Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Eylül '07

 
Kategori
Anılar
 

Aşk ve sabır (1)

Aşk ve sabır (1)
 

Sabahın ışığı göstermemişti yüzünü… Geceden kopup gelen karanlık, adeta kol kanat germiş; sarmaş dolaş olmuştu havanın nemi ve soğuğu ile… Karanlık, nem, soğuk; işbirliği içinde idiler sanki. Ayakları uyuşmaya başlayalı saatler olmuştu. Bazen iki ayağının üzerinde zıplıyor, bazen ayaklarını tek-tek yere vuruyor, bazen ise yanaklarını şişirip kişner gibi sesler çıkarıyordu ; tempo tutarcasına ve arada inatlaşırcasına zorluğa. Hem soğuğa, hem karanlığa, hem de bunların ortaklığı ile insanı dışlayan; yalnızken yoğunlaştırılan yalnızlığa direnmek; uykunun derin sessizliğine dalmamak için…

Yerden; betondan gelen; gelirken “ben buradayım” diyen ve sinsice yol alarak beline kadar ulaşan soğuk her geçen saat daha da zorluyordu onu. Dayanma gücünün zayıflamasından korkuyor; sevgi, aşk, onur, saygı, özveri düşünceleriyle destek veriyordu kendi sabrına… Onu bu soğuk kalabalıkta yalnız bırakmaması için.

Çevresine baktı. Karanlığa rağmen, yakınında bulunanların yüzlerini seçebiliyordu. Ondan daha genç, daha ince giyimli olanların yanı sıra; eşi ile belki sevgilisi ile hatta babası ile gelip bekleyenler vardı.

Günler öncesinden söz vermişti ; eşine, çocuklarına… “Beklemeliyim” dedi dişlerini gıcırdatarak. Onca insan aynı şartlara direniyordu. Ramazan ayının dini sınamasına ilaveten ; kendi seçimleri olan bu sınavı yaşıyorlardı. Bu sıkıntılı saatlere dayanmak için evini düşündü. Eşini, çocuklarını; geçmişi…

Az ileride bekleyen çifti izledi kısa süre. Eşi ile yaşadığı aşk; aşk günleri geldi aklına. Ne zorluklara göğüs germişlerdi. Şartlardan kaynaklanan zorluklara boyun eğmemişler; dikenli, sarp, ama kendine özgü, mücadele, sevgi-saygı dolu bir yola; hayat arkadaşlığına karar vermişlerdi. Mücadele etmişler; yılmamak için destek olmuşlardı biri birlerine. “Ne zorluklar yaşadık” dedi sessizce özüne. Ne kadar zor idi… İnsanın sevdiğinin yaşadığı kimi zorluğa neden olmak, aşkının mutluluğunun yanı sıra kimi mutsuzluğa, acıya aracı olmak… Ve bazen mutsuzlukların nedeninin merkezinde bulunmak… Ve kesin çözüm adına; elinden bir şey gelmemesi… “Sevdim, sevdi, sevdik ; sevdalanmak ne güzel…” diye düşündü “…ama sabırla, tutkuyla…”

Yaşamın çelişkisi idi. Sevmeyi mutluluk sanmak, mutlu olmak için ise; sevmeyi şart koşmak yaşamına… Mutlu olmak için birlikteliğe; mutlu olmak için elbirliğine, gönül birliğine koşmak, zorluklar ile kol kola girip uzun yolculuğa çıkmak… Mutluluk için acıyı, bazen kalabalıkta bile yalnızlığı göze almak, yokluğu yaşamak farklı boyutlarda... Ve direnmek ; farklı şekillerde yönelen zorluklara, baskılara savaş açmak isyan etmeden. Çelişki, zorluk, acı, hüzün, sıkıntı, anlamlı tebessümler, arada yaşanan anlamsız kahkahalarla ; mutluluk, tutku, güzellik saklı idi aşkta.. Gizem kokan, bol dikenli, kan kırmızı renkte, dolgun yapraklarıyla bir gül gibi…

