Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Aralık '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Anne Makyajının Derin İzleri

Anne Makyajının Derin İzleri
 

Annemin dudak renginin ilk kez değiştiğini gördüğümde beş yaşındaydım. Kimseden izin almaksızın, akşamın karanlık sokaklarından geçerek, benimle yaşıt olan kuzenimi açık hava sinemasına götürdüğümde ise sadece altı yaşındaydım.

“Ee, ne alakası var anne makyajının bu tür bir çocuk suçu ile?!” dediğinizi duyar gibiyim. Biraz daha okuyun lütfen.

Yirmi yaşına girdiğimde Artvin ve Zonguldak dışında bütün kentleri gezip görmüştüm İngilizce bilen arabalı turistlere rehberlik ede ede. Çünkü ben çocukken, annem parfüm nedir bilmemişti!

Sekiz gün boyunca sadece otostop yaparak, Venedik’ten Londra’ya gittikten sonra, orada tek başıma yeni bir yaşam kurabileceğime olan özgüvenle öğretmenlikten istifa edip dilekçemi Bornova Anadolu Lisesi’ne gönderdiğimde yirmi dört yaşındaydım. Otuz dört yaşına girdiğimdeyse, yirmi bir ülke gezip görmüştüm. Çünkü annemin ten ve süt kokusundan başka koku duymamıştım ana kucağında.

Bana bu bağlantıları ve çağrışımları yaptıran şey, okuduğum bir psikolojik araştırmanın sonucu oldu:

Yeni doğmuş gözleri kapalı bir bebeğin bildiği tek şey ağzına sokulan meme ucunu emmek. Bu genetik yetenek yaşamsal öneme sahip; çünkü bebeğin hayatta kalması süt emmesine bağlı. Emme işini yaparken de çok iyi öğrendiği iki şey var; biri sütün tadı ve kokusu, diğeri annesinin ten kokusu.

İşte, bebeğin doğumdan bir-iki gün sonra kendini güvende hissettiği tek ortam, anne göğsüne yapışıkken onun kokusunu sürekli duyduğu o sıcak ortam... Bebek o kokuyu almadığında, kendini terk edilmiş ve hayat damarlarından biri kesilmiş hissediyor.

Gözleri tamamen açıldıktan, eşyaları ve yüzleri iyice ayırt etme yeteneği kazandıktan sonra, görüntü de önem kazanıyor koku yanında. Bebek süt emerken gözlerini açıp annesine baktıkça, bir ressamın karşındaki yüzü tuvaline ince ince işlemesi gibi, annenin yüz çizgilerini ve renklerini nakış nakış kaydediyor beynine.

Lohusa dönemi bitiyor, anne, hamilelik travmalarından kurtuluyor, artık günyüzü görmek, topluma karışmak istiyor. Ve ilk makyajını yaparak, bebeği birine teslim edip dışarı çıkıyor. Fakat eve döndüğünde anne kokusunu ve sütünü özlemiş, haykırı haykıra ağlayan yavrusunu suçluluk duygusu içinde öpüp yatıştırmaya başladığı anda belki de en büyük suçunu bilmeden işliyor; bebek için ilk kızıl kıyamet işte o zaman kopuyor!

“Bu da ne! Bu ne koku böyle! Kim bu, beni kucaklayan bu kadın da kim, nerede benim annem, nerede annemin o mis kokusu? Şu kıpkırmızı dudaklara bak! Nerede annemin beni öpen kahverengi dudakları, bu dudaklar kimin!? Anne!.. Anne!.. Nerdesin?!” diye feryat ederek, kaç aydır kendini en güvende hissettiği o sevecen ve özverili ana kucağının, yani dünyasının başına yıkıldığını hissetmeye başlıyor çocuk.

Ve anne -çocuğun huzursuzluğunun nedenini asla bilemeden- türlü türlü parfümler, allıklar, rujlar kullanmaya devam ediyor... Bebekse bu yeni kokuya ve yüz renklerine alışamamanın yarattığı travma yüzünden ne annesine güvenebiliyor, ne de başkalarına. Özgüvensiz ve insanlara güvenmeyen bir kişiliğin temeli de böylece atılmış oluyor süt emerken bebeğin yüzüne dökülen pudra sağanağında...

Güvenini yitirmiş bir ana kucağında büyümek, güven ve özgüven kazanımında tek faktör değil elbette; fakat beyindeki ilk bilgi ve duygu örgüsünü oluşturan yüzlerce dış etkenden çok önemli biri. Araştırmalar böyle diyor. Benim gözlemlerimle de örtüşen bir bulgu bu.

 
Toplam blog
: 147
: 2923
Kayıt tarihi
: 05.05.07
 
 

İngilizce öğretmeniyim, çevirmenim, dilmaçım, araştırmacıyım. / Beş kitabım var: Beynin Kimliği, ..