Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ocak '12

 
Kategori
Anne-Babalar
 

Annemin yaydığı ışığın altında yaşamanın umudu

Annemin yaydığı ışığın altında yaşamanın umudu
 

BU DİRENCİN HEP VAR OLSUN ANNEM


Yollarımızın ayrılıp başka başka kentlerde yaşamaya başladığımızda annemin; gözlerinin artık hiç görmez, yürüyebilmesinin artık yok denecek kadar yavaşlamış olduğu günlerdi. Yaşlanmış annemin doğal olarak yıllar işlevli yaşam ünitelerini ya durdurarak (gözlerinde) ya da sekteye uğratarak götürürken bunu normal bir süreç  olduğunu düşünüyordum. Tıpkı Aristo’nun M.Ö. 300 yıllarda kaleme aldığı “Yaşlanma, ölümle son bulan amansız bir dağılma ve perişanlık süreci” dediğindeki normal görmeydi. Moleküler ve hücresel kuramlar günümüzde bile yaşlanmanın insan açısından vücudunda bir zarar, bozukluk, çöküşe neden olan fizyolojik bir süreç olarak algılayıp, bize sunması gibi.

Annemle yol ayrılığımızda annem 77 yaşına gelmişti ve yaşlanmayla amansız bir çöküş sürecine girdiğini düşünüyordum, annemi yalnız bırakmamın tedirginliği ile ben de beynimde gizli bir çöküş sürecine de girmiştim. Onun evde tek başına kalması ve benim o saatlerde işte olmamın vicdan azabıyla artık ayrılık zamanının geldiği, tek dayanağım onu çok seven kız kardeşimin yanında daha güven içinde kalabileceği olmasıydı.

Bir makale ile karşılaştım*;”Yaşlanma, evrimin ürettiği bir işlevsel azalma süreci. Ancak paslanma gibi kimyasal hasarın giderek artığı, çürümeye yol açtığı gibi yağışımlı bir süreç olmadığı, yaşlanma doğal seçilim sürecinin etkin alanında yoğunlaşmayla ölümü getirirken, seçilim sürecinin (yani artık hücrelerin ve bedenin ve beynin tercihlerini bıraktığı süreç.H.H.E.) etkinliğinin yavaşlaması ile ölüm sürecinin atlatıldığı yaşlanmanın durduğu tek düzelik içinde yaşamın sürdürülebildiğini” okuyunca yüreğimde bir sıcaklık duygusunun yükseldiğini gördüm.

Babamı 75 yaşında kaybetmiştim. Çok diri insanın bir anda ellerimin arasından yitmesi, annem için de istemediğim bir durumdu. Yaşı kaç olursa olsun insanın öksüz kalması hep hüzündü her yitirişin acı olması gibi.

Demek ki son aylarda beyin kanaması geçiren, komada yatıp dirilen annemin; yürüyemeyen, görmeyen haline bir de alzheimer hastalığının yüklenmesi bir yatağa baglılığı olmasına karşın yaşamasının devam edebileceği, ölme zamanının ve yaşlanmışlığının durma noktasına gelmiş olabileceği ve onun yaydığı ışığın altında yaşayabileceğim umudu boy göstermişti. Çok değil daha birkaç hafta öncesine kadar konuşamadığı, kelimelerini dilnde sürte sürte zorlanarak ve yuvarlayarak kulaklarıma getirebildiği günden artık Ali Ekber ÇİÇEK’in bir türküsünün mısralarını dinleyebilen bugününü yaşadım!...

Onun gözlerine bakabilmek, onun görememesine karşın, senin onun onun güzelliğine hem de anne güzelliğine sevecenlikle uzanabileceğini, yumuşacık yanaklarına kıllı yüzümü sürerek içimdeki sevgi anaforlarının dalga dalga coşmasının, kıvrık ama pürüzsüz sıcak ellerini öpmenin tadını hele bir de ona Türkçe “kurban olurum anne!” Kürtçe “ez kurbane daye” diyebilmenin keyfine diyecek yok. O torunlarının varlığı ile çevrimlenirken ben onun kanatları arasına bizişmekten mutlanıyorum. Tıpkı kız kardeşim gibi.

Annemin alzheimer hastalığının nedenini bilememiştim ve diğer hastalar gibi bilinemezlik içinde sürecek diye düşünüyordum. Neurology dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre ise; “Alzheimer hastalığında beyin hücreleri yavaş yavaş ölmeye başlar. Kısa vadeli bellekten sorumlu ve yeni bilgileri varolanlarla bağlayan beyin bölgeleri ilk başta etkilenenlerdendir.” Yani bugünden çok geçmişle yaşamaları bundandan. “Alzheimer hastalığına yol açan şeyin beyin kabuğundaki incelmelerden meydana geldiği, sırt omiriliği sıvısında Beta Amyloid-42 proteinin omirilik yerine beyinde toplanması sonucu beyin kabuğuna hasar vererek incelmesine neden oluyor.”

MRT taramalarıyla ve bazı testlerle Alzheimer hastalık risk tespit edilebilirmiş. Hastalığı yenmenin ya da durdurmanın yollarının bulunması için deneylerin yapılması gerektiği belirtiliyor. Ne çok uğraş gerektirir bilmem ama annemin bugünle iletişiminin sık sık kopmasının verdiği algılama zorluğumuzu nasıl yeneceğiz pek bilmiyorum. Alışarak demek pek doğru düşmüyor ama…

Aşık Yoksuli'nin Garip adlı bir türküsü var ve buraya gelme vakti geldi.

Ömür denen garip yolda
Yürüyorum dalgın dalgın
Sabah yeli değmiş gibi
Eriyorum dalgın dalgın

Bilinmez deryanın dibi
Elbet vardır bir sebebi
Birşey yitirmişler gibi
Arıyorum dalgın dalgın

Yoksuli'yim bile bile
İşte bundan düştüm dile
Kucaklaştım toprak ile
Çürüyorum dalgın dalgın.

 

*Rita URGAN, YAŞAM DOKSANINDA BAŞLAR başlıklı makalesi Cumhuriyet Bilim Teknik 6.Ocak.2012

 
Toplam blog
: 47
: 288
Kayıt tarihi
: 15.12.10
 
 

Denize yakın adam... İzmir'de yaşıyorum. ..