Bir anda dalıp gittiğini fark etti yüzüne çarpan yağmur damlası ile… Tek bir damla onu kendine getirmişti. “Neredeyse dalacakmışım uykuya. Ayakta uyumak bu olsa gerek” dedi, kendi ile alay edercesine; soğuktan uyuşan yüz kasları ile inatlaşırcasına…

Çevresine baktı, hatırladığı düşüncelerin yanı sıra; kim bilir neleri yolcu etmişti zihninden?... Hava aydınlanmaya, insanlar hareketlenmeye başlamıştı. Yorgun yüzlerde; yorgun ama ışıldayan gözler fark edilir olmuştu yakından. Kimininki soğuktan yaşarmış, kimininki uykusuzluktan kızarmış, kimininki ise vurdumduymaz idi bakışlarından anlaşılan. Kimisi tellendiriyordu sigarasını ; aldırmadan çevresine, kalabalığa; oruçlu olabilecek insanlara. “Ne kadar duyarsız olduk, ne kadar aldırmaz, maddeci, insana; komşumuza; arkadaşımıza; dostumuza, ailemize; vatanımızın insanına umursamaz… Ne kadar sevgisiz, acımasız, bencil, egomuzu tatmin merkezli…” diye düşündü. “Küreselleşme ile teknoloji ile ekonomik krizlerin aşındırdığı güzelliklerimizle, yitirdiğimiz değerlerimizle…” Sonra, anlık çiseleyip duran yağmurun geldiği yöne; gökyüzüne çevirdi gözlerini. Baktı ve ne için orada olduğunu hatırladı.

Soğuğun vücuduna işlediği uzun saatlerden sonra ; uyuşan ayaklarını, beline kadar onu esir alan soğuk karıncalanmayı, ara-ara yokladığı cebindeki parayı, tabeladaki logoyu düşündü. Yüzü kızardı. Ama bu kızarma; ne soğuktan, ne de başka duygulardan idi. Hepsinden bağımsız ; az önce düşündükleri ile çelişkisinin farkında oluşu vurmuştu yüzüne. Kendi kendini ele verircesine… “…ne kadar maddeci, egoyu tatmin merkezli…” diye düşünürken, orada bulunma nedenini yok saymış; kendini görmeyerek; belki de kendine farklı bakarak ; eleştiri oklarını savurmuştu çevresindekilere ; hesapsızlık içinde, duyarsızca ve ardı ardına. “İşte bu egoistliğin en ağırı, acemice, belki de en arsızca olanı herhalde..” dedi, kızarmışken ; bir de kızarak özüne ; düşüncelerine.

Saatler ilerledi, geniş beton zeminin sınırını belirleyen mimarinin merkezi olan binanın kapıları açıldı. İlerleyen kuyruğa, geçen saatlerin içinde kaybolup giden sessizliğin yanı sıra soğuğu öldüren kalabalığa, gürültüye, kavgaya, tartışmalara, itiş kalkışa rağmen dayandı, sabretti ve en sonunda girebilmişti içeriye. Geçen ; karanlık, soğuk, yalnız saatler sonrasında ; hayal gücünü aşan bu aç kalabalığın içinde ; tahmin edemeyeceği yalnızlığı ve hatta anlık ta olsa ölüm korkusunu yaşıyordu. Bir anda, apansız gelip almasından korktu ölümün. Beklenmedik anda, hesapsız nedenden, umulmaz şekilde… Yine de ; nefes nefese ; hatta nefessiz kalmayı göze alarak ; hınca hınç kalabalık ile hareket etti. Saatler günlerle karışırken beyninde; yoluna devam etti, amacına ulaştı.

