Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '10

 
Kategori
Eğitim
 

Aşık Ercişli Emrah ile Selvihan(4)"Yola çıktı ya,Van Kalesi nere?"

Ali Püsküllüoğlu'nun kaleminden, dilinden ve gönlünden Aşık Ercişli Emrah ile Selvihan'ı anlatmaya geçmeden önce bir Kelkit türküsünden bir dörtlük yazayım:

Kelkit'in altı bağlar / Kar yağar seki bağlar / Muratlı murat almış / Muratsız her gün ağlar.

Görelim bakalım Aşık Ercişli Emrah ile Hakk aşkı ile sevdiği Selvihan'ı "murat" almışlar mı?.. Bize ne dersler çıkacak?..

"Yola çıktı ya, Van Kalesi nere?

Neyse... Az gitti, çok gitti. Ordusundan sayrılananlar, ölenler oldu. Ama günlerden bir gün de, gele gele Van toprağına geldi. Gelip Van Kalesi'ni kuşattı. Kuşattı ama, kolay mı Van Kalesi'ni almak? Derler ki, Hazreti Ali bile zor almış. Hem de, bir daha ele geçiren olmamış onu... Yiğit bir kaleymiş. Şah Abbas, kuşattı Van Kalesi'ni ya, almanın zorluğunu da hemen anladı. Günlerce çalıştı almak için. Aylarca çalıştı. Üç yıl sürdü kuşatma. Baktı ki, olanağı yok, ele geçiremeyecek Van Kalesi'ni... Askerine İsfahan'a dönüş buyruğunu verdi. Şah Abbas'ın askerleri gerisin geri yollara düştü. yorgun, bitkin... Yine de, bunca çalışıp da Van Kalesi'ni alamamış olmanın kızgınlığıyla, önüne ne çıkarsa yakıp yıkmaktan, yağmalamaktan geri durmadı. yolları Erciş'e düştü. Orayı da yakıp yıkıp yağmaladılar. Erciş'in bütün varsıllarının paralarını pullarını aldılar, çoğunu öldürdüler. Miroğlu Ahmet ve adamlarının çoğu da öldürüldü. Malları yağmalandı. Alacak başka bir şey bulamayan iki asker de, Selvi Han ile hizmetçisi Nazlı'yı sırtlayıp götürmeye kalkıştılar.Bunu duyan Şah Abbas, mal yerine insan yağmalayan bu iki askerinin başlarını hemen vurdurdu oracıkta. Ve de, "Hele, şu kızlar nasıl şeylermiş? Yağmalanacak denli güzel miymişler? diye düşünüp, yanına getirtti kızları ki, ne göre!.. Ay parçası gibi kızlar.. Hele Selvi Han, aya, "Sen doğma, ben doğayım." diyor...

Şah Abbas, n'olduğunu bilemedi, ossaat vuruldu Selvi Han'a. Buyruk verdi ki, incitmeyeler, eceler gibi ağırlayalar ve İsfahan'a götüreler...

Şah Abbas, Selvi Han ile Nazlı'yı İsfahan'a götüredursun, biz haberi Erciş'ten verelim: Erciş yağmalanmış, canlarını kurtaranlar,dağlara sığınmıştı. Bunlar arasında Miroğlu Ahmet'in iki oğlu ile Emrah da vardı. Miroğlu'nun oğullarına, babalarının ölümünden daha çok dokunuyordu, bacılarının İsfahan'a götürülüşü. Erciş'teki yaşamlarına yeniden bir düzen vermeye çalışıyorlardı,bu arada da "Selvi Han'ı nasıl buluruz?" diye, düşünüp duruyorlardı. Emrah da, bu ateşle yanıyordu...Bir gün, beş gün... Emrah, çıkageldi Miroğlu'nun oğullarına... Onlara, "Selvi Han'ı bulmak dilerim. İzniniz olursa, İsfahan'a gideyim, kurtarayım Şah Abbas'ın elinden onu!.." Ve de, aldı sazı Emrah, bakalım ne söyledi:

Tutam yar elinden tutam, / Çıkam dağlara dağlara, / Olam bir yaralı bülbül, / İnem bağlara bağlara..."

