri Antalya’ya defalarca gelmiş ama Konyaaltı’ndan denize ilk kez girmekteydim. Beğenmedim.

Aşırı insan kalabalığı, deniz suyunun çok temiz olmayışı, banyo suyu gibi ılık olması, açık denizin bitmek bilmez dalgası ve sakinlik ve dinginlik arayan ruhum için hiç de uygun bir yer değildi burası. Sadece bir akşamlık mola yeri olabilirdi ancak ve öyle de oldu zaten.

Denizden tam çıkmıştım ki eşimin “aaa şu polis çekicisinin vincine bağlanan araba bizimkisi değil mi?” çığlığıyla irkildim. “Yok canım değildir” falan dedim ama gözlüklerimi takıp, gözlerimi de hafif kısıp baktığımda o dik rampadaki park halinde bulunan tüm araçların çekilmiş, son olarak da bizim arabanın lastiklerine çekme aparatlarının bağlanmakta olduğunu gördüm.

Bulunduğumuz mesafe ile arabanın arası yaklaşık iki yüz metre kadardı. Bu yolun büyük bölümü kumsal, ayağımda şıpıdık terlikler, ısı kırk derecenin üzerinde, nem ise yapış yapış tanımlamasının tam lügat karşılığını verir nitelikte olduğu halde, daha üzerinden suları süzülen mayomla trafik polislerine doğru koşmaya başladım.

Arabanın ön kısmı havaya kalkmıştı bile. Uzaktan bağırarak ve el kol hareketleri yaparak kendimi göstermeye çalıştım polis memuruna. Kan ter içinde ve asi, polisin yanına ulaştım. Şu an hatırlayamadığım saçma sapan bir kısa diyalogdan sonra aracı çekilmekten kurtarmayı başardım ama ben de bitmiştim.

Kendimi, en soğuk derecesinde çalışan klimanın çöldeki bir vahaya çevirdiği odaya attım. Kaç defa duş aldığımı, kaç kez kurulanıp, kaç kez tekrar ıslandığımı hatırlamıyorum.

Tüm Antalya Körfezi’ne hakim teras-bahçedeki manzara harikaydı akşam yemeği için. Son derece romantik ve son derece dingin olabilirdi. İnsanı oturduğu yerde şıpır şıpır terleten aşırı nemli sıcak, durgun havadan istifade tüm marifetlerini ve avcılıklarını sergileyen antrenmanlı sivrisinekler ve bir parça yağlı et bekleyen duygu istismarcısı kediler olmasaydı.

Ben mi saç kavurmayı yedim, saç kavurma mı beni kavurdu anlayamadım ve kendimi serin odaya attım. Bir daha çıkmamaya yemin ederek.

Sahi o bunaltıcı sıcakta, altta alevi yanarak gelen saç kavurmanın ne işi vardı yahu masamızda?

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..