Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ocak '16

 
Kategori
Öykü
 

Ayakkabı teki...

Ayakkabı teki...
 

Tam yokuşun ortasından dümdüz yukarıya, evlerin seyrekleşmeye, zeytinliklerin başladığı sınıra yakın kasabanın sırtını dayadığı yükseltiye uzanan parke yolun iki tarafına ve ona açılan çapraşık dar sokakların kenarlarına sıralanmıştı evler. Çoğu tek katlı. Çoğu çivit katılmış beyaz badanalı, daha halliceleri önlerindeki küçük bahçelere yağ tenekeleri, saksılar, kimi çiçekliklere ekilmiş sardunyalar, petunyalar, ortancalar, ve akşam sefaları ile renklenmiş, yolun iki tarafındaki akasyaların gölgeliğinde, kimi bahçelerde boy vermiş ıhlamur ve filbahri çiçeklerinin baygın kokusunda, tek katlı, kimileri üzerlerine çıkılacak kat için açık bırakılmış köşe kolonlarında boynu bükülmüş paslı demirleri açıkta evler. Sanki içlerinde yaşayanlarla ortaklaşa, üzerlerine amansızca abanan bir yaşam savaşını sırtlama çabasında gibidirler. Sabahtır. Aşağılarda görülen, bulut akışı ve aralarından sıyrılan  güneş ışıklarının yarattığı doyumsuz dönüşümlerle körfezin her iki koyunda deniz, ilk yazın değişken renk geçişlerinde parlamaktadır.

Sokağa yayılan, kaldırımlara karşılıklı oturarak ellerindeki şaşılacak büyüklükteki salça ve zeytinyağı sürülmüş ekmek dilimleri, çoğu burunları sümüklü, ürkütücü güzel gözlü, kirli saç örgülerinin uçlarına soluk ve küskün kurdeleler takılı kız çocuklarından, eşelenen tavuklardan, at kişnemelerinden yükselen, öten bir horozun sesi, patlak bir lastik top peşinde koşuşturan erkek çocukları ve hepsinin gürültüsünü bastıran evlerin açık pencere ve kapılarından etrafa yayılan bangır bangır, şen şakrak bir Roman havası dağılmaktadır havaya. Ayaklarına allı yeşilli çiçek desenli basma şalvar geçirmiş, sözleşmiş gibi hepsi pembe kısa çorapları tokyolarından gözüken, çoğu eteğine yapışmış, diğeri kucağında küçük çocuklu; yetmezmiş gibi bir yenisine hamileliğin son ayında patlayacak gibi şişmiş ve gömleği ile şalvarının açıklığına taşmış, göbek delikleri kabarıp dışarıya fırlamış, çok çocuk doğurmaktan çatlaklar içindeki esmer göbek derileri açıkta kadınlar, bitmek bilmez dedikodularına başlamışlardır. Birazdan daha genç olanları temizlik için otel, motel ve pansiyonların yolunu tutacaklardır.

Az sayıda devamlı işi olan motosikletli, aşırı süslü, aynalı, tenteli, sesleri sonuna kadar açılmış teyplerinden bahriyeli çiftetellisinin motifleri dökülen fayton sahipleri arkalarında gürültülerini bırakarak gözden yitmişlerdir çoktan. Son seçimlerde belediyeyi kazanan partiye oy vermiş olan mahalleden, karşılığında kapağı zabıta olarak belediyeye atmış, ortaokul mezunu biryantinli saçları siperliğini sağ kaşları üzerine yatırdıkları şapkalarından fırlayan, aynalı güneş gözlüklü iki bıçkın, mavi üniformaları içinde kasılarak yokuştan aşağı inmeye başlamışlardır. Erkekler afyonlu ucuz şarap kalıntısı susamış bir akşamın mahmurluğunu somurtkan yüzlerinde taşıyarak, sigaradan sararmış sarkık bıyıkları, yaşlarını belirsiz kılan zor bir yaşamın derinleştirdiği yüz ve alın çizgileriyle, çökmüş omuzları, umursamaz boşvermiş bakışlarıyla çıkmışlardır sokağa. Bir örnek İspanyol paça bahriyeli siyah pantalonları, bellerine doladıkları siyah kuşakları ve alt düğmeleri iliklenmeyen siyah cepkenlerinden kuşağın üzerine sarkan iri göbekleri, topuklarına basılmış sivri burun boyası kaçmış siyah ayakkabıları, kolları dirsekleri hizasına kıvrılmış ön kolları açıklığında kalbe saplı hançer döğmeleri ve neredeyse tüm düğmeleri açık beyaz gömleklerinin aralığından görülen göğüs kılları üzerinde sallanan meşinden üçken muska muhafazaları ve kirli sakallarıyla, gözlerinde parıltılar kırgın bir sabaha yayılırlar.