Günler öncesinden verdiği sözü tutmanın yorgun mutluluğu ile ölüm korkusu buruk bir tada neden oldu genzinde. Düşündü, garip bir duyguydu bu. Sanki grip başlangıcında alınan alkol ile yaşanan çelişkinin, acı haz ile var olmak ve yok olmak arasındaki acının tadı idi… Herkesin farklı duyumsayacağı, farklı yorumlayacağı garip bir tat. Kesin olan tek şey ; bir kez daha duymak istemeyeceği bir tat olması idi. Sonu her ne şekilde biterse bitsin.

Tüm zorluklara ; soğuğa, saatler süren karanlıkta yalnız beklemeye, yorgunluğa, itiş kalkışa, kalabalıkta ezilme ve hatta nefessiz kalma riskine, çevredeki salyalı küfürleşmelere rağmen başarmış idi…Kimse küçümseyemezdi bunu… Kendince bir zafer kazanmıştı işte… Yaşamın zorluğu içinde karşısına çıkan bu hesapsız zorluk karşısında.

Evine vardı ; iliklerine kadar üşümüş, uykusuz, yorgun halde.

Her zamanki gibi eşi açtı kapıyı ; sevgi, saygı, şefkat hediye eden gözleri mutlu…

Zorlukla çıkardı botlarını ; uyuşmuş, soğukla akraba olmuş ayaklarından… Hiç durmadan devam etti çalışmaya ; televizyonu kurdu, çalıştırıp denedi ve eskisinin tozunu alıp bir güzel ambalaj yaptı. Vereceği komşusunu düşünerek… Sonra, sıcacık suyla yıkandı dakikalarca ; soğuğun işlediği uzuvlarından soğuğun bıraktıklarını kovmak istercesine… Ve gidip yattı yatağına… Gecenin soğuk karanlığından, geçen onca zor saatten, sıcak su keyfinden sonra ; sevgi kokan, sevda kokan sıcak yatak ile bütünleşmek ; gül bahçesini yaşamak istercesine sarıldı uykuya…Uykunun çekici, uykunun gizemli sessizliğine kulaç attı adeta…

***

Karın yer-yer buzlaştığı zeminde ; üzerinde tek parça bir havlu ile yalın ayak yürüdü ve sıcak suya ulaştı. Zafer kazanmış bir hükümdar gibi… dimdik, diri, kendinden emin adımlarla…

Kar ve buz ile çevrili geniş alanda ; çam ormanlarının hakim olduğu dağlardan ıslık çalarak süzülüp gelen rüzgar , yer-yer çam kokusunun yayılmasına yardım ederek; tertemiz havayı kurutuyordu. Karların beyazlattığı, dağlarla çevrili geniş alanın ortasında ; yukarıya doğru dans ederek süzülen buhar tabakasının kısmen gizlediği kaynaktan sıcak su yükseliyor ve ayaza meydan okurcasına ; kendi yolunda ilerleyip yatağını besliyordu. Suyun yanına geldi, bir basamak indikten sonra havlusunu kenara bıraktı ve çömelerek ; tüm vücudunu suyun içine gömdü. Kazandığı zaferin sevincini, doğanın huzuru ile bütünleştirmek istercesine… Soğuğu dışlayan, vücudunu gevşeten sıcak suya kafasını sokup çıkardı. Ve defalarca yineledi bunu. Sonunda ; gevşeme ile sersemleme arasında bir yerde ; uyku ile ölüm arası sandığı o yerde durdu. Sona erdirdi bu gevşeme yolundaki turları. İşte o anda, tam o anda ; çam kokusunun arasında gül kokusunu duyuyordu… Beklediği, özlediği, ona özel olan; özel bir andı…

(Sabrı ve Aşkı Olanlar İçin Devam Edecek)

Sağlıkla- Sevgi ile- Mutluluk ile kalın…

Sevenlerinizle, Sevdiklerinizle…

Tarık Toraman

26.Eylül.2007

 
Toplam blog
: 38
: 629
Kayıt tarihi
: 21.09.07
 
 

Merhaba, MilliyetBlog 'un ilkeli yönetiminin yanı sıra; sağlamış olduğu sürekli gelişim içindeki ..