Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Haziran '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

Araplaşan Türkler

Araplaşan Türkler
 

29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilân edildiğinde Mustafa Kemal Atatürk, kırk iki yaşındaydı. Aynı yola baş koymuş arkadaşları da hemen hemen aynı yaşlardaydı. Ve o güne kadar bugün büyük övüncümüz olan Türkiye Cumhuriyeti'nde yetişmiş olan herkes aslında henüz Osmanlıdır.

29 Ekim 1923 yılından sonra doğanlar ise yeni Türkiye Cumhuriyet'i kimliklilerdir.

Mustafa Kemal Atatürk, fiilen olmasa da kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni 10 Kasım 1938 saat 09.05'e kadar yönetmiştir. Onun aydınlık ruhunun varlığı ile bugüne kadar gelmiştir. Kısaca, Mustafa Kemal'in bırakmış olduğu ilkeler kurmuş olduğu Cumhuriyeti ayakta tutmuştur.

Ve açıkca söyleyelim ya da uyaralım: Atatürk'ün Cumhuriyeti son günlerde çok büyük bir tehlike altındadır. Ne yazık ki bu emaneti "koruma" ve "kollama" altında olanlar çok çeşitli nedenlerden dolayı sessiz kalmaktadır.

Çağdaş Türkiye'nin dün de, bugün de en büyük düşmanı "gericilik"tir. Hattâ, Osmanlı'nın son günlerinde yapılan yenilik hareketlerinde bile Osmanlı'yı köstekleyen işte bu gericilerdir.

Gericilik hareketi çağdaş Türkiye'nin en tehlikeli düşmanıdır, çünkü gericiliğin arkasında "dincilik" vardır, "müslümancılık" vardır. Hiç kimse yanlış anlamasın İslâm dini felsefinde "gericilik" yoktur. Müslümanlık geri kalmışlığın nedeni asla ve asla değildir. Ancak, İslâm dini, diğer dinler gibi her boyutuyla tartışılamadığından hâlâ tam olarak öğretilmemiştir. Öğretmek de çıkarlarına ters düşer.

Hiç bir din insanlara yalnız "ibadet" öğretmek için kurulmamıştır. Din kitaplarında insanları sosyal bir varlık yapma yolunda öğretiler vardır. Felsefe, bilime yönlendirme ve tarih vardır.

İslâm dünyası ne yazık ki, son peygambere, son kitaba ve son dine sahip olduğu halde, en geri bıraktırılmış insanlardan oluşmaktadır.

Türkler 10.yy'dan itibaren İslâm dinini kabul etmeye başladıklarında aslında kazanan İslâm diniydi. Çünkü, Türkler, Arap tipi müslüman yaşam tarzından bambaşka bir tarzla İslâmiyeti yaşamaya başlamışlardır. Türklerin bu yaşantısı Beylikler devrinde de aynıydı, Anadolu Selçukluları devrinde de aynıydı, Osmanlı Devleti'nde de aynıydı ve 1980'li yıllara gelene kadar Türkiye Cumhuriyeti'nde de aynıydı. Diğer Arap ülkelerinde yönetimde bulunanlar tarafından yobazca, bağnazca uygulanan İslâm kuralları bütün Türk devletlerinde, Kuran-ı Kerim'e bağlı kalınarak uygulanıyor gibi gösterilmiştir. Fakat katı şeriat kuralları uygulanmamıştır. Türk devletleri halkın gündelik yaşamında, inanç yöntem ve şekillerini kutsal kitaplarından almıştır. Devlet işlerine dini karıştırmamıştır. (Her ne kadar ulemalara danışılsa da son söz yöneticinin olmuştur.)

Türklerin dünya üzerinde her zaman farklı bir yeri vardır. Lütfen bunu bir ırkçılık olarak yazdığımı düşünmeyin. Ama, gerçekleri görebilmemiz için söylenmesi, yazılması gereken şeyler vardır. Örneğin Türkler varolduklarından beri bağımsızlık onların en büyük karakterleri olmuştur. Her zaman yeniye, doğruya, iyiliğe, bağımsızlığa, eşitliğe, bilime, edebiyata doğru koşmuşlardır. En büyük düşmanlarını kendilerine haksızlık edenlere, topraklarına göz dikenlere karşı sürdürmüşlerdir. İşte bu saydığım nedenlerden dolayı da diğer Arap müslümanlarından farklı bir müslümanlık yaşamışlardır.

Haydi özetleyelim: Türkler 10.yy'da kabul ettikleri İslâmiyeti, Arap gibi yaşamamıştır.