Kimi mevsimine göre balık; domates biber, soğan patates, kavun karpuz; kimi plastik rengarenk leğenler, mutfak gereçleri, askılar, mandallar, çamaşır ipleri; kimi keserler, bahçe çapaları, çeşitli bıçaklar, beyaz yaldız sürülmüş deniz çıpaları, kazma, kürekler yüklü seyyar tezgahlarını yokuştan aşağı iterek ya kurulacak semt pazarına, pazar yoksa kasaba içinde dolaşmak ya da belli yerlerde durmak üzere  inerler sırayla. Onları yüklerini sırtlamış kalaycı ve bıçak bileycisi izler. Biraz tuzu kuru olanlar ve işsizler omuzlarına kartal kanadı iliştirdikleri ceketleriyle efelenerek ya Bahriyeli'nin kahvesinde gün boyu sürecek kavgalı döğüşlü okey partilerine ya da tanıdık dükkanların önüne atılmış sandalyelere çöreklenerek gelip geçene bakarak öldürecekleri zamana süzülürler.

Kasaba yıllardır değişmezi olan, son günlerde görünümünü güne uydurma çabasında doğallığını yitiren, iki iskele arasındaki küçük koyu boydan boya kaplayan asırlık çınar ağaçları altındaki çaybahçeleri ve arkasını belediyeye dönmüş, önü rengarenk mevsim çiçekleri ile bezeli Atatürk Anıtı'nın olduğu, gene asırlık çınarların koyu gölgesindeki küçük meydanıyla ilk yaz renklerini taşıyan insan kalabalığı ile doludur.

Çocuk ayağına büyük gelen eskimiş tokyoları sürükleyip tökezleyerek, hızla feribot iskelesine yönelir meydanı geçerek. Tokyolardan nefret etmektedir. Yukarıda mahallede okul kapanınca bütün gün yalınayaktır oysa. Top peşinde koşarken, bakkala öteberi almaya giderken hep yalınayak. Çatlamış topuklarının ve kalınlaşmış ayak tabanı derilerinin üzerlerine yapışıp kalan kir ve toz topraktan neredeyse siyaha dönmüştür ayakları. Ayak parmaklarının arası ve kimi kırık, uzamış tırnaklarının altları ve etraflarıda öyle.

Avşa ve Marmara adalarına gidip gelen feribot yolcularını indirmiş, yenilerini almış geri dönmek üzereyken iskelenin ucundaki yerine yerleşir. Önüne ters çevirerek koyduğu meyve kasasının üzerine yaydığı gazete kağıdı üzerine şeytan minareleri dizilerek yapılmış kolye ve bileklikleri, yengeç kıskaçından kolyeleri, çeşitli renkte küçük midye kabuklarının yapıştırılmasıyla yapılmış kuş ve balık biblolarını özenle yayar. Kısa pantalonun açık bıraktığı bacakları, giydiği atletin açıklığıdaki kolları, göğsü, omuzları ve ensesi şimdiden erken bir güneş yanığının koyu rengini almışlardır bile. Kalabalığın karmaşık uğultusunda sesi yiter gider.

-Haydi Erdek hatırası...

Gözünü önünde bir an duran yaşıtı bir çocuğun ayağındaki yepyeni ayakkabılarından ayırmadan elindeki yengeç kıskaçlı kolyeyi sallayan çocuğun "kaça bu?" sorusunu cevaplar.

- Ne verirsen.

Feribotun dönen uskurlarının oluşturduğu dalgaların iskeleye vurmasıyla oluşan çalkantı sesi, tuhaf, kart ötüşlü düdüğünün sesinde kaybolur geminin. Gürültüye çınarlardan bir kuş sürüsü havalanır çığlık çığlığa. Zeytinliada'nın kayalıklarına tünemiş martılar alışkın, hafif bir hareketlenme dışında umursamazlar. Babasının "kaçıracağız, acele et" diyerek hızla çektiği çocuğun sallanan kolyeyle, yaşıtının çıplak ayaklarına takılıp kalan üzgün bakışları uzar ve kopar...

Çımacılar gemiyi kıçtankara iskeleye bağlayan son palamarları babalardan çıkarıp denize atarken, telaştan çocuğun ayakkabısının teki çıkar ve iskelede kalır. Tezgahının başında bir süredir donup kalmış olan çocuk hızla koşup ayakabıyı alır. Suları köpürterek rotasına yönelmek için yan dönmüş olan feribottaki çocuğa atmak için kolunu kaldırır. "Dur atma" diye bağırır diğeri, eğilir ayakkabısının ayağında kalan diğer tekini de çıkarıp babasının hayret ve beğenmişlikle açılan gözleri önünde çocuğa fırlatır. "Kolyenin karşılığı olsun."

Çocuk eğilip diğer teki de alıp göğsüne bastırır. Feribot adanın ucuna doğru arkasında denizin mavisinde köpükten beyaz bir iz bırakarak uzaklaşır. Bakışları ayrılmaz birbirlerinden. Gemi uzaklaşır. Tenhalaşır iskele. Kıpırdayamaz çocuk. Sıkışır çocuk yüreği, dolar gözleri; buğulanır. Hırsla eski tokyoları fırlatır denize atar. Bakar arkalarından. Önüne düşer başı...

Akın Yazıcı

28 Ocak 2016 /İzmit

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..