Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ateş düştüğü yeri yakar

Ateş düştüğü yeri yakar
 

Özür dilemek, sadece düşünen canlıların uygulayabileceği meziyetlerden biridir. Affetmek de öyle… Bilebildiğimiz kadar hayvanların ve bitkilerin, yaptıkları hatadan pişmanlık duyup af dilemeleri de söz konusu değil, bu dilekleri kabul edip o hatayı hiç işlememiş gibi kabul edilmeleri de…

Ben eşler arasındaki kavgalardan nefret eden bir insanım. Hele bu ağız dalaşı sırasında, birbirlerine kötü söz söylemekten çekinmeyen çiftlerin, sonra birbirlerine nasıl “eşlik” görevi yapabildiklerine, seni seviyorum diye nasıl birbirlerine sarılabildiklerine hep şaşmışımdır.

Belli ki ya kavgaları içten değil, ya da sevgileri…

*****

Bu kadar yıllık ömrümde kendisine karşı sıcak duygular besleyemediğim 4 kişi var. Karşılaştığımda merhabalaştığım, hatta bayramda seyranda tokalaşıp hal hatır bile sorduğum bu insanların bana karşı yaptıkları bazı hatalar var.

O yüzden onları bir türlü affedemiyorum.

Rahmetli babamın uzun bir süre köy hayatı olduğu için, tarla meseleleri yüzünden arasının açık olduğu bazı kimseler vardı. Bilirsiniz iki santimlik sınır kavgası yüzünden köylerde insanlar birbirini bile öldürür.

Hatırladığım kadar bu kişiler, bizim ineğimizi zehirlemişler ve samanlığımızı yakmışlardı. Sonuçta fiilen zarar gören taraf biz olmuştuk ama, doğrusu işin mahiyetini tam olarak bilemediğim için bir şey diyemiyorum. Belki de onları bu çirkin eyleme zorlayan sebepler vardı.

“Babam” da olsa, eğer yanlış bir şey yaptıysa, onu haklı görmem ve göstermem mümkün değildir. O yüzden bu insanlara sırf “babamın düşmanları” gözüyle bakmadım, bakamadım.

Elbette sarmaş dolaş bir dostluk da oluşmadı aramızda ama, en ufak bir kin duymayı da hiç düşünmedim.

Ateş düştüğü yeri yakar derler ya, babamın dünyasında onların açtığı yara herhalde daha başkaydı. Benim onu anlamam zordu. Sözgelimi babam da şimdi hayatta olsa, bana karşı yapmamaları gereken bir yanlış yaptıklarını düşündüğüm o dört kişiye karşı acaba ne hissederdi?

Kısacası, birebir olaylarda zarar gören tarafın acısını, başkasının anlaması o kadar kolay değildir.

*****

İnsan hakları bağlamında verilen cezaları, özgürlüğü kısıtlayıcı bulan, (zaten günümüzün tek çeşit hapis cezası, sadece özgürlüğü kısıtlamaya yöneliktir), bu yüzden gösteriler yapıp mahkûmlara hümanist yaklaşım gösterenler, kendi başlarına gelen en ufak bir hadise karşısında suçluyu asmaktan kesmekten bahsederler.

Daha önceki sohbetlerinde, hırsızlık yapana şeriat tarafından verilen el kesme cezasını çok vahşice bulan bir avukatın, kendi evi soyulup bir ömür boyu binbir güçlükle elde ettiği bütün varlığını kaybettikten sonra, “bunları ibreti âlem için Taksim’da sallandıracaksın” diye feryat ettiğine bizzat şahit olan bir insanım.

*****

Merhamet duygusu da sanırım sadece insanlara mahsus olsa gerek. Gerçi içinde hiç acıma duygusu bulunmayan, işlediği hunharca cinayetler karşısında bütün soğukkanlılığıyla pişmanlık duymak bir yana zafer işareti yapabilen katı yürekli yaratıklar da yok değil.

Ama genel olarak biz insanlar, özellikle belli bir zaman sonra, küllenen yaralarımızı unutur, zor durumdaki bir insanın haline acımaya başlarız.

