Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Haziran '07

 
Kategori
Sinema
 

Aşk ve "Alacakaranlık Samurayı"...

Aşk ve "Alacakaranlık Samurayı"...
 

"Alacakaranlık Samurayı", şimdiden aşk ve samuraylık üstüne bir başyapıt.

Gelecekte kendinde daha sık söz etirecek olan bu başyapıt, samurayların yaşam tarzını, alışkın olduğumuz samuray filmlerinden çok farklı bir bakış açısıyla yansıtırken, bir samurayın da duygusal, hatta sıradan biri olabileceğini gösteriyor.

2004 yılında, "Yabancı dilde en iyi film oscar adayı" olan film, şimdiye kadar gördüğümüz samuray filmlerinden bu yüzden çok farklı. Üstelik hem aşka, hem çevreye, hem de kadına ve haklarına karşı son derece naif bir bakış açısı var.

Japon sineması, daha çok uzun siyah saçlı ‘ölü’ kızların bir şekilde yeniden ‘hayat bulup’ beyaz perdede gerilim yarattığı ya da modern zaman insanlarının açmazlarının anlatıldığı korku filmleriyle gündeme geliyor. Ama Japon kültürü ve sineması söz konusu olunca samurayların her zaman özel bir yeri olduğu yadsınamaz. Hollywood şimdilerde kendi versiyonlarını çekmek için Japon korku filmlerinin telif haklarını satın ala dursun Sumuray hikâyeleri uzun zamandır ilgi alanları içerisindeydi. Çin, Hong Kong ve Japon sinemasının son yıllarda tüm dünyada giderek artan bir ilgi görmesi kuşkusuz bu ülke sinemacılarının farklı alanlara el atmalarının yolunu da açıyor.

Seibei’nin erdem, ahlak gibi temel prensiplere sadık kalarak yaşamak istemesinin yanında özellikle üst kademe samurayların hayatlarındaki çürüme ve çözülme bu geleneğin sonunu da haber veriyor.

19. yüzyılın sonlarına doğru, katı kurallarla yönetilen samuray sistemi, son yıllarını sürmektedir. Iguchi Seibei bu sistemin işlediği son feodal köylerden birinde, düşük rütbeli bir samuraydır. Yaşlı ve hasta annesine ve iki kızına bakmak zorunda olduğundan, günbatımından hemen sonra evine dönüp diğer samuraylar gibi içmeye gitmediği için ona biraz da alayla, “alacakaranlık samurayı” lakabı takılmıştır.

Herkesin aşağıladığı, kendisine hiç güvenmeyen, fakirlik içinde yaşayan, kadınlara özgü görülen işleri yapan bir samuraydır O.

Çocukluk arkadaşı güzel Tomoe’nin yüksek rütbeli eski kocasını tahtadan bir kılıçla yenince, diğer samuraylar ve aşiret reisi bir yana, Tomoe’nin de gözüne girer.

Hayatını çocukken bez bebekler yaptığı kadın için riske eder. Düşmanını yense de, gerçek bir erdemle bu zaferin duyulmasını asla istemez.

Ancak zaferi kulaktan kulağa yayılır ve Tomoe'nin de kulağına gider.

Seibei, tam bu yoksulluk ve eziklik döngüsünü belki kırabileceğini düşündüğünde, üstleri ondan aşirete karşı gelen tehlikeli ve güçlü bir samurayı öldürmesini ister. Onurunu kurtarmanın tek yolu, bu tehkikeli görevi üstlenmektir, ama yaşlı annesini, kızlarını ve çocukluk aşkını geride bırakmak buna değecek midir?..

Kurasawa’nın “Yedi Samuray”ıyla karşılaştırılan “Alacakaranlık Samurayı”, acaba bu düellodan sağ salim kurtulabilcek midir?

Tomoe ile birleşecekler midir yoksa Tomoe başkasıyla mı evlenecektir?