İşte, günümüzde yaşanan çelişki budur: Bir yanda "Türk" gibi İslamiyeti yaşamak isteyenler, öbür tarafda "Arap" gibi İslamiyeti yaşamak isteyenler. Gericilikle savaş dediğimiz de işte bunun adıdır.

Arap biçiminde İslamiyeti yaşamak tamamen bir değişimi getirir. Bu değişim günümüze kadar Türk yaşam tarzıyla hiç bir şekilde uyuşmaz. Yani, Arap yaşam tarzındaki İslamiyet, Türklere uymaz. Bu nedenle de zaman zaman alevlenen "Türkiye'ye şeriatı getireceğiz" söylemleri büyük bir yanılgıdır ve büyük bir cahilliktir. Ola ki böyle bir şey denendiğinde elbise bedene uymaz ve elbise patlar. Türkiye ve Türkler kendi içlerinde tarihinin en büyük savaşına girmiş olur.

Türklerin İslam dinini bir başka değerler zinciriyle yaşadıklarının en büyük kanıtı Mustafa Kemal'in yanında yer alan Osmanlı halkı olmamış mıdır? Ülkenin bazı yerlerinde ortaya çıkan bir avuç gerici ve yobaz dışında Mustafa Kemal'in davasına ve sonra devrimlerine karşı çıkan halk olmuş mudur?

Olmamıştır, çünkü, halkın derin köklerinde "bağımsızlık" her zaman "dinden" önce gelmiştir. Dinini kendi içinde yaşayan birey, devletinden hiç bir zaman olumlu ya da olumsuz müdahale istememiştir. Dini inanç her zaman ve ortamda kendi kaynağında akıp sürmüştür. Ve hiç bir zaman yobazlığa, gericiliğe prim vermeyen Türkler, Mustafa Kemal'in çağdaş, bağımsız Türkiye'sine destek vermişlerdir.

Günümüzde de çağdaş Türkiye'nin en büyük korkusu "gericilik"tir. Ve bu kez gerçekten tehlike kapıdadır. 1950'li yıllarda başlayan Türkleri Araplaştırma sevdası giderek başarı kazanmaktadır. Önce düşünce yapısı olarak insanlarımızdan "Ne mutlu Türk'üm diyene" inancı silinmeye başlandı. İslâmiyetin, dinin her şeyden üstün olduğu yayıldı. Ne olduğu bilinmeyen, ilk okul mezunu imamlar devlet eliyle teşvik görüp, camilerde, televizyonlarda bangır bangır propaganda yaptı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarına, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'ne olmadık küfürleri, bu ülkenin milletvekilleri etti.

Amaca ulaşmak için dış destekli yönetimlerin ne yazık ki 12 Eylül askeri darbesini bile kullandıklarını düşünürsek, işin ne kadar tehlikeli boyutlarda olduğunu görürüz. Bu bir "komplo teorisi" değildir. Elli yıllık yüz yıllık gelişmiş planlar düzenleyen Amerika gibi ülkelerin "bağımsızlığına" düşkün bir Türk halkına tahammülü yoktur. İşte bu nedenle de bu düşkünlüğü ortadan kaldıracak tek şey bu halkı değiştirmektir. Ve ne yazık ki bu halk giyimiyle, konuşmasıyla, yazısıyla, her türlü söylemleriyle değişmiştir. Asırların ardından gelen Türk yaşam gelenek ve görenekleri büyük bir hızla Araplaşmaktadır.

Ne yazık ki bugün yönetimde olanlar da bunları desteklemekte veya görmezlikten gelmektedirler.

Bugün içinde yaşadığımız sancı Türklükten, Araplığa geçiş sancısıdır. Bunu durdurmanın yolu bence seçimlerle yönetime geleceklerin ellerine bırakılmamalıdır. Çok daha radikal kararlar alabilecek belki de "teknokrat", çağdaş, Atatürkçü, bilimden yana yöneticilere acilen ihtiyacımız var. Aksi durumda, Ortadoğu'yu yeniden biçimlendiren Amerika Birleşik Devletleri'nin Araplaştırdığı ve "dini" uğruna "bağımsızlığını" feda eden çağdışı bir ülke olarak yaşamımızı sürdüreceğiz.

Türkiye Cumhuriyeti'ni de tarihin yapraklarına terk edeceğiz.

Evet, Türk insanına dikilen Arap elbisesi dar gelip patlamaktadır, ama bunu ısrarla giydirmeye kalkanlara karşı durmak hepimize düşer. Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'ni koruma görevi yarın çok daha değişik boyutlara ulaşabilir. Bu da iki dünya görüşünün eli silahlı savaşımı demektir.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..