Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '11

 
Kategori
Bilim
 

AN.NA (anakum) un öyküsü

AN.NA (anakum) un öyküsü
 

Benim madencilik tarihine ilgi duymam 1981’de; eski ismi Miskin olan, Siirt-Madenköy’deki antik çağlardan kalma bakır cürufu yakınında yapılan bir sondajın, tesadüfen binlerce yıl önce açılmış 15 metre derindeki bir maden galerisini (ocağını) girmesi üzerine başladı. Daha sonra yapılan yarma kazıları ile bu çok eski ama her nasılsa göçmeden günümüze kadar sağlam kalabilen galeride bulunan el aletleri ve madencilik malzemeleri o çağlara ilişkin çok değerli bilgilere erişilmesini sağlamıştı. O yıl, bu çalışmaya ilişkin yazdığım makalenin yayınlandığı MTA Enstitüsünün dergisini ne yazık ki sonraki yıllarda kaybetmişim. O yüzden bu çok ilginç keşfe dair fazla bir şey yazamıyorum. Onun yerine bu defa, sonraki yıllarda çok ilgimi çektiği için notlarını özenle sakladığım başka bir madenden, kalaydan ve bir başka keşif sahtekârlığından bahsedeceğim sizlere.

Eski çağlarda, savaş araç gereçleri ile dinsel amaçlı tanrı heykellerinin yapımında kullanılan tunç; ana element olan bakıra, %10-15 oranında kalayın karıştırılması ile elde ediliyordu. Kalayın bakırla karışımıyla elde edilen bu alaşım; Anadolu’da metalurji ve işleme tekniği yüksek büyük bir çağa, “Tunç çağı” adını vermiştir. Ancak tunç yapımında önemi böylesine büyük olan kalay, çok güç bulunan bir madendi. Araştırmalar, kalayın milattan önceki devirlerde Anadolu’ya Mezopotamya’dan, ""riksum" denen çubuklar halinde getirildiğini ve kalayın bakır kapları kalaylamak için değil, sadece tunç yapımında kullanıldığını gösteriyor.

Günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce, Mezopotamya’daki Asur krallığından yola çıkan kervanlar, Anadolu’nun zengin şehir devletlerindeki karumlara (büyük pazar yerleri) kumaş, parfüm, çeşitli süs eşyaları ve alaşıma hazır kalay çubuklar taşıyordu. Karşılığında ise altın, gümüş, simli kurşun, bakır ve kıymetli taşlar alıyorlardı.
Kültepe’de bulunan çivi yazılı tabletlerde kalay; Asurca, AN.NA ideogramı ile yazılıyor ve “anakum” olarak okunuyordu. %2-3 gümrük vergisi alınan kalay çubuklar, 300 kg. gelen demetler halinde satışa sunuluyordu. Ve Anadolu’dan dışarıya çıkarılması yasaktı. Kalay, Anadolu’daki pazar yerlerinde halka 1/10 ve 1/5.5 gümüş karşılığı satılıyordu.

Kültepe (Kayseri) kazılarında bulunan, MÖ. 2000 yılına ait bir kil tablette şunlar yazıyor:

“Puzur- Assur’a söyle; 115 mine serbest kalayı, paketlenmiş 78 iyi cins kalayı, 57 mine serbest kalayı, 10 siyah merkep ve takımları, her ne varsa hepsini Assur-imiti ve İli-sutu mühürü ile mühürlü olarak sana gönderdim. Sarra-Su’en, kendisine ait altın ve gümüşü bana getirdi. Bunların içinden 28 mine kalayı, 4 iyi cins kumaşı sana gönderdim. Malın gerisini Sarra-Su’en sana gönderecek.” (1 mine, 500 gr.)

Kil tabletlere göre kalay iki kaliteye ayrılıyordu:

1- Kusursuz kalay (Anakum damqum vatrum)

2- İyi kalay (Anakum damqum)

Yine çivi yazılı tabletlerden, bazen kalayın kalitesinden şikâyet edildiğini de öğreniyoruz. Başka bir mektupta;

“… , senin kalayın bozulmuştur. Lütfen iyisinden gönderin. Bozulduğu için burada almak istemiyorlar. Dört adam gönderdin, onlarla birlikte önlerinde malı açtım. Kalayın (AN.NA) bozulmuştur.” denmektedir.

O yıllarda uzun süren yolculuk sırasında mevsimler değişmekte, kervanlar soğuk ve rutubetli doğa koşulları ile karşılaşmaktaydı. Günümüzde bile kullanıma hazır kalay çubuklar rutubet nedeniyle oksitlenerek bozulmakta ve buna “kalay vebası” denmektedir.

