Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ekim '10

 
Kategori
Eğitim
 

Aşık Ercişli Emrah ile Selvi Han (3)

Aşık Ercişli Emrah, babası Aşık Ahmet'i atışmada mat edince, baba sazını duvara astırdı ve bir kenara çöktü. Dua eyledi oğluna, aşıklık yolu artık evlada geçmişti. Aşıklığın çilesini de, töresini de, cesaret ile doğruluğunu da, mükafatını da artık oğlu çekecek, oğlu bilecek, oğlu yaşayacak. Aşıklık şimdi de var, ama eskisi kadar dinleyen yok!.. Bu da milletimiz için büyük kayıp. Her zamanın bir düzeni ve bir devranı vardır. Bu devranı sürenler vardır. Hiçbiri sürgit gitmez. Devirler de geçer, devran sürenler de... Geriye güzel sözler, yaşanmış doğru hayatlar ve yapılan iyilikler kalır...

Biz gelelim Aşık Ercişli Emrah ile Selvi Han'a... Okuyalım Ali PÜSKÜLLÜOĞLU'nun kaleminden:,

"Emrah, Miroğlu Ahmet Bey'in konağına yerleşti. Saz bir yandan, söz bir yandan, sevda bir yandan... Aşk dolusunu içtiği Selvi'nin düşüyle, için için yanıyor, tutuşuyordu. Yanış ama ne yanış!.. Sanırım ki, sevda çekmiyor, sırtıyla dağlar gibi kayalar çekiyordu Emrah... "Yaşı ne, başı ne!" diyeceksiniz... Aşk dolusunu içende yaş baş sorulur mu? Sevdanın yaşı başı olur mu, düşmeyegörsün gönle...

"Böyle, sevdadan yanıp tutuşan Emrah, Miroğlu'nun konağında çalıp çağırıyor, derdini sazının tellerinde dile gitiriyor, şiirlerinde açığa vuruyordu:

Irak yollar yakın olsa,

Her güzelde hakkım olsa,

Dostum Lokman Hekim olsa,

Sarsam yarayı yarayı...

"Emrah, böyle çala söyleye dursun, günler bir su gibi akıp gidiyordu. Böylece, aradan, ben diyeyim beş ay, on ay; siz deyin on ay, on beş ay geçti. Gün dolandı, ay dolandı. güzden kışa, kıştan bahara gelindi. Çayır çimen yeşerdi, dağlar bağlar donandı, koyun kuzu meleşti. Sular hendeğine doldu, ağlayanlar güldü. Ve de gele gele, Nevruz geldi... Kimileri Nevruz, kimileri Sultani Nevruz der ona, Mayıs ayının ilk haftası... Hıdrellez derler. İşte o gün, ilkyaz, bütün güzelliğiyle başlar. Dağlar, taşlar şenlenir; türküye keser. Doğa, gelinleşir. Yüreklerde nice aşklar tutuşturur.

"Emrah, pirin söylediği Selvi'nin derdiyle, o sabah, penceresi önünde düşünüp duruyordu. İçinden, "Acep şu yeryüzünde bir başka Miroğlu Ahmet daha mı var? Yok ise, peki, nerde Selvi?" diye geçiriyordu ki, ne göre?!.. Yoldan bir koyun sürüsü gitmede, sürüyü de kırk güzel kız gütmede...

"Emrah, "Aman bu nasıl iş? Bunca zaman var, böyle bir şey ne gördüm, ne duydum" diye düşünedursun, kızlar sürüyü yaylıma yollayıp geri döndüler. Bu kez, Emrah'ın penceresine daha yakın bir yerden geçmeye başladılar, şakalaşıp gülüşerek... Emrah, "Acep Selvi Han bunların içinde var mı? Hangisi?" diye düşünceye daldı. Daldı ya, baktı ki kızlar geçip gitmede. O zaman, kendi kendine dedi ki, "Saz çalar, kendimi tanıtırım. İçlerinde Selvi Han varsa, karşılıksız koymaz beni. Yoksa artık bu konakta durmam, alır başımı giderim, aramaya çıkarım onu."

"Böyle düşünüp, aldı sazı Emrah, bakalım kızlara ne söyledi:

Ovada yayılır koyunla kuzu,

Yerin çiçeğisin, göğün yıldızı,

Emrah bir köledir, sen bir bey kızı,

Söyle sırma tellim, kimin yarisin?

Emrah, böyle deyip kesti. O, böyle deyip kesti ya, meğer Selvi Han da pir elinden dolu içip Emrah'a aşık olmamış mı? Kırk kızın en güzeli olan Selvi Han, Emrah'ın bu söylediklerini duyunca, bayılıp düştü. Hakk aşığı, sevdiğini görünce bayılıp düşermiş. Hem de kaç kez... Emrah, söz attığı kızın Selvi Han olduğunu, böylece anlayınca, hak aşıklığının gereği, o da bayılıp düştü. Emrah, konakta bayıladursun... Kızlar, Selvi Han'ı, düştüğü yerden kaldırıp, konağının bahçesinin bir köşesine götürdüler. Aman yaman deyip, yüzüne gülsuyu serpip, güç hal ile ayılttılar. Selvi Han, kendine gelince:

"O aşığı çağırın, gelsin de bize biraz çalıp söylesin!.." dedi. Kızlardan birini Emrah'a gönderdi. Kız, Emrah'ın yanına geldi ki, ne göre? Saz bir yanda, Emrah bir yanda yatmada... Neyse ki, o sırada Emrah, kendine geldi. Kız, "Aşık" dedi, "o kız, Miroğlu'nun kızı Selvi Han'dır. Sazını, sözünü çok beğendi. Bahçede bekliyor. Gelip, biraz çalıp söylemeni istiyor." Emrah, bunu duyunca, sevinçten öleyazdı ama, belli etmedi. Kalktı, kendine çeki düzen verdi. Sazını da aldı. Bahçeye indi. Selvi Han'ın yanına vardı ki, ne göre!.. Ayın on beşi gibi yalp yalp eden, besili ceren gibi bir kız Selvi Han. Onca güzelin içinde bile, şavkı gözler alıcı, nazı canlar yakıcı...

