Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mayıs '07

 
Kategori
Edebiyat
 

Anne: "Beni öp sonra doğur beni"

Anne: "Beni öp sonra doğur beni"
 

kızının adını sarmaşık koy anne
hayata ve hayale sarılarak büyüsün
oğlunun adını veda koy anne
hayatı ve hayali terkederek büyüsün
kendi adını cefa koy anne
hayatı ve hayali önüne katıp da sürüsün
benim adımı koymayı, bir zahmet unut anne
hayattan ve hayalden utanıp da çürüsün [1]

Böyle diyor küçük İskender "Lütfen Anne" adlı şiirinde. "Kahramanlar Ölü Doğar" adlı kitabında ise "Anneler Oğullarını Affetmez" adında, okuduğunuzda insanın içini hüzün kaplayan bir başka şiiri vardır. O şiir de şöyler başlar:

annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
annemin cenazesinde kılmadığım namaz kadar masum
annemin mezartaşındaki imla hataları kadar sarhoş
annemin vasiyetindeki,
'oğlumu benim yanıma gömmeyin sakın' maddesi kadar sevecendin.

bazı eski romanlar
'yıl bin dokuz yüz bilmem kaç' diye başlardı,
ben çocukluğuma, çocukluğumun çocuk romanına,
senin oyuncaklarını kırarak başladım.
ben her sonbahara hep yaz'ı kırarak başladım.
yazları kırarak sonbaharlara başlamak...
bunlar benim sevişirken kaybettiğim savaşlardı!

firari bir aşka saklanacak kalp bulmak
anneme talip olan yalnızlığın sorumluluğundaydı.
belki o kadının ölüm nedeniyle ısınan gözlerinin,
uzak şehirleri hatırlatan soğukluğunda
bir kalp bulmak
bir kalbe çevrilmeyecek bir teklif sunmak
okyanusları birleştiren hayali ara denizlerin sonundaydı! [2]

Bir söyleşide ailesine de değinen şair, "Annem ise Beyoğlu’ndan. Liseden ayrılmış bir kadın. Anneannemin enteresan bir çevresi varmış: Örneğin İngiliz Kemal’in eski karısı. Annemin genç kızlığı bu tür insanlardan dinlediği ilginç hikâyelerle süslü. Ancak zor bir aile anneminki. Sorunlu ve despot babanın kıyıcılığı usandırıyor. Babamın annemi görüp beğenmesiyle, annem neredeyse babamı tanımadan ‘evet’ diyor. İlk yıllar yoksullukla geçiyor. İlk yıllar derken, annem beni 18’inde doğuruyor; bir tür oyuncak bebeğim yani; hem sevilen hem de hırpalanan. Annem yemek yaparken mutfakta tezgâhın üzerine oturur, olup biteni seyrederdim. Yemek yemek değil, yemeğin yapılması ilgimi çeker. Yani sonuçtan çok, giriş ve gelişme kısmı. Âşık olmaktan çok, âşık olmaya giderken iç dengelerin bozulması. Şiirden çok, şiirin oluşum nedenleri. ‘Son’ sözcüğünden uzak durmamın, bana itici gelmesinin macerası, buralarda gibi.

Kendi açımdan sert bir çocukluk yaşadım; babam hırçın bir adamdı; dışarıda ne kadar sevecen ve aydınsa, evde o kadar uzak ve saldırgandı. Zaman zaman yakınlaşsak da, geleneksele olan bağımlılığını işten her akşam dönüşünde kapıda el öptürmeye kadar vardırtmıştı. Örneğin haftasonları onunla birlikte mecburi öğle uykuları, benim için bir tür hapisti. Psikanaliz oluyor ama, bugün gündüzleri uyuyamamam da belki bununla ilintili. (...)

Ezilen anne figürünün beynimde yer etmesindeki yardımlarını unutamam. Çaresizliğin, çıkamamanın, debelenmenin günceldeki hararetini bu tuhaf sitcom’a borçluyum. Nasıl desem, Kafka Ailesi. Dönüştüğümüz şey’le mücadelede hepimiz evin içinde yalnızdık." [3] demiştir.

Aynı şiirin bitimine bakalım:

Sana geldim yas tutar gibi
Sana geldim yağmur altında, bütün atları yaralı bir posta arabası gibi
Annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
'Beni annemin yanına gömme sakın' dedim sana
'Beni hiç gömme, ben hep burada kalayım'
'Bu evde çürüyeyim senin ıhlamur koan yatağında'
'Bu evde dökülsün etlerim
yaz'ı kırarak sonbhara başlayan bir ağacın döktüğü yapraklar misali'
Annemin elini öper gibi öptüm yine seni dudaklarından
sonra alnıma götürdüm dudaklarını ince ince, kibarca
'Affet beni anne' dedim
'Affet, tüm bunlar bir ölünün hayatta kalama heyecanından!"

