Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Kasım '07

 
Kategori
Blog
 

Artık demir almak günü gelmişse buradan...

Artık demir almak günü gelmişse buradan...
 

Tam beş yüz otuz gün önceydi...Ya da yaklaşık on sekiz ay, yetmiş altı hafta bir başka hesapla. Geçen sene yaşadığımız haziran ayının dokuzuncu günüydü. Milliyet Blog ile tanıştım tesadüfen. Kanım kaynadı, sıcacık hissettim damarlarımda akanı. Üye olmaya karar vermem, siteye başvurmam, MB yönetimi tarafından kabul edilmem; hepsi aynı gün gerçekleşti yanlış hatırlamıyor isem.


Yıllardan beridir yazıyor, dört yaşımdan bu yana da, aralıksız kitap-dergi okuyordum. Şiire meraklıydım. Müzikle haşır-neşir. Modern danslara ve halk danslarına tutkun. Edebiyat ise olmazsa olmaz gönül sporum. Kültür, sanat ve folklorla sarıp sarmalamıştım kendimi.


Bu platformu; bugüne dek heybemde biriktirdiklerimi, yazdıklarımı, ürettiklerimi, yazacaklarımı, sevinçlerimi, hüzünlerimi, zevklerimi, öfkelerimi, tepkilerimi ve isyanlarımı, kabullenişlerimi, değer verdiklerimi, geri durduklarımı, içimdeki çağlayanlarımı; paylaşmak isteyenlerle paylaşabilmek, bölüşebilmek fırsatının saygın zemini olarak gördüm.


Bu duygularımın, beklentilerimin çok büyük bir bölümünü de -ne mutlu bana ki- yaşayabildim, karşılayabildim. Çok enteresan, yüz gülümseten, insanın içini kıpır kıpır eden olaylar yaşadım. Mutlu oldum.


Milliyet Blog camiası içerisinde; çok hoş, çok ince, çok naif, çok müstesna insanlar tanıdım. Bu güzelliklerin yüksek insanlık seviyelerinden nasiplenmeye çalıştım.


Blog yazarlığı yapmanın, bana kazandırdığı en büyük artılardan biri de kendimi yazı yazmak konusunda disipline edebilmem oldu. Şüphesiz daha önceleri de yazıyordum ama burada, tabiri caizse, yazmaktan daha bir farklı haz alıyor olduğum duygusunu yaşadım.


Otuz dört yıllık yaşamımda, günlük hayatımda; bir tek an ya da bir tek kişi için olsun, bir tek menfaat kalemi için lazım gelsin bükülmedim, eğilmedim, kişiliğimi ne kendi ayaklarım altına, ne de bir başka ayak tabanına almadım, aldırmadım.


Kan kussam da kızılcık şurubu içtim demem gerektiğini, bana, yaşamları ile anlatan çok yakın insanlarım oldu. Ekmeğimin dahi yalakası olamayacağımı da. Riyakarlığın, yalanın, dolanın, haramın, insan hakkı yemenin, iftiranın ateş gibi yakıcı; saman altından su yürütmenin, nankörlüğün, kinin ve nefretinse zelzele gibi yıkıcı olduğunu da.


Kökeninde eğitimci ve yönetici bir babanın oğlu olarak, kendisinin gayet bilinçli yönlendirmeleri ile lise son sınıfa kadar olan okul yıllarım; sosyal, kültürel ve sportif etkinliklerde, ortamlarda, gruplarda geçti. Girip-çıkmadığım kurs, topluluk, ekip, takım, faaliyet kalmadı. Çok dışa dönük bir çocukluk ve ilk gençlik dönemim oldu.


Üniversite yıllarım ise ailemden uzakta ama kültürün, sanatın, sporun, siyasetin, sivil toplum yapılanmalarının tam da göbeğinde, Ankara’da geçti. Dernek ve vakıf faaliyetlerinde, siyasal parti ve gruplarda, modern ve halk dansları topluluklarında, sportif oluşumlarda aktif olarak yer almaya devam ettim. Yaşamımın her döneminde kendimle barışık oldum.


İş hayatım ise öğrencilik yıllarıma göre biraz daha durulmuş olarak yaşandı, yaşanmakta. Bunun tek sebebi ise profesyonel iş yaşamımın bana yaşattığı en büyük fukaralık olan zaman fakirliği. İşte bu aşamada, Milliyet Blog imdadıma Hızır gibi yetişti. Üretmek ve paylaşmak adına. Hem de hiçbir çıkar gözetmeksizin.


Beş yüz otuz gün önce de bu düşüncede idim, bugün de.


Ancak kırıldığım, üzüldüğüm zamanlarım da oldu maalesef. Çok değildi ama oldu. Olmasın isterdim ama oldu.


Bu yazımı, hiçbir kimseyi hedef alarak yazmıyorum. Lütfen bu sefer inanın.


Bu yazımın, kelimelerle ekranlarınıza işlediklerimin sebebi, amacı; sadece ve sadece dertleşmek, iç dökmek, samimi bir dosta açılmak, konuşmaktır. Ve yine bu yazımı, bu satırlara kadar okuma teveccühü gösteren herkes ama herkes, benim gözümde dosttur, değerlidir, sevgilidir.


Paylaşmış olduğum bu taşkınımı, yine farklı anlamlara çekebilecek, farklı zeminlerde değerlendirebilecek arkadaşlarımız olabilir. Olsun. Her değerlendirme, değerlendirileni ele aldığı kadar değerlendireni de ele verir. Ve bu tip yaklaşım ve düşünceler, tabi ki beni kırar ve üzer ama ötesinde hiçbir anlam ifade etmez. Söyleyeni ya da söyleteni bağlar.


Bizim, atacak yüreğimiz ve alacak nefesimiz olduğu sürece gönlümüz titremeye, gözümüz ağlamaya, sevmeye ve sevilmeye devam edecek, edeceğiz.


Bugün buradayız. Yürek muhasebemizi, dün olduğu gibi bugün de yapmaktayız. Yarın da yapacağız. Ve bir gün defter-i kebiri kapatacağız. Sayfanın altına kadar bir çizgi çekeceğiz. Umarım bilançomuzun aktifi pasifini ezer de geçer. Almış olduğumuz gönüller, kırmış olduklarımızın o naif kırılganlıklarını da tamir eder.


Aşk olsun. Başka ne diyeyim ki dostlar? Aşk olsun.


@Geçen sene bugün “Beyaz Kurdele Takmayacağım!”: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=14315


@Geçen sene bugün “Kurtlar Vadisi-Irak: Düşündüklerim ve Hissettiklerim”: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=14361

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..