Son derece geniş perspektifli, su gibi hafif ve sessiz bu filmin sonunda, siz de rahatlayacaksınız...

1961’den bu yana, kariyerine tam 77 film sığdıran 71 yaşındaki yönetmen Yoji Yamada Japon film endüstrisi için hala çok önemli bir figür. Durmadan aşık olan, ama sevdiği kızın kalbini bir türlü fethedemeyen aylak bir seyyar satıcının hikayesini anlatan ve toplam 48 bölümden oluşan “Tora-san” serisi, Yamada’yı kuşağının en kalburüstü Japon yönetmeni yapmış.

Hem ülkesinde ve hem de uluslararası arenada birçok ödül almış olan yönetmenin son filmi , “Tasogare Seibei (Alacakaranlık Samurayı)”, Japonya’nın en saygın sinema dergisi sayılan “Kinema Junpo”da aldığı yılın En İyi Film Ödülü’nün yanı sıra Japon Film Akademisi tarafından En İyi Yönetmen ve Görüntü ödülleri de dahil olmak üzere 12 ödülle taçlandırılmıştır. İlginçtir ki, bu film Yamada’nın o güne kadar çektiği ilk samuray filmidir.

Ve demiş ki: "Samuray filmlerinde, hatta Kurosawa’nın filmlerinde izlediklerinizden daha gerçekçi dövüş sahneleri çekmeyi istedim. Yani, kötü adamlar kahramanın etrafını sardığında, onları bir çırpıda yere sersin diye, neden hep teker teker saldırırlar ona? Niçin hepsi bir anda üstüne çullanmazlar? Bir de, kötü adamlar yaralandığında, hemen oracıkta ölüverirler. Gerçekte, ciddi bir yara almadıkça, bir kılıç savaşında birini öldürmek hayli güçtür. Dönem kayıtlarına göre, samurayların kılıç savaşları 2 veya 3 saat sürebiliyormuş. Tükenesiye, defalarca birbirlerini yaralarlar ve sonunda zayıf taraf yere düşerdi. Aynen böyleydi - kan kaybından yavaşça can verirlerdi."

Son Samuray” ve “Kill Bill” gibi Hollywood yapımları ve gerek ulusal gerek uluslararası alanda ses getiren iki Japon yapımıyla birlikte - Yoji Yamada’nın gişede büyük başarılara imza atan ve büyük takdir toplayan (12 Japon Film Akademisi ödüllü) filmi Alacakaranlık Samurayı ve Takeshi Kitano’nun çektiği yeni Zatoichi yorumuyla, sinemada da samuraylar geri dönmüş oldu.

Bu dönüşü hızlandıran Tom Cruise'lu "Son Samuray" ve "en iyi yabancı film oscar"ını kucaklayan "Kaplan ve Ejderha" filmleri olmuştu.

Başrollerdeki Seibei Iguchi: "Hiroyuki Sanada", Tomoe: "Rie Miyazawa" ve Hisasaka Choubei: "Nenji Kobayashi" de son derece iyi oynamış.

Yamada, bildik hikâyelerin aksine, samurayların korkuları olabileceğini, aşık olabileceğini, kılıçla insan öldürmekten kaçınmak için elinden geleni yapabileceğini göstermeye çalışıyor. Bu bakımdan film bolca kılıç şakırtısı ve kan görmek isteyenler için tatmin edici olmayabilir.

Tüm atmosferiyle Japonya'da, günlük hayat ve samuraylar içinde buluyorsunuz kendinizi... Var olmaya çalışan bir ailenın yaşadıkları, incelikli kurulmuş bir aşk hikâyesi ve abartılı olmayan ama ‘gerçekçi’ dövüş sahneleriyle, Alacakaranlık Samurayı, aşkın ve samuraylığın içiçe geçtiği çok iyi bir film.

Üstelik, ardınızda bırakacağınız en önemli şeyin, para-pul değil, "onurlu bir isim" olduğunu hatırlatarak...

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..