Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '09

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Arkası yarın? Haaaaa....

Arkası  yarın? Haaaaa....
 

Arkası yarın…

Ne?

Arkası yarın…

Eskiden radyoda TRT1’de arkası yarın olurdu.

Ama her gün…

Adı üzerinde arkası yarın.

Şimdiki diziler gibi hiç kaçırılmazdı.

Öyle böyle değil,

DoğruTürkçe.

Diksiyon…

Ekrandaki dizlerin görselliği diksiyonun, düzgün Türkçenin önüne geçiyorken, radyoda sadece sese odaklandığınızdan ince detaydı.

Sadece sese odaklanmanın bir iyi tarafı da gözünüzde canlandırabiliyordunuz.

Sesler kılavuzunuz oluyordu.

Hani uyuma modun da masal anlatılırken böyle hayal dünyasıyla gerçek arasında gidiş gelişler olur ya aynen öyleydi abi…

Yâda kitap okursunuzda kendinizi romanın kahramanıyla özleştirir, sayfalar arasında gerçek oluverirdiniz.

Ekranda olan öylesi işte…

Neyse konuyu saptırmadan esasa dönelim.

Ne demiştik?

Arkası yarın demiştik.

Münevver Karabulut cinayeti arkası yarın gibi oldu.

Aylardır her gün arkası yarın gibi izliyoruz, dinliyoruz, okuyoruz.

Sonu yok mu dediğimiz arkası yarın.

Üzücü bir olayın medya ve basın tarafından böylesi arkası yarına dönüştürülmesi insanın aklına acaba Medya toplumu yönetiyor mu istediği yere yöneltiyor mu gibi bir şeyi getiriyor.

Acabası da yok…

Harbi harbi…

Bu salt bu cinayet haberinin arkası yarına döndürülmesiyle sınırlı değil üstelik…

Ve bu rahatsız etmeye başladı çoğumuzu.

Acı bir olay ama, ya daha şurada pisi pisine ölen sel mağdurları dururken , sanki bir üst örtme gibi bu olayı temcit pilavı gibi ısıta ısıta toplumun önüne serme.

?

Olabilir mi olabilir.

Her yönden bakmak gerekir diyen bir insanım ve bakarımda…

Bir taraftan bakmak insanı 1-0 yenik başlatıyor.

Bu arkası yarın haberlerin bir taraftan bakış açısı.

Diğer taraftan bakıyorsunuz ulusal basının kelli felli gazetelerine, hepsinde ayni haber.

Sanki tek bir elden kanalize ediliyor.

Biraz daldan dala olacak ama benim meşhurdur kalem sektirmelerim, siz değerli okuyucu dostlarım bilirler beni…

Bilmeyenler?

Özellikle hani üçüncü sayfadaydı bir zamanlar şimdiyse ilk sayfalarda yer bulan polis-adliye haberleri şimdi bir bakıyorsunuz medyada, basında sadece sayfa ya da haber sırası farkıyla …

Acaba; ki, sektörün en ağır yükünü taşıyan kişileri diye de düşünürüm polis-adliye habercilerini, artık kızağa çeken merkezden ajanslar yardımıyla haber alan gazete genel yayın yönetmenleri yüzünden mi bu tek düzelik?

Bakın eskiden hastanelerde bile birer muhabir olurdu derlerdi.

Haber sıcağı sıcağına…

Fırından çıkmışçasına…

Yerel basın bu konuda tabiyki medyada ulusala göre daha ciddi.

Araştırmacı gazetecilik daha yaygın yerelde.

Yereldeki tek antipati kendi arasında birlikteliği kuramamak.

Nerden geldi şimdi bu ara nağme.

Senden ara nağme isteyen mi oldu ki.

Tamam.

Sussssss.

Dırıltı etme…

Evetttt, konuyadöndük

Tabi sınırlar, kırmızı çizgilerde yok değil, aman canım o zamanda kuşlar devreye giriyor.

Zor meslek gazetecilik vesselam.
Ama dediğim gibi polis-adliye gazeteciliği çok daha zor.

Düşünsenize;

Hep kötü haberler…

Cinayet, tecavüz….

Diğer yandan Ergenekon davasını da izleyenler acaba polis-adliye habercileri mi diye de aklıma bir soru takıldı bak şimdi.

Hep öyle oluyor tam bir konuya odaklanmış yazı yazı veriyorken pat bir soru?

Dağılıyorum ve bu kalemime de,

Ayyyy! Pardon klavyeme de yansıyor.

Kalemle yazsam belki bu kadar dağılmam mı ne ki…

Toparla…

Hemennnnn…

Sanırım onlarda, yani Ergenokon davasını izleyenlerde polis-adliye habercileri…

Devlet-medya ilişkileri…

Derkennnnn toplum yönlene yönlene helak oluyor özün sözü…

Ve arkası yarın özelliklede şiddet içerikli haberler hazmede hazmettire topluma enjektre ediliyor ya.

Nediyeyimmmm…

 
Toplam blog
: 334
: 456
Kayıt tarihi
: 26.07.07
 
 

Yaşama değer veren bakış açısıyla biraz antika sayılabilecek düşüncelere sahip bir insanım. Geçmişte..