Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '10

 
Kategori
Anılar
 

Askerliğin zor ve hoş tarafları..

Askerliğin zor ve hoş tarafları..
 

Tek tip ya da bedelliden ziyade, askerlikte ağır gelen hususlar hafifletilmeli.


*Kısa bir askerlik öyküsü.

Kısa dönem askerliğini anlatanlara genelde alaycı gözle bakılır. “4 aylık askerliklerini 8 ay anlatırlar” denir. Aslında 4 ay, 40 ay bile değil, 40 sene anlata anlata bitmez. Çünkü kısa dönem yapanların eğitimli olmaları dolayısıyla aralarından algılama, duygulanma, vurgulama yeteneği olanlar çok çıkar. Yedek subaylarda da vardır bu yetenekler fakat onlar askerliği en alt kademede yaşamazlar, dolayısıyla da çok fazla etkilenmezler.

Kısaltılmış tek tip askerlik ve bedelli askerlik var gündemde. Kimileri çıksın diye can kulağı ile bekliyorlar. Vatani görevin yerine getirilmesini bir onur ve gurur kaynağı sayanlar yanında toplumda bir “askerlik korkusu” olduğu da yadsınamaz. Bunda en büyük etken terör ve onunla mücadelede verilen kayıplar. Bunun dışında askerlik sürecinde işinden uzak kalacakların kaygı ve kayıpları söz konusu. Ben bunların da dışında askerliğin disiplininden ve yaşanılan ortamdan çekinenlere aydınlatıcı olmaya çalışacağım. Kısa dönem askerliğimden bu yana 27 yıl geçmiş olmasına rağmen.

Erzincan’daki birliğime katılmadan önce berbere gidip 3 numara asker traşı olduktan sonra bir daha belki kısmet olmaz diye bir lokantada Erzincan kebabı ziyafeti çekmiştim. Birliğe sıra olup, kimlik kontrolü ve aramadan sonra girmiştik. Verilen asker elbiseleri ve postalı daha önceki dönemden kalmış olanlardı ve bulduğumuzu giymek durumundaydık. Bana bir boy büyük beden elbise ile 2 numara büyük postal düşmüştü. Postalı sonradan değiştirebildim ama elbiseyi 4 ay boyunca giymek durumunda kaldım. Fakat ilk olumsuz izlenimim bu değil, sıra ile girişte yanımızda getirmemize rağmen, elimize biraz fazla fiyattaki tıraş takımlarının tutuşturulması ve komutanın Çavuşa “Almayanların isimlerini bana bildir” demesiydi.

Birlikte komutanın kimin mesleği ve eğitimi ne öğrendiğine ve bunları tasnif ederek örneğin elektrik mühendislerini elektrik tamiratları, inşaat mühendislerini bir alana beton dökme işine, daktilo bilenleri yazıhaneye görevlendirdiklerine tanık oldum.

Kısa dönem askerlerin tümü Anadolu’nun değişik yörelerinden gelmişlerdi ve yüksek tahsilliydiler. Buna karşın anlaşma ve uyum son derece güçtü. Bir çoğunun tutum ve davranışı, düzeysizliği şaşırtıyordu. “Nasıl yüksek öğrenim disiplininden geçmiş bu?” dedirtiyordu. Küfürlü kaba konuşmalar, olmadık münasebetsiz şakalar, hatta boğuşmalar o aşamada üst olan 20 aylık askerler nezdinde bile utandırıyordu. Kız birliği değil şüphesiz, kimileri erkekliği sertlik olarak anlar, bazen komutanlar da küfürlü konuşmayla buna katılıyordu ama orada askerlik yapan güzel sanatlar mezunları, Kaymakamlar, mühendisler, gazetecilerden de örnekler vardı. Rahatsızlık yaratıyordu.

Dayanılması en zor yer, en rahat olunması gereken koğuşlardı. Yaklaşık 80 kişi bir koğuşta bitişik ve altlı üstlü ranzalarda kalıyordu. Kış günü pencereler açılamıyor, en çok yenilen kuru fasulye, çıkarılan gaz, kötü nefes ve ter kokuları, bazılarının kullandığı parfüm ve kolonya ile karıştığında eminim oksijen oranı yok denilecek ölçüde azalıyordu. Bazen gün boyunca yapılan yoğun eğitimden sonra ya yattığım yeri beğeniyor, ya da bu kötü kokudan baygın düşerek, belki ertesi sabah uyanamayacağımı bile bile yatıyordum. Çoğu zaman ise ya koğuş nöbetçilerinin nöbetini sabaha kadar tutuyor, ya da onlarla beraber bekliyordum. Çoğu kez ertesi gün uykusuz eğitime katılmışımdır ve halen gece uyumama alışkanlığım belki de askerden kalmadır.

Sonra horlamalar... Koğuşun abartısız üçte biri horluyordu. Horlama sesleri yayında ada vapurunun borazan gibi düdüğü hafif kalıyordu. Yakınımda yatan birinin horlaması tren düdüğü sesindeydi. Uyu uyuyabilirsen.