"Emrah'ın dizlerinin bağı çözülür gibi olduysa da, kendini toplayıp, aldı sazı, bakalım ne çaldı, ne söyledi; Selvi Han ne dinlemişti, biz ne okuyalım:

Yaz ayları bu illere gelende,

Açılır bağında gülü Selvi'nin,

Tomurcuk tomurcuk güller açanda,

Akar dudağının balı Selvi'nin...

Yüce dağ başında laleler biter,

Bağrımın ateşi durmadan tüter,

Gönüller bağında bülbüller öter,

Eğilir tutanda dalı Selvi'nin...

Emrah der ki, öldüğümü bileler,

Gelip benim namazımı kılalar,

Mezarımı yol üstüne koyalar,

Belki uğrar diye yolu Selvi'nin...

"Böylece, Emrah ile Selvi Han, birbirlerini tanıyıp, düşte içtikleri aşk dolusuyla esrik, kucaklaşıp koklaştılar. Kızlar da, bu iki sevgilinin gizdeşi oldular...Miroğlu'nun konağında, günler daha tatlı geçmeye başladı Emrah için... Yine çalıp söylüyor, dinleyenleri kendine daha çok bağlıyordu. Selvi Han da, kapı aralığından da olsa, kulak veriyordu Emrah'ın sazına, deyişlerine:

Bir nazenin bana gel gel eyledi,

Varmasam incinir, varsam incinir,

O nazik elinden, ince belinden,

Sarmasam incinir, sarsam incinir...

Emrah, böyle, Miroğlu'nun konağında çala söyleye, sevdiğiyle gizli saklı görüşedursun, biz haberi başka yerden verelim:

Emrah'ın baba yurdu İsfahan'da, Şah Abbas derler bir şah vardı. Topraklarını genişletmek için sağa sola saldırırdı durmadan... Birçok yeri, birçok kaleyi ele geçirmişti. Kendini, önüne durulamaz, yanına varılamaz biri sanmaya başlamıştı. İşte bu Şah Abbas, günlerden bir gün, beylerini topladı, onlara:

"Beyler, ağalar!.." dedi, "Sizden öyle bir kale isterim ki, şimdiye dek hiçbir şah bu kaleyi alamaya..."

O böyle deyince, beylerden biri ayağa kalktı:

"Ey ulu şahım" dedi, "Van denilen kentin toprağı üstünde bir kale görmüşem. Bu kaleyi, Hazreti Ali'den sonra hiç kimsenin alamadığını öğrenmişem!" O vakit, Şah Abbas: "Peki, ben de mi alamaz mışım?" diye sorunca, o bey:

"Öyledir. Sen de alamazsın onu, şahım!" dedi. Abbas, kızdı köpürdü buna. "Bak gör sen" dedi, "orada taş üstünde taş, baş üsütünde baş bırakırsam, bana da Şah Abbas demesinler!" Böylece, buyruklar verdi adamlarına, buyruğu altındaki kentlerden adamlar topladı. Kırk güne varmadı, ben diyeyim yetmiş, siz deyin yüz bin kişilik bir ordu ile, Van kalesine doğru yola çıktı.

"Yola çıktı ya, Van kalesi nere?!.."

Bu halk hikayemizin bu bölümünü burada keselim. Ve bakalım bundan sonraki bölümde Halk yazıncısı ve şair ve edebiyatçı Ali PÜSKÜLLÜOĞLU' bizlere neler yazmış, okuyup göreceğiz... Selvi Han'ın ve Emrah'ın neler yaşadığını "Gahi Selvi Han, gahi Emrah" diye okuyacağız. Günümüzle kıyaslayacağız. Her devirde kötülerin varlığı içimizi sızlatacak. Hayat bu, "Ayranımız bu, yarısı su!.." misalincedir... Sabreden mi kazanıyor; hem mücadele eden ve hem de sabreden mi kazanıyor, bir karara varacağız.

Hele şimdiki zamanda; gene saz var, aşıklar var; aşıklık var, çalan var, dinleyen var; var ama dertlere dert yığılmakta insanlık bunalmakta... İnsanlar pür telaş içinde ve hepsinde yarın korkusu...

Sevgiye sarılmak gerek... Ve bir de en zor zamanda, en dar ve en kötü zamanda insanın iyisi, insanın hası olmak gerek...

Aşık Ercişli Emrahlar, Selvi Hanlar, Yunuslar örnek olsunlar bize... Adını duymadığımız, göremediğimiz nice Yunuslar vardır çevremizde, kimbilir; ayrımsayabilsek geç kalmadan...

Hayat yolculuğumuz Yunusça olsun!... Allah, hepimize murat versin!..

Sevgilerimle...

 
Toplam blog
: 323
: 2029
Kayıt tarihi
: 04.09.06
 
 

Yaşanan her hayat en iyi hayattır; yeter ki içinde kötülük olmasın!.. ..