Başka bir metinde, rutubet yüzünden kalayın bozulmasını önlemek için; Asurca “riksum” adı verilen bağ-demet şeklindeki kalay çubukların, “livitum” denilen sargı bezleri ile sarılıp mühürlenerek, “zakum” adı verilen yüklerle gönderildiği yazıyor.

Ancak, Asurlu tüccarların Anadolu’daki zengin şehir devletlerine gönderecek kadar bol miktarda kalayı nereden buldukları bu gün bile bir muammadır. Çünkü kalay alımının; Mezopotamya’nın güneyi, yani bugünkü Irak’ı kapsadığı coğrafyadan yapıldığı düşünülürse, jeolojik olarak bu topraklarda herhangi bir maden yatağı mevcut olamaz. Şahsi fikrimce; bu durumda Asurlu tüccarlar kalayı, Mezopotamya’nın kuzeyinde, yani Asur egemenliği altında bulunan bu günkü Doğu Anadolu’daki kalay madenlerinden elde ediyor ve batıdaki şehir devletlere gönderiyorlardı. Tıpkı eski çağlarda altın yataklarının binlerce yıl içerisinde tüketilmesi gibi Doğu Anadolu’daki kalay yataklarının da tunç çağı boyunca tüketilmiş olması mümkündür.

1899’da Osmanlı imparatorluğu hükümeti, Anadolu’daki ilk resmi kalay madeni arama ruhsatını M.M. Halagian ailesine vermiş. Ruhsat sahasının kapsadığı yer; Eskişehir’in Gömele bucağı yöresinde olup, 30.08.1900 tarihinde konuya ilişkin ilk araştırma raporunda; adı bilinmeyen bir başmühendis (!) tarafından; yörede %0.35-1.75 oranında kalay ile kasiterit ve manyetit içeriği olduğu söylenmiştir. Ancak 1940 yılında Zimmer, E. tarafından yörede yapılan araştırmada iz halinde bile kalaya rastlanmamıştır!

Şimdi gelelim madencilik tarihinde emperyalizmin dalaverelerine, ya da başka bir maden keşfi sahtekârlığına!

Anadolu’daki kalay madeni oluşumuna ilişkin en eski bilgi, haber niteliğinde olup, 1868 yılında J.G.Taylor tarafından Royal Geographical Society’de verilmiş. Taylor’un verdiği bilgiye göre; bugünkü Tunceli ilinin, Hozat-Tillek köyü yöresindeki Munzur çayının kuzeyine rastlayan Dojik dağının Surp Garapet olarak anılan mevkiinde bir kalay zuhuru bulunmaktadır.

M.Lucius ise, 1932 yılında yapmış olduğu araştırmada aynı yörede, Dojik dağının güney batı yamacındaki bakır cevherinin içeriğinde eser miktarda kalay olduğunu rapor etmiştir.

Bu iki araştırmacının o yıllarda yaptıkları araştırmanın sonuçlarından sonra şimdi gelelim dananın kuyruğunun koptuğu yere!

Bundan önceki yazımda; 1939 yılında Gülaman’da ilk kez krom etüdü yaptığını belirttiğim Alman Jeolog A. Helke, aynı yıl, Taylor ve Lucias tarafından verilen bilgilerin doğruluğunu araştırmak amacıyla söz konusu yöreye de gitmiş. Helke, yalnız Tillek köyü değil, Mamlis köyü yöresinde de yaptığı inceleme sonucunda yörede eser miktarda dahi bakır ve kalaya rastlamamıştır! Üstelik Helke raporunda, Dojik dağının kalker oluşumlu bir yapıya sahip olması nedeniyle burada bir kalay zuhuruna ya da başka bir maden oluşumuna tesadüf edilmesinin olanaksız olduğunu belirtmiştir.

Ne dersiniz bu işe?

Yararlanılan kaynaklar:

Kaptan, E. ve Jesus, P. S. Türkiye madencilik tarihi için genel bir araştırma (kalayın kökeni).

Taylor, G.J. 1868 Journal of the Royal Geographical Society, XXXIII, London.

Lucius, M. 1932, Anadolunun mağmatik cevher yatakları.

Helke, A. 1939, Tunceli Vilayetinde yapılan bir jeolojik tetkik seyahati hakkında rapor. 

 
Toplam blog
: 36
: 7030
Kayıt tarihi
: 12.12.07
 
 

Elazığ'ın, şimdiki adı Alacakaya olan, ama eskiden küçük bir madenci kasabasında; Güleman'da doğd..