Bakalım Emrah'ımız yarinin elinden tutabilecek mi?... Yoksa Kerem gibi, Kamber gibi, Yaralı Mahmut gibi dağlara, taşlara mı sürecek kendini?!.. Gelelim devamına:

"Emrah, böyle deyip kesince, onun, Selvi Han'ı sevdiğini anladılar. Ona, "Be hey Emrah" dediler, "neyledin de bize bunu şimdiye kadar söylemedin? Selvi ile seni çoktaan başgöz etmiştik şimdiye... Sana izin, git kurtar onu Şah Abbas'ın elinden. Biz de gelirdik seninle ya, evi barkı yeniden kurmak gerek şimdi. Onu Şah Abbas'ın elinden kurtarıp getirende Selvi senin. Hadi, yolun açık ola!.." Böyle deyip, uğurladılar Emrah'ı... Emrah, sazı sırtında, dağ bayır gidedursun, biz gelelim Şah Abbas ile Selvi Han'a:

Şah Abbas, ordusuyla İsfahan'a ulaşınca, Selvi Han'ı sarayına yerleştirdi. Nazlı'yı da yine hizmetine verdi. Selvi Han, babasının ölümü, yerinden yurdundan oluşu, kardeşlerinin özlemi, Emrah'ın sevdasıyla, sararıp solmuştu ama, yine de güzellikle, şavkımada eşi yoktu. Her haliyla güzeldi. Şah Abbas, yanıp tutuşuyordu. Ama, zorla güzellik olmayacağını bildiği için, bekliyordu. Böylece, günler geçmeye başladı. "Günün hesabı kimden sorula? Aşıktan sorula!" demişler. Şah Abbas da, geçen günleri düşünüyor, her geçen günle sevdası daha bir artıyordu. Günlerden bir gün, haber gönderdi Selvi Han'a, "Şah Abbas düğün kurmak ister..." diye

Selvi de, bunun üzerine, ona şu yanıtı verdi: "Bir bağ dik, adını "Selvi Bağı" koy. Bu bağın ilk üzümü erişende yanıtımı veririrm!"

Vay be!..

Selvi'de ne akıllar varmış. Her neyse... Biz, Şah Abbas'tan verelim haberi: Şah Abbas, bu yanıta bir şaştı ki ne şaştı!.. Ve de, Selvi Han'a haber gönderdi: "İyi, güzel ya, bağ dediğin yedi yılda üzüm verir." Şah Abbas, böyle demekle, Selvi'nin çok uzun zaman istediğini bildirmek dilerdi. O vakit, Selvi Han da şu yanıtı verdi ona: "Evet, bağ dediğin yedi yılda üzüm verir, bilirim. Ama, Şah da bilmez mi ki, kız dediğin de ancak yedi yılda "he" der!..." Selvi'nin bu karşılığı üzerine, Şah Abbas, "Kız dediğin böyle olur!" deyip, yazgısına boyun eğdi. Ve, buyruk verdi, "Çok güzel bir bağ dikile!.." diye. Öte yandan, Selvi'nin bir resmini yaptırıp, altın çerçeveye koydurup, odasının duvarına astı. Bu resme baka baka yılları saymaya başladı. Selvi de öyle... O da, dikilen Selvi Bağı'na baka baka, günleri, ayları, yılları saymaya başladı. Bekledi ki, bu süre içinde Emrah gele...

Şah Abbas ile Selvi Han, ayrı ayrı ereklerle, günleri sayadursun, biz gelelin Emrah'a: Emrah, Selvi'yi bulmak üzere yola çıktı ya, "Yola çıkanın halini ancak Allah bilir" derler... Gün günü kovaladı, ay ayı, yıl yılı... Erah'ın başına, yollarda, olmadık iş geldi. Yaz iken güz, güz iken kış geldi. Demem o ki, Emrah; almadık yol, uğramadık il koymadı. Ve yıllardan bir yıl, günlerden bir gün, İsfahan'a geldi.. Emrah, İsfahan'a geldi ya, aradan yedi yıl geçmiş, dikilen bağ üzüm vermiş, Şah Abbas da ilk üzümü altın bir tepsiye koyup Selvi Han'a göndermişti bile...

Selvi Han, üzümü görünce, "He" demedi ama, ne edeceğini de bilemedi. Başladı gözlerinden üzüm gibi yaşlar dökmeye. Durum Şah Abbas'a iletilince, "Susku, kabulden gelir. göz yaşları da mutluluktandır." deyip, Şah Abbas, düğün hazırlığına başladı. düğün kuruldu, kırk gün kırk gece sürecek bir düğün... İşte bu düğünün tam otuz dokuzuncu günü, Emrah, İsfahan'a gelebildi. Geldi ya, hele bir görelim ne yapacak Emrah?!.. Emrah, Şah Abbas'ın sarayına geldi ki, ne göre?!.. Saz dersen saz, söz dersen söz!.. Düğün dediğin böyle olur. Sazı sırtında bir aşığın geldiğini görünce, "buyur" ettiler. Emrah da aşıkların arasına karışıp, çalıp söylemeye başladı:

Bir seher uğradım göl kenarına, / Sunam beni gördü yüzmeye durdu, / Çalındı çırpındı çıktı kenara, / Ela gözlerini süzmeye durdu, / İstedim kendimi bu göle atam, / Elimi uzatıp yavruyu tutam, / Bir hayal eyledim sarılıp yatam, / Vefasız, gönlümü üzmeye durdu, // Emrah, şahin almış bugün yalçını, / Yel estikçe döker bele saçını, / Arzıhal eyledim visal bacını, / İnci dişlerini düzmeye durdu.