Tek başına her işin üstesinden gelebilecek güçte ve kabiliyette bir varlık olan insanın, bazı sebeplerle acze düşüp hiçbir iş yapamaz hale gelmesi, sahip olduğu gücün timsali olan bedenini bile taşıyamaz duruma düşmesi, etrafa öyle bir acıma hissi verir ki, merhamet damarlarımız kabararak, o zavallı insanın bu halden kurtulması ve kurtarılması gerektiğine inanırız.

İnsanı bu hale düşüren en önemli unsurlardan biri hastalıktır. Küçük dünyaları ben yarattım zannederek kibirlenen kralların, imparatorların, ölüm döşeğinde nasıl bir zillet içinde süründükleri çok görülmüştür.

Sağlıklıyken bu gücün bedenimize nasıl yerleştiğini, sonra da bu büyünün elimizden nasıl uçup gittiğini kolay kolay anlayamayız.

*****

Geçtiğimiz günlerde ömür boyu müebbet hapis cezası almış bir mahkûm, ölümcül bir hastalığa yakalandığı gerekçesiyle cumhurbaşkanımız tarafından affedildi. Bir süreden beri, bu gerekçeyle bir hareket başlatanlar, cumhurbaşkanımızın bu insancıl tavrını, teşekkürle karşılamak yerine, bir hakkın söke söke alınması gibi bir anlayışla zafer işaretleri yapıyorlar.

Hakkı, adaleti düşünen bir insan olarak buna bir anlam veremiyorum.

Hapishanelerde hastalığa yakalananların tedavisi için, normal hastalardan daha çok gayret gösterilmesinden ve hiçbir imkânın onlardan esirgenmemesinden yanayım. Yaşama hakkı en önemli ve en kutsal haktır. Ancak hastalığı, verilen cezanın affedilmesine bir sebep olarak görmek ve göstermek bana ters geliyor.

Hastalık ve ölüm, hiçbirimize sevimli görünmez. Ancak sonuçta o acıyı, ne yazık ki hepimiz tadacağız. Bunun için insanın hapiste olması, özgür olması, gecekonduda veya villada yaşaması, hatta denizde, karada, havada bulunması bile farketmiyor. Eceli gelen gidiyor.

Bu sebeple pek çok öldürme ve yaralama olayına karışmış, birçok kişinin hayatına kastetmiş, onların ölümüne sebep olmuş, yaşam haklarını ellerinden almış, geride kalan ailelerine telafisi imkânsız zararlar vermiş, acılar yaşatmış birinin, sırf hasta olduğu için cezaevinden çıkarılması, bana hiç de adaletli bir davranışmış gibi gelmiyor.

Sayın cumhurbaşkanımızın kendisine tanınan bir hakkı kullanmış olması, hukuken herhangi bir sakınca yaratmayabilir, vicdanen onu rahatsız da etmeyebilir. Belki toplumsal siyaset açısından böyle bir irade ortaya koyması da gerekmiş olabilir.

Ancak kamu vicdanı açısından ortada adalet ilkelerini zedeleyen haksız bir durum vardır. Adı geçen mahkûmun eylemlerinden zarar gören insanlar, acaba onu affedebilmişler midir? Kendisi kamu davasından yargılanıp mahkûm olduğuna göre, bütün toplum adına verilen bu cezanın bir kişi tarafından affı kağıt üzerinde mümkün olsa da, mâşerî vicdanda yapılan kötülüklerin unutulması, silinmesi gibi bir durum aslâ sözkonusu olamayacaktır.

Geçmişte yapılan yanlışlardan hiçbir pişmanlık ve utanma hissi duyulmadığı gibi, hiç değilse yapılan bu son hoşgörülü davranışın mahcubiyetini yaşamak yerine, bunu geciken bir hakkın teslimiymiş gibi yorumlayıp “V” işaretiyle zafer kutlamak, nasıl bir anlayışın ve algılayışın ürünüdür, bilemiyorum.

Yaşadığı bu olağanüstü halin meydana getirdiği travmayla, affedilen kişinin belki ne yaptığını bilmiyor olması mümkünse de, kraldan çok kralcı geçinenlerin alkışlarına yorum getirmekte hayli zorlanıyorum ve “bu insancıl davranış” günahsız insanların malına canına kastedilirken “neden hiç kimsenin aklına gelmez ki” diye sormaktan kendimi alamıyorum.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..