Koğuşlarda yataklarını, nevresimlerini düzgün bırakmamak en büyük kabahatlerden biridir. Her sabah kontrol edilir ve gece 1-3 nöbeti ile cezalandırılırdı.

Akşam 9’da yatılacak, komutan yoklama ile teftiş ederdi. Sabah 5’te kalk borusu, 5, 5’da kahvaltı, 7’de içtima.. Sabah jimnastiği ve eğitim. Selam durma, dönüşler, çök-kalk, uygun adım yürüme, gösteri yürüyüşü, silah hareketleri, ilerleyen zamanda sürünme, kamuflaj, tam teçhizatlı 20 km yürüyüş ve atışlar. Ve “Dinlenmeler bir sigara içimi..” 40 dakika eğitim dersinden sonra 10 dakika dinlenmede hemen herkes enerji toplamak için parası mukabilinde halka tatlılardan ve bir bardak çay alırdı. Askerde para bunun dışında içilen sigaralar, bir ay sonra başlayan haftada bir gün izinde kentte harcanırdı. Tabii bunun dışında bazı onarım ve yenilemelere... Bazı üniversite mezunu arkadaşlarımız hangi akılla ise karate, taek von do gösterilerini tuvalet lavabo ve rezervuarları üzerinde deniyorlardı ve kırılanların parası birlikteki herkese ödetiliyordu. Bununla baş edemeyince bir de tuvalet nöbeti konulmuştu.

Askerde kışla hamamında banyo, daha doğrusu duş alınıyor. Süresi sadece 10 dakika olup, süre bitiminde derhal sıcak su kesiliyordu. Bu bakımdan maddi durumu iyi olanlar izin gününde kentteki hamamlara gidiyorlardı. Kışlada terliklere rağmen ayaklarımın mantar hastalığı kaptığını, postalların da bunu daha da artırdığını sanıyorum. Üstelik eksi 20 derecede yapılan eğitimin etkisiyle şiddetli nezle griptim ve doktora çıkmak istediğimde bölüğün çoğunun aynı istemde bulunduğunu gördüm. Dr. Asteğmen’in muayene sayısı ise sınırlıydı. Ancak 4 gün sonra muayene olabildim ve verilen sadece 4 gün eğitimden muaf kalıp terlik istirahati idi. Yani böylece kabarmış çıplak ayaklarla koğuşta yatmak yoktu, eğitim alanı kenarında bankta oturma mahkumiyeti almıştım. Eksi 10 derecede oturarak, Zatürreye çevirmeyip, eğitim zaiyatı olmadığım için şanslıydım. Şansımı biraz da birliğin tel boyunda satış yapan köylülerden aspirin, limon ve yumurta alıp bünyemi kuvvetlendirmeme borçluydum.

İlk günlerde çıkan yemekler çok kalitesizdi. Eminim hapishane yemekleri bile daha iyidir. Örneğin kapuska çıkardı ve lahana diri diri. İçinde siyah bir şeyler var, bunlar belki et, fakat “fare pisliği” olduğu söylentisi yayılırdı ve kolaysa buyur ye. Kantinin de keşfedilmediği günlerde çoğu kişi, yavan ekmek yedi ya da aç durdu. Şikayetler değerlendirilerek herkese sırayla guruplar halinde mutfak nöbeti kondu. Patates soyduk, ıspanak , maydanoz, pırasa doğradık. Mutfağın temiz olduğunu gözü ile görenler yemek yemeye başladılar. Yemekler de düzeldi. İlk yemeklerin kötü çıkması, mutfak nöbeti koymak için iyi bir taktikti. Yemeklere “Vatan millet sağolsun Allahıma hamd olsun” diye hep bir ağızdan bağırmadan başlanmazdı.

O zamanlarda dindar askerlerin anlaşan bir gurup oluşturdukları ve birlikteki Mescitte muntazam namaz kıldıkları görülüyordu. Eğitim olduğundan sadece ikindi namazını kaçırmaktaydılar. Onu da bazıları eğitim alanı kenarında kılıyordu.

Bana verilen silah çok eski ve çatlaktı. Eğitim de ısrarla “Dipçik yere vurulacak. Ses çıkacak” diyor. Dediğini yaptığımda çatlak iyice ayrıldı. Dediler ki “ayrılırken sana zimmet çıkarılır, silah ödetilmeye kalkılır” Aldı bir kaygı. Şehir izninde güçlükle bir Japon yapıştırıcı bulup yapıştırdım da rahatladım. İnsan bile oluyor da malzeme neden eğitim zayiatı olmuyor anlaşılır gibi değil.

Bu arada hoş anılar yok değildi. Yakın ve aynı konumda olmanın getirdiği yakınlaşma bir daha kopmaz gibi görünen arkadaşlıklar ortaya çıkarıyordu. Hemşeriler genelde askerde birbirini bulur. Bunun dışında aynı yerde yaşayanlar ile aynı takımdakilerde kaynaşma vardır. Askerde bir kez “Aç-aç” gösterisi oldu ve bir çok kişi karşı cinsi “anadan üryan” şekilde ilk kez canlı görme fırsatı buldu. Kışla sinemasına haftada bir gidip film izleme şansı vardı. Bir kez de 2 ünlü sanatçının katıldığı paralı bir konser verildi. Bunun dışında dönem askerlerinden sanatçı nitelikli olanlar ayrılarak bir dönem gecesi düzenlemekle görevlendirildiler. Bunların düzenledikleri gece gerçekten muhteşemdi. 4 aylıkları “Ti’ye” alan bir tiyatro sahnesi, TSM, THM ve hatta pop ve rock’un da dahil olduğu müzik gösterisi sahnelendi.

4 Ay kısa dönem askerlik yapanlar genelde küçümsenir. Seferberlik planlamasında pek görev verilmez. Hatta kışlada, “4 Aylıklar düşmana siper yapılıp, mermilerini tüketmeye yararlar” diye espriler yapılırdı. Bunda etken bir çok bürokratın, sanatçının olup, 30-35 yaşlarına gelmiş kişilerin olması, bazılarının da göbek bağlaması etkili olabilir. Bir çok kişi dayanamamış, dökülmüştü. Raporlular yanında rahatsızlandığını beyanla eğitimden muaf kalanlar olmuştu. Buna karşın 4 gün dışında tüm spor faaliyetleri ile eğitime tam, hatta abartılı gayretkeşlikle katıldığımı söyleyebilirim. Eksi 20 derecede eğitimde burun akıntısının donduğu, günler oldu. Önce soğuk yanığı, sonra sıcak yanığı ile tenimiz esmerleşti. Kas yaptık. Yumruklarımızı demir gibi hissettik. Öyle ki, taşı sıktığımızda, vurduğumuzda parçalayacağımızı hissederdik.

“Kar bora fırtına, sükun bulacak, sana düşmanlar selam duracak”

Marşlarla motivasyon yükseliyordu. Bir ara “Kıbrıs’a yeni harekat düzenlenecek” dedikodusu yayıldı da birliğin hemen hemen tamamını gitme isteği kaplamıştı. Bende disiplinin yoğun olduğu bir izci kampı gibi izlenim bırakmıştı askerlik. Koğuşları saymazsak temiz hava, bol olmasa da kıymetinin bilindiği bir gıda rejimi, hiçbir dönemde yapamadığım kadar spor, çocukken bayramlarda gıpta ettiğim düzenli asker yürüyüşünü yapmak benim için olumluluklardı.

İşte bu bir askerlik öyküsü, benim içtenlikli izlenimlerim. (Okuyucunun bunun 27 yıl önce olduğunu, bazı şeylerin değişmiş olabileceğini göz önüne almasını isterim)

Askerlik profesyonel işi olsa da, yurt savunmasında çok daha büyük katılım gerektiğinden tüm erkeklere, hatta bazı ülkelerde kızlara da verilebilen asgari bir savaş eğitimi, bir disiplin. Bazen, mesleki rekabetin koyulaştığı çağımızda muvazzaf asker mesleğindekilerin sivil meslektekilere üstünlük ve baskı kurmasının bir aracı olarak görüldüğü de oluyor. Bu nedenle de kaçındığı oluyor sivillerin. Fakat, asker olsun, sivil olsun, hangi alanda gündem öne çıkarsa o uzmanlığın otoritesini kabul edip, sorun atlatılana kadar tabi olmak toplumda bir zorunluluk.

Askerliği zorlaştıran etkenler, eziyete varan sıkıntı çekmek eğitimin bir parçası değilse azaltılmalı, hatta ortadan kaldırılmalı ki kaçınmak daha da azalsın bence. En başta yükümlüler yaş, mesleki ve eğitim niteliklerine göre daha fazla ayrılmalı, aynı statüde olmak yerine. Koğuş, banyo ortamı daha sıhhi hale gelmeli, davranışlar daha dikkatli olabilmeli. Özellikle sağlık hizmetleri daha nitelikli verilebilmeli. “Eğitim zayiatı” anlayışı çağımızda terk edilmeli. Artık savaştaki kayıpların bile hesabı soruluyor, eğitimde neden kayıp olsun ki?

Askerlik hizmeti bir zorunluluksa, korkulan, kaçınılan değil, severek yerine getirilmesi gereken bir görev olmalı. Kaygı duyup kaçınmak isteyenler daha çok eğitimlilerse bunun nedenleri üzerine kafa yormalı. Zora koşmak, sevgiyi getirmez.

 
Toplam blog
: 61
: 25799
Kayıt tarihi
: 09.07.08
 
 

Ankara'da yaşayan Afyon doğumlu, Gazetecilik Halkla İlişkiler Radyo-TV bölümü mezunuyum.. Kamuda ..