Böyle deyip kesti. Orada bulunanlar, hem de aşıklar, "Ne güzel söylersin aşık, hele bir daha söyle." dediler. O vakit, aldı sazı Emrah, bakalım ne dedi:

Gönül gurbet ele çıkma, / Ya gelinir ya gelinmez, / Her dilbere gönül verme, / Ya sevilir ya sevilmez...

Emrah, bir yandan saz çalıp böyle türküler söylüyor, bir yandan da, "Acep Şah Abbas'ı nasıl görürürm?" diye düşünüyordu. İşte o sırada, "Hele şu aşığı bir de Şah Abbas dinleye!.." dediler. Biri, alıp onu, Şah Abbas'a götürdü. Emrah, Şah Abbas'ın bulunduğu yere varanda, bir yandan ne yapacağını düşünüyor, bir yandan da "Acep Selvi Han da orada mı ola?" diye geçiriyordu içinden... Şah Abbas'ın yanına varıldı. Ona, "Şahım" denildi, "yeni bir aşık geldi düğüne. Çok güzel çalıp söylüyor. siz de dinleyesiniz diye, onu size getirdik." Şah Abbas, "Haydi öyleyse, çalsın söylesin" deyince, aldı sazı Emrah, bakalım ne söyledi:

Sevdiğimin yaylaları, / Pare pare duman şimdi, / Sevişmesi bir hoş olur, / Ayrılması yaman şimdi. /

Şakırım kaşı karama, / Bir merhem sarsın yarama, / Dost ile benim arama, / Bir pus döktü duman şimdi. //

Arasam yari bulurum, / Gözüne kurban olurum, / Bir gün görmesem ölürüm, / Görüşmesi güman şimdi. //

Gülün çevresi har m'ola? / Çektiği ah-ü zar m'ola? / Acep bizi anar m'ola? / Ol kaşları keman şimdi? //

Şimdi benim yarim çıkar, / Çıkar da yollara bakar, / Emrah,ı odlara yakar, / Boyu servi revan şimdi...

Şah Abbas, çok beğendi, Emrah'ın çalıp söyleyişini... Emrah'ın sazı, sesi, yüreğe işliyordu...

Şah Abbas, "Hele aşık" dedi, "bir daha söyle!.."

O zaman Emrah, bir daha aldı sazı, bakalım ne söyledi:

"HELE AŞIK BİR DAHA SÖYLE!.." Söylemez mi aşık?!.. Hele de Hakk aşığı olursa!..

Biz hikayemizin sonuna yaklaştık, devamını da aktaracağız; halk edebiyatımızın ölümsüz ismi Ali Püsküllüoğlu'nu anarak... Ne diyeyim, özellikle bu yazı dizisini gençlerimiz okusun... Sahte aşklardan, aşıklardan uzak dursunlar... Kafelerde, orada burada saatlerce oturarak, çok konuşarak, bolca sigara içerek, içkiler içerek "aşk" denen insana yakışan o yüce duygulara erişilemiyor... İnsanlığın büyük sevdaları var, oralardan bulmak gerek sevdayı... Hele de ayrılıma kararı vermek üzere olanlar da okusunlar bu yazılanları... Sevgide ayrılık olur mu, sevgi elma mıdır ki ortasından ikiye bölesin!.. Sevda bütündür, bölmeyin... İkiyi bir eylemektir sevda, öyle edin; öyle edelim...

Bir kısacık şiirimi yazayım, bitireyim:

Yoksulluğumu oruca saydım,

Evsizliğimi varacağım kara toprağa saydım,

Yalnızlığıma "Mevla'm var" dedim...

Ama bir derdim var ki, işte buna ben dayanamam:

Ayrılığı ben içime yazdım...

Ayrılığı ben yüreğime yazdım, ölüme saydım... (C:H.Çağlar)

Sevgilerimle...

 
Toplam blog
: 323
: 2029
Kayıt tarihi
: 04.09.06
 
 

Yaşanan her hayat en iyi hayattır; yeter ki içinde kötülük olmasın!.. ..