Şu da ilginç bir nottur ki, Adam Sanat dergisindne gelen olumlu mektubu saklayan küçük İskender, annesinin bir gün odasını temizlerken mektubu bulması "Arasana oğlum, insanlar sana değer vermişler" demesiyle, Adam Sanatı aramış ve şiirlerinin hızla basımı başlamıştır.

Bazen anneler hayatınız değiştirir. Bazen de siz onunkisini...

Zor aile, hırçın bir çocukluk demektir. Hırçınlığı dışarı vuramayan insan dışından küçük gözükse de, içinden alev alır.
İyi ve sevgi dolu bir aile, pskikolojik olarak hayata karşı donanımlı ve olumlu, ayakları yere sağlam basan, sevildiğini ve destek gördüğünü bilen bireyler yetiştirir.

Bunun için her şey önce sevgiye ihtiyaç varadır. Çünkü "sevgi", korkusuzluğun ifadesidir. Sevdiğin zaman korku kaybolur, sevdiğin zaman korku yoktur. Birini seversen korku kaybolur; ne kadar çok seversen korku o kadar kaybolur. Korkunun olmadığı yerde güven ve huzur yayılır. Enerjiniz parlar.

Bütünüyle seversen korku mutlak şekilde yok olur. Korku sadece insan sevmediğinde ortaya çıkar. Sevmediğinde eksik kalırsın çünkü. Yarımsındır. Sevgisiz hayat, güvensiz badımlara neden olur.

Korku sevginin yokluğudur, kanun ve yasaklar sevginin yokluğudur.
Polisten orduya, savaşatan kana, cinayetten ölüme, sevgisizliğin kol gezdiği bir dünyada, herkese bir anne kalbi dağıtamıyacağımıza göre, belki o kalbin içindeki güzellikleri anlayarak ve anlatarak işe koyulabiliriz.

Bu işte bize en fazla yardımcı olacaklar ise şairlerdir belki de.
Özkan Mert bunlardan biridir.Hayatın nişanlısı olarak yalnız barışı gören şair, "Kadınların şiirle daha ilgili olduğunu sanıyoum. Kadınların yaşamın yaratcıları olduğunu düşünüyorum" der ve ekler: "Kadınlar daha çok barıştan yanadır erkeklere göre. Neden? Çünkü onlar yeni bir varlık yaratıyorlar. Yeni bir varlığı dünyaya getiren insan barıştan yana olur her zaman. (..) Bir şair olarak onları anlamaya, keşfetmeye çalıştım. Kadınların her alanda daha çok yer alması dünyanın geleceği açısından önemli." [4]

Cemal Süreya'nın en beğendiği şairlerden biri olan Özkan Mert, tıpkı Cemal Süreya gibi annesini genç yaşta kyabetmiştir. Bu nedenle "Gelincikya" adlı şiiri son derece önemlidir:

(...)
En çok annemi sevdim ben, incecik esmer bir kadın:
Gözleri ışıklı kahverengi, Ege ve dünyalar güzeli.
Öptü mü beni, bulutlara çarpardı saçlarım.
Elimden tutup Gelincikya'yı gösterdi bana.
Bu yüzden olsa gerek,
ışıklı kahverengi gözlü kızlar titretti beni hep.
Bir de gelincikya. [5]

Cemal Süreya hem sürgünlüğü hem de yoksul bir çocukluğu aynı anda yaşamıştır. Annesi erken ölür, yerine gelen üvey annesinin şiddeti nedeniyle zor anlar yaşamıştır. Onun "Beni Öp Sonra Doğur Beni" demesinin nendeni de, kadınında özlemini çektiği"anne ve şafkat" duygularıdır ki, yazıyı bize de duyamsattığı şiirle sonlandıralım:

Şimdi
utançtır tanelenen
sarışın çocukların başaklarında.
Ovadan
gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.
Taşarak evlerden taraçalardan
gelip sesime yerleşiyor.
Sesimin esnek baldıranı
sesimin alaca baldıranı.
Ve kuşlara doğru
fildişi: rüzgarın tavrı.
Dağ: güneş iskeleti.
Tahta heykeller arasında
denizin yavrusu kocaman.
Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
- uykusuzluğun sütlü inciri -
kovanlara sızmıyor.
Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni. [6]

Keşifçe:
[1] küçük İskender, "Lütfen Anne", E dergisi, Sayı 42.
[2] küçük İskender, "Kahramanlar Ölü Doğar", Om Yay., Mart 2001.
[3] küçük İskender, Söyleşi, Kitap-lık dergisi, Mart 2005.
[4] Özkan Mert, "Ben Savaşçı Değil, Gül Yetiştiriciyim" - Seçme Şiirler, Dünya Yay., Ekim 2005.
[5] Özkan Mert, "Gelincikya", Hayal Yay., Şubat 2007.
[6] Cemal Süreya, "Sevda Sözleri", YKY, Şubat